THY’nin batıdaki turistik merkezler haricindeki iç hat uçuşlarında içki servisini yasaklamasıyla ilgili eleştirilerden biri de “Bir turist uçakta içki servisi isterse ne olacak” şeklinde.
Tipik bir “El âlem ne der” belirtisi!
Batı karşısında yüzyıllardır ezilmiş olmanın yarattığı aşağılık kompleksinin bir tezahürü de diyebiliriz elbette.
Sorun Batılıyla, turistle, el âlemin ne diyeceğiyle ilgili değildir.
Söz konusu yasak bizi ilgilendiriyor, bize yönelik ve bizlerin yaşam biçimimize yönelik bir tehdidi gösteriyor.
Bu yasak, bir işletmenin, kendisini ilgilendiren maliyet hesaplarıyla açıklanabilecek bir şey değil.
Madem içki yasağının uygulandığı hatlarda talep azlığı var, hatta bazı hatlarda iddiaya göre hiç talep yok, o zaman neyin maliyetinden söz ediyoruz?
Her uçağa zaten yüklenen ikram konteynırlarının içine birkaç şişe daha eklenmesi yılda kaç liralık bir benzin tüketimine neden olabilir?
50 bin dolar? 100 bin dolar? Bu kadar bile tutmaz! Bu tasarrufa dikkat eden bir havayolu şirketi kimsenin okumadığı yandaş gazeteleri de uçağa yüklemezdi. Bu tasarrufa dikkat eden bir havayolu işletmesi, kimsenin okumadığı gazeteleri zaten en başında satın da almazdı!
Dertleri tasarruf filan değil, yalan söylüyorlar.
Bir tek dertleri var. İnsanları belli bir yaşam biçimine zorlamak!
Ya onların istediği gibi yaşayacaksınız ya da yok sayılacaksınız, mümkünse yok olacaksınız.
Bunlar gelecekle ilgili işaret fişekleri! Bir de anayasa değişsin, başımıza bir diktatör “başkan baba” geçsin, görün bakın daha neler olacak.
Omuz görünce tahrik olan bir sapık!
THY’nin tutumuyla TRT’nin tutumunu birlikte düşünmek gerekir.
TRT geçen hafta sonu yayımladığı bir filmi kadın oyuncunun omuzlarını buzlama diye tabir edilen yöntemle bozarak yayınladı.
Oyuncu Ayça Varlıer’e de katılacağı bir program öncesinde nasıl giyineceğine ilişkin talimat yollanmış: Giysi kolsuz olmayacak, yakası köprücükkemiğini kapatacak vs.
Ahmet Hakan dün Hürriyet’teki köşesinde şöyle yazmıştı: “Herhangi bir kurumsal yapı bir insanın giymeye münasip bulduğu herhangi bir kıyafeti münasip bulmama had bilmezliğini sergiliyorsa o kurumsal yapıya ‘Hadi len’ denir ve bir daha o kurumun kapısından bile geçilmez”.
Evet, doğru söylüyor, buna cüret eden kuruma böyle yapılır. Mesela Samanyolu televizyonu böyle bir dayatmada bulunuyorsa, gitmemeli ve boykot etmelisiniz. Ya da NTV, CNN Türk, Kanal D, Show vs. Bunlar ticari işletmeler, kendilerine hedef olarak seçtikleri bir izleyici profilleri var. Yayınlarında bunu gözetmek hakkına sahiptirler. İsterlerse mayolu çıkarırlar ekrana, isterlerse çarşaflı. Bu politikaları size uyuyorsa çıkarsınız, uymuyorsa çıkmazsınız, çok basit.
Ama bir sorun var ki TRT kamu kurumu. Vergilerimizle finanse ediyoruz. Tıpkı üniversiteler gibi.
Eğer genel ahlak anlayışını zorlamıyorsa insanların hangi giysiyi tercih edecekleri TRT’yi ilgilendirmemeli. Aynı şekilde bir kadın omzu görünce tahrik olabilecek ve onu sansürleme ihtiyacı duyacak bir sapık da böyle bir kurumda çalıştırılmamalı. Çünkü biliyorsunuz memlekette kadın saçı görünce tahrik olan sapıklar bile var, giderek sansür sırası onlara da gelecektir.
Bunları yapıyorlarsa bilin ki hayatınızı nasıl yaşayacağınızla ilgili tercihleriniz, seçimleriniz tehdit altındadır. THY’de olan ile TRT’de olan aynıdır.
Pamuk eller cebe
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın korumalarının dövdüğü vatandaşa 12 bin Euro tazminat ödenmesine karar verdi.
Bu tutar tahmin edebileceğiniz gibi devlet bütçesinden yani bizlerin cebinden ödenecek.
Bu parayı neden ödeyeceğiz:
1- Başbakan’ın koruma polisleri, bir vatandaşın sözlü protestosuna tahammül edemeyip vatandaşı gözaltına alırken dövdükleri için.
2– Olaya bakan Türk mahkemesi, suçluları ortaya çıkarmak bir yana, vatandaşın taleplerine kulak tıkadığı için.
Bu paralar, görevini düzgün yapmayan kamu görevlilerinden tahsil edilmediği sürece de ödemeye devam edeceğiz.
Hürriyet / 13.02.13