Alt kültürün baş olduğu Ortadoğu’da, yalan, dolanın fokurdadığı kandırmaca çukurunda debelenip, günü kotarma, kazanca konma ayıpları, Çetin Altan’ın ironik deyimiyle, “bulan buluyor şekerim” takdirli başarıdır.
Utanç fazilet, çukurda yakayı ele vermek, “hak yolunda mağdur” olmaktır. Boynu bükük mağdurlar, bulandığı kiri, pisliği silkeleye silkeleye doruklara yükselirler.
TC Avrupa sınırlarına uzanan Ortadoğu mu? Onu bilemem. Ama batılı olduğunu tescillemek için, tastamam 59 yıldır, “Ortadoğu kurnazlığını bırak hakiki yüzünle gel” denilerek, tastamam 59 yıldır, Medine fukarası misali önünde beklediği Avrupa kapıları yüzüne kapatılmaktadır.
Batılı dış görünüşle, geride kandırılmış kitleler bırakarak ilerlemek, Türk tipi siyasette hünerdir. AKP, Erbakan’ın sosyal arazisini ele geçirip, kendisini dımdızlak ortada bırakarak hünere püsküller takmakla da kalmadı. Amerika bile neye uğradığını şaşırdı.
Cengiz Çandar, “Mezopotamya Ekspresi” adındaki kitabında, Amerika’nın Irak işgaline destek vermeye angaje olma karşılığında Recep Erdoğan’a iktidar yolu açtığını anlatıyor. Cengiz Çandar’a göre, verilen sözler, o kadar derin bir heyecanla karşılanıyor ki, o güne kadar sadece Britanya ve İsrail için öngörülen ayrıcalığa Recep Erdoğan da dahil oluyor, Başkan Bush tarafından kabul ediliyordu. Cengiz, devam ediyor:
“Üstelik Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Başbakanı bile değildi. AKP Genel Başkanı olmanın dışında bir sıfatı yoktu ve dahası Yargıtay Başsavcısı (Sabih Kanadoğlu) peşinde ve tutuklama tehdidi altındaydı.”
Erdoğan, Amerika’nın imtiyazlı adamı haline gelince, tehlike çemberi kalkıyor, CHP lideri Baykal’ın parmak desteğiyle hakkındaki yasağı yırtarak, şıpıdak bir ara seçimle parlamentoya giriyor, ülkenin muktediri, Başbakan oluyordu. Ama o da ne, Irak’a karşı kuzey cephesi ile Amerika’ya destek verme hayali “1 Mart teskeresi” adıyla reddedilerek çökertililyor, Başkan Bush aldatılmışlığıyla kalakalıyordu.
Amerika’ya verilmiş öteki ölü sözler, gömülmek için sıralarını bekliyolardı. İkincisi Kıbrıs’tı. Çözüm gibi yapılarak çözümsüzlüğe dönüldü. Avrupa Birliği’ne dirsek gösterildikten sonra, komşularla sıfır problem, savaş tamtamlı kargaşaya dönüştürüldü.
İçerde de durum varklı değildi. “İleri demokrasi” sloganlarıyla, ardı arkası kesilmeyen “açılımlar” şenliği başlatılmış, Kürt açılımı, Alevi açılımı derken bir açılım zımbası da Romanlara vurulmuş, açılımları gören Türk aydınları, meleşerek tuza akan koyun sürüsü gibi, “yetmez ama evet arkadaşlar” sedalarıyla destek sunmaya koşmuşlardı.
Gel gelelim açılımlar mevsimlikti. Açıldığı gibi kırp diye kapanıyor, gerisinde sıkılı dişler boy gösteriyordu. Polis gücü, en başta Kürtler, sokağa çıkan muhalifleri, gaz bombaları, panzerler, su tankerleri, cop, kalkan ve kurşunla püskürtüyor, tutuklanıp, sırtlarına “terörist” damgası yapıştırılan Kürtlere hapishaneler dar (bir hesaba göre 10 bin kişi) geliyor, kitle halinde betonların gerisine atılan Kürt gazeteciler, hukuk ve düşünce adamları terörist, soyguncu olmuş oluyordu.
Recep Erdoğan, Kürt açılımının “Oslo süreciyle” iki seçim geçiren adam olarak, geçtiğimiz hafta Mardin’deydi. Orada, bizimle dalgasını geçer gibi yeni “Kürt süreci”nden bahsediyor, “bu ülkede silahların değil, fikirlerin konuşmasını istiyoruz” diyordu.
Böyle diyor, ama bizzat yönettiği savaşın, hız kestiğine dair iz, işaret yoktu. Sivil Kürtler hapiste, dağdakiler bomba altındaydı. Şehir, kasaba sokakları kan gölü, Diyarbakır’da Polis zıhlısının geçişinden sonra, yerde ezilmiş yatan 19 yaşındaki Şahin Öner’in kaderi, bizlere din, iