Kapitalizm her zaman ve her yerde öldürür!
Kapitalizmi öldürelim!
“Sermaye toplum tarafından riayete zorlanmadığı yerde işçinin ömrü ve sağlığı karşısında acımasızdır” (K. Marks)
Geçtiğimiz hafta Antep’te bulunan Güneydoğu Galvaniz fabrikasında meydana gelen patlamada ikisi Suriye kökenli olmak üzere toplam 7 işçi iş cinayetine kurban gitti. Suriye’de savaştan kaçanların Türkiye’ye sınır illerde kaçak olarak çalıştırıldıkları yer yer basında da yer alıyordu.
Emperyalist savaşın yıkımından kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli işçiler, burada da kapitalizmin aşırı kar hırsına kurban gitmekten kurtulamadılar. Konteyner kentlerde yaşadıkları açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar nedeniyle sık sık gündeme gelen mülteciler, bu kez bir iş cinayeti üzerinden gündeme gelmiş bulunuyorlar.
Boyalı basın ve muhalefet partileri sürekli olarak Suriyeli işçiler gerçeğini de gözeterek “kaçak işçi” vurgusunu ön plana çıkardı. Oysa kaçak Suriyeli mülteciler sermayenin daha da ucuz bir iş gücü potansiyeli olarak iştahını kabartıyordu. Dinci-gerici AKP’nin şefi Recep Tayyip Erdoğan sayı olarak 100 bini aşan mültecilerin yerleşim alabilmeleri ve bölgede çalışabilmeleri için hızlı bir yasal düzenleme yapılacağından daha önce bahsediyordu. Ardından Bakan Fatma Şahin de benzer açıklamayı birkaç kez tekrarlayarak durumu perçinlemiş oldu.
Böylece konteyner kentlerde bulunan ucuz işgücü potansiyeli, kölece koşullara mahkum edilmiş olan Türkiyeli işçilerden çok daha ağır çalışma ve sömürü koşullarına maruz kalmış olacak. Ki hali hazırda Adana, Antep, Urfa, Mersin, Hatay’da yerleşen Suriyeli işçi ve emekçiler, bu bölgelerde her türlü güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırılıyorlar. Bölgedeki işçi ve emekçiler açısından son derece ağır olan çalışma koşulları, mülteci işçi ve emekçiler üzerinden daha da ağırlaştırılmış boyutuyla sürmektedir. Geçtiğimiz aylarda Antep’teki tekstil işçilerinin gündeme gelen mücadelesi, bölgede yaşanan çalışma koşullarının ne denli kölece olduğunun açık bir göstergesiydi.
Güneydoğu galvanizdeki iş cinayeti nedeniyle açıklama yapan DİSK Bölge temsilcisi Nihat Bencan, dört organize sanayi bölgesinde toplam 175 bin işçinin çalıştığını, bunların yarısının kayıt dışı olarak çalıştırıldığını vurguladı. Kuşkusuz sermaye sınıfı salt Antep’te değil, ülke ölçeğinde işçi ve emekçileri her türlü güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırmakta, kanlarını emmektedir.
Davutpaşa ve OSTİM’de yaşanan kitlesel iş cinayetlerinin yıl dönümünde gerçekleşen bu iş cinayetinin temel nedeni, diğer iş cinayetlerinde olduğu gibi kapitalistlerin aşırı kar hırsıdır. Bilindiği üzere gerek Davutpaşa’da gerekse de OSTİM’de yaşanan iş cinayetlerinin sorumluları sözde “bulunamamış”, bugüne kadar yargılanan kimse olmamıştır. Dahası bir çok sendika gerek OSTİM, gerek Davutpaşa, gerekse de Antep’te yaşanan iş cinayetleri karşısında sadece basın açıklaması yapmış, işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin bir mücadele programı ortaya koymamıştır. Bu salt bugüne ilişkin bir durum değil. Sermaye, “İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasası”nı yaşama geçirdiğinde, sendikalar tarafından ortaya konan tepki yine basın açıklamaları sınırında kalmıştır. Oysa o dönem yasanın kendisinin “sendikaların da ifadesiyle” yeni iş cinayetlerinin önünü açacağı vurgusu özel olarak yapılmıştı. Söz konusu yasa işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerini piyasaya sunan bir kar mekanizması olarak tasarlanmış ve geçtiğimiz yıldan itibaren devreye sokulmuştur. Bu nedenle gerek Antep’te yaşanan, gerekse de her gün ülkenin değişik yerlerinden gelen iş cinayetleri haberleri hiç de şaşırtıcı değildir.
Tabloyu boşa düşürmek, iş cinayetlerini en aza indirmek, mücadelenin ne ölçüde geliştiğiyle ilgilidir. Fabrikalarda kurulacak işçi sağlığı ve güvenliği komiteleri aracılığıyla bir mücadele ve müdahale programı oluşturmak temelli ödevler arasında olmalıdır. İşçi ve emekçilerin etkin mücadelesi, sermayeye işçi sağlığı ve tedbirlerini uygulama noktasında bir basınç oluşturabilir. Bu basınç bir çok işçinin hayatını kurtarabilir. Her fırsatta gerek sermaye, gerekse de onun sözcüleri iş cinayetlerinin sorumlularının “dikkatsiz işçiler” olduğunu vurguluyor. Gerçekte iş cinayetleri sermayenin aşırı kar hırsından kaynaklanmaktadır.
Engels, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” yapıtında “İşçi sınıfının sefil durumunun nedeni, o ufak tefek yakınma konularında değil, ama kapitalist sistemin kendisinde aranmalıdır” der. Kuşkusuz iş cinayetlerinin tarihe gömülmesinin koşulu da kapitalizmin tarihin çöplüğüne atılması koşuluyla ilintilidir.
İşçi sağlığı ve güvenliği noktasında Sovyetler Birliği çok önemli deneyimler bırakmıştır. Bu deneyimler fabrikalarda işçi sağlığı ve güvenliğine nasıl önem verildiğini bize açıkça göstermektedir. Fabrikalardaki üretim komiteleri, sendikalar ve işçiler, işçi sağlığı konusunda özel çalışmalar yapmışlar, risk faktörlerini tespit edip, önlemler almışlardır. Sovyetlerde sendikalar bünyesinde bulunan ve maaşını sendikalardan alan toplam 5500 müfettiş vardır. Yanı sıra devletin 20 bin sağlık ve güvenlik müfettişi bulunmaktadır. İşyerlerinde işyerinin büyüklüğüne göre 7-17 üyeden oluşan emek koruma komiteleri vardır. Devletin işçi sağlığı ve güvenliği araştırma enstitüleri yanında Sendikalar Konseyi tarafından yönetilen, her biri farklı bir sanayi veya sağlık sorununa odaklanmış altı emek koruma enstitüsü vardır. Leningrad’da, optik donanım üreten altı fabrikanın emekçilerine hizmet eden 350 yataklı olan ve 100 hekimin görev yaptığı bir hastane bulunmaktadır ve bu hastanenin amacı bu 6 fabrikada çalışan 20 bin işçinin hastalanmalarını önlemektir. Sovyetler Birliği’nde bu ve benzeri sayılabilecek birçok örnek vardır. İşçi sınıfının iktidarı kapitalizmin tersine kar merkezli değil, insan merkezli davranır. İşçi ve emekçiler kapitalizm koşullarında ancak büyük mücadeleler sonucu, sermayedara yaptırım uygulayabilir ve bir nebze olsun iş cinayetleri hafifleyebilir. Ancak işçi ve emekçilerin üretim esnasında burnunun dahi kanamaması ancak ve ancak sosyalist bir toplumla mümkün olacaktır.
(Kızıl Bayrak, 8 Şubat 2013, Sayı 06)