Demokratik Özerklik ve Parçalanma Korkusu - Mustafa Sönmez

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 14 Nisan 2012
  • 04:39

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, Kürt sorununun güncel tartışmalarına ilişkin Neşe Düzel ile söyleşisi, 10 Nisan tarihli Taraf’ta yer alıyor. Demirtaş, demokratik özerklik projesinin etnik bir yanı olmadığını ve sadece Kürt özerk bölgesi şeklinde bir taleplerinin bulunmadığını söylüyor. Neşe de sorusunu soruyor; “Niye Kürdistan özerk bölgesini önermiyorsunuz?” Demirtaş’ın yanıtı şöyle; “Biz bu modeli demokrasi açısından doğru bulmuyoruz. Biz, bütün Türkiye için özerk bölgeler olsun istiyoruz. Mesela Kürdistan diye tabir edilen coğrafyada üç veya dört özerk bölge olabilir. Büyük bir ili merkez alırsınız. Onunla ulaşım, kültürel, ekonomik, sosyal açıdan işbirliği içinde olan illeri onun etrafında toplarsınız ve oraya bölge dersiniz. Öcalan da Ankara merkezli özerk bölgeler öneriyor. ‘Ankara merkez olsun ama Türkiye’de özerk yönetim bölgeleri oluşsun ve hepsinin yetkileri aynı olsun. Türkiye ademi merkeziyetçi bir yönetim sistemine geçsin’ diyor.”

Yeterince açık değil mi? Gelin görün ki, bunu bazı köşe yazarları böyle anlamıyor ya da anlamak istemiyorlar. Ama doğru anlayanlar da var.

***

İki örnek vereceğim. Milliyet’ten Fikret Bila, 12 Nisan tarihli yazısında bu söyleşiye gönderme yaparak şöyle diyor: “BDP’nin ‘barıştan’ ne anladığı biliniyor: Güneydoğu’ya özerklik verilmesi... Demirtaş’ın üstü örtülü verdiği mesaj, ‘özerkliği tanımazsanız siz bilirsiniz’ mesajıdır…” Bila, devamında sözü Öcalan’a getiriyor ve şöyle diyor: “Öcalan’ın, ‘demokratik konfederal çözüm’ dediği bu dört parçanın (Irak, Suriye, İran, Türkiye Kürt bölgeleri demek istiyor, M.S.) başlangıçta federal bir yapıyla yönetilmesidir. KCK de bu yönetimi üstlenecek, ‘çatı devlet’ projesidir. Uzun vadeli hedefin de bu yapının bir Kürt ulus devletine dönüştürülmesidir.” Bila’nın yorumu “niyet okumacılığı”nın tipik örneğidir. Söylenene inanmayıp, niyet deşifre etme gayretidir bu ve hiç sağlıklı, yapıcı bir çaba değildir.

Aynı şöyleşiden bir başka köşe yazarının ne anladığına bakalım; Zaman’dan Mümtaz’er Türköne de anladığını şöyle ifade ediyor 12 Nisan tarihli yazısında: “Statü arayışı Kürt sorununu çözmüyor, Kürtlüğe dair sınırlı bir emeli tatmin ediyor. Çünkü statü bir bölgede isteniyordu. Kürtlerin yüzde 60’ı bu bölgenin dışında yaşadığına göre, çıkartabileceğimiz tek sonuç vardı: PKK kendisine, yöneteceği bir bölge istiyordu. Demirtaş, bu algıyı algılamış görünüyor. Değiştirmeye girişiyor. Etnik kimliğe dayalı bir özerklik önermediklerini, sadece Güneydoğu’da değil, bütün Türkiye’de özerk bölgeler kurulmasını istediklerini söylüyor. Önerdiği, ademi merkeziyetçiliği esas alan bir yönetim modeli. Bu model, Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına geliyor. Demirtaş, Kürt sorununu, Türkiye’nin demokratikleşmesi ile çözmeyi öneriyor.”

***

Demek ki, “niyet okumacılık” değilse muradınız, söylenenleri başka yerlere çekip, ‘sen öyle diyorsun ama biz aslında sizin ne istediğinizi iyi biliriz’ anlamına gelen gayretlere girmezseniz, soruna çözüm bulma konusunda, birçok kesimle daha üretici, verimli bir yere yaklaşabilirsiniz ve olması gereken de budur.

Şimdi bu fikre, Türkiye’yi 20 dolayında özerk bölgeye “parçalayarak(!)” yönetme, her bölgede yerel parlamentolar, yerel icra organları oluşturma, Ankara’nın bir dizi yetkisini yerele devretme fikrine, kim, ne diyor? Karşı çıkıyorsa, neden? Aklı yatıyorsa, neden? Kürt siyaseti, bunu yapıyor. Kafasını gözünü kırarak da olsa, sınaya yanıla da olsa, fikir üretmiş bulunuyor. Mayıs ayında bu konu ile ilgili Diyarbakır’da yapılacak iki çalıştaya davet edildim. Bu zihin egzersizlerini diğer partiler de yapmalı. CHP, bu fikre ne diyor, neden fikir beyan etmiyor?

R. Erçin isimli okur şöyle yazıyor: “İstanbul’a, İzmir’e de demokratik özerklik, adlı makalenizi okudum. Elbette güzel değerlendirmeler yer alıyor fakat Batı’nın Türkiye’yi parçalayıp şehir devletçiklerine bölme projesi masadayken bu yazdıklarınız ütopik kalmıyor mu? Demokratikleşeceğiz diye parçalanmayalım!”

Özerk bölgelerle yönetilme deyince, çoğumuzun ilk refleksi bu oluyor: Parçalanma!.. Niye parçalanalım? Bask, Katalan, Galiçya etnik sorunları ile yıllarca başı ağrımış İspanya, 1978 Anayasası’yla özerk bölge yönetimine geçti ve 35 yıldır, 17 özerk bölgeye, 3 özerk il’e “parçalanmış(!)” olarak varlığını sürdürüyor.

***

Filyos köprüsü çöker, çünkü Filyos, Ankara’ya sesini duyuramıyor. Zonguldak özerk bölgesi olsaydı o köprü çöker miydi? Doğu Karadeniz Özerk Bölgesi olsa, dereler bu kadar vahşice talan edilebilir miydi, bölge parlamentosu buna izin verir miydi? Van Havzası özerk bölgesi olsa, Van, depremin enkazıyla böyle eli böğründe kalır mıydı? Mersin’in içinde yer aldığı özerk bölge, Akkuyu’ya nükleer santral niyetine izin verir miydi? Malatya özerk bölgesi, Kürecik’e füze kalkanı kurulmasını referanduma götürmez miydi? İstanbul özerk bölgesi, üçüncü köprü, Galataport, Haydarpaşaport adı altındaki rant yağması hazırlıklarına meydan bırakır mıydı? Düşünelim biraz. Yereli güçlendirerek, karar süreçlerine daha çok katılacak mekanizmalarla ne kadar yol alabileceğimizin hayalini kuralım. Neden korkuyoruz ki?

Cumhuriyet / 14.04.2012