Devletin “demokrasi” makyajının son kalıntıları da dökülürken...

  • Arşiv
  • |
  • Devlet terörü
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 21 Ocak 2013
  • 11:28

Devlet emretti, polis-savcı-hakim ittifakı avukatları cezaevine yolladı!

(21.01.13) – Başta ÇHD olmak üzere birçok ilerici ve devrimci kuruma yönelik polis terörü bugün gerçekleşen tutuklama terörü ile sürdü. Sabah saatlerinde tutuklanan 12 Halk Cepheli’nin ardından 9 avukatın da tutuklanmasına karar verildi.

Asılsız suçlama, sahte deliller...

Üç gün önce sabah saatlerinde aralarında ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosunun da yer aldığı bir çok kuruma baskın düzenlenmiş ve aralarında avukatların da bulunduğu birçok kişi gözaltına alınmıştı.

Daha başlangıcından itibaren usülsüz şekilde gerçekleşen operasyon bu haliyle burjuva hukukunun dahi hiçe sayıldığının da göstergesi olmuştu. Hukuk bürosu aramalarında savcı bulundurulmasının engellenmesinden sahte delil yaratmaya, avukatlık faaliyetlerinin dahi “suç” olarak sunulmasına dayanan operasyona emniyetin açıklamaları da damga vurdu.

Emniyet, kamuoyunun avukatlara sahip çıkmasını hazmedemeyerek mesnetsiz yalanlara başvurdu. Ancak “düşman ajanlığı”, “kozmik oda”, “kriptolu bilgiler” gibi kelimeler kullanarak inandırıcı olmaya çalışan polis, tam aksine kendini hayli komik bir duruma düşürdü.

Vatan Caddesi’nde Kerkük zindanı!

Hukuksuzluk avukatlara yönelik saldırı ile de sınırlı kalmadı. Aynı derecede ciddi olmak üzere Grup Yorum üyeleri ve Halk Cepheliler de polis komplosunun hedefi olurken, gerek gözaltı, gerekse ev aramalarında polisin saldırısına hedef oldular.

Gözaltıların karakolda maruz kaldığı muamele de sermaye devletinin pervasızlığının kanıtı oldu. Polis, ters kelepçeleyerek günlerce beklettiği devrimcileri tuvalete dahi götürmeyerek insanlık dışı muamelede toplama kamplarını aratmayacak bir uygulamaya imza attı.

Gözaltı sürecinde yine tutsaklara ne su ve şeker, ne isteyenlere yemek, ne de sağlık sorunları olanlara ilaç verildi. Ters kelepçe ve darp nedeniyle yaralı olan tutsaklar, aç-susuz, tuvalet için hücrelerini kullanarak insanlık dışı koşullarda nezarette tutuldular. Böylece “lüks otel” diye sunulan nezarethanelerin makyajından son kalanlar da dökülmüş oldu.

İçeride saldırı, dışarıda saldırı!

İçeride avukatlara ve gözaltındaki diğer devrimcilere yönelik baskı ve işkence sürerken dışarıda onlara sahip çıkmak isteyenler de aynı saldırılardan nasibini aldı.

Vatan Caddesi’de bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü önünde toplanan tutsak yakınlarına polis saldırdı.

Taylan Tanay’ın gözaltına alınması sırasında polis ÇHD önündeki avukatlara biber gazı sıktı.

Adliye’de müvekkilleri ile görüşmek isteyen avukatlara önce polis barikat kurarak engel oldu, sonra darp ederek 4 avukatın yaralanmasına sebep oldu.

Adliye dışında toplanan kitle ise sürekli olarak polisin taciz ve tehditleriyle karşı karşıyaydı.

Çürümüş düzenin çürümüş hukuku

Burjuva hukukun ideallerini çoktan rafa kaldırmış olan çürümüş sermaye iktidarı, bu operasyon vesilesiyle hukuk sisteminin gerçek yüzünü de gösterdi. Adeta polis-savcı-hakim ittifakıyla yürütülen yargılama daha baştan belli olan bir kararın alınmasından ibaretti.

Yapılan sorguların ardından iki avukat ve 11 kişi serbest bırakıldı. Grup Yorum üyelerinin de serbest bırakılması bir sevinç yaratsa da kalanlar için verilen tutuklama kararı, mahkeme heyetinin polisin hazırladığı düzmece fezlekeye dayanarak hareket ettiğini açıkça gözler önüne seriyor.

Sorguda sorulan sorular da davanın ciddiyetsizliğinin göstergesiydi zira avukatlara ne “kozmik oda”, ne “düşman ajanlığı”, ne de “kriptolu bilgiler” soruldu. Yalnızca neden avukatlık yaptıkları ve işçileri neden savundukları soruldu.

Sorguların tamamlanmasının ve mahkeme aşamasının ardından alınan karar da uygulamaya konuldu ve 12 devrimci ile birlikte 9 devrimci avukat hakkında tutuklama kararı verildi.

Özellikle ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da tutuklular arasında yer alması, aslında hukukun anlamını ya da anlamsızlığını da kanıtlamış oldu. Zira tutuklu yargılanmanın “kaçma ve delilleri karatma” şüphesi üzerine verilen bir tedbir olduğu bilinmekte. Ancak Suriye’de olan Kozağaçlı, arandığını hatta muhtemelen tutuklanacağını da bilmesine rağmen ülkeye dönerek tüm bu “şüpheleri” ortadan kaldırmıştır.

Böylece alınan kararın siyasi olduğu, bir kez daha ortaya çıkmıştır. Düzen yargısı, kendi kanunlarını dahi hiçe sayarak bir kez daha devrimci faaliyeti ve devrimci avukatları hedef alan bir kararın altına imza atmıştır. Kurulu düzene karşı mücadele eden herkesi hedefe koyan faşist devlet terörü sürecinde, düzen mahkemelerinin işlevi de bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Üstelik mahkemenin verdiği kararın altında yer alan 20 Ocak tarihi, kararın çoktan hazır olduğunun, gerisinin ise polis-savcı-hakim üçgenindeki bir ortaoyunundan ibaret olduğunun kanıtıdır.

Saldırının hedefi burjuva hukukunun son kırıntılarıdır

Kuşkusuz ki tutuklanan ve saldırıya hedef olan yalnızca avukatlar değildir, ancak saldırının ana ekseninde ÇHD’nin olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Burada sözkonusu olan avukatlar, burjuva hukukunun son kırıntılarını dahi zorlayarak devlet terörüne, işçi ve emekçilerin maruz kaldığı hak gasplarına, faili meçhullere, katliamlara, infazlara karşı mücadele eden isimlerdir.

Bu haliyle saldırıya uğrayan yalnızca kof bir “savunma hakkı” değil bütün olarak burjuva hukukunun son kırıntıları ve her ne kadar çoktan ırzına geçilmiş olsa da “adalet duygusu”dur. Bu operasyonla bu defter kapanmış ve azgın devlet terörünün kapısı ardına kadar açılmıştır.

Avukatlara yönelik operasyonla aynı tarihlerde yaşanan Teknopark ve Daiyang-SK işçilerine yönelik saldırılar, Hrant eylemine yönelik biber fazlı müdahale, Gebze’de BDSP’lilerin keyfi biçimde gözaltına alınması ve devletin Batı Kürdistan’a yönelik “seferleri” hiç de birbirinden bağımsız ve “münferit” değildir.

Bu nedenle tutuklanan devrimci avukatlara sahip çıkmak ve devlet terörüne karşı safları sıklaştırmak günün acil görevlerindendir. Aksi halde işçi ve emekçilerin çok daha koyu bir faşist rejimin pençesinden kurtulmaları kolay olmayacaktır.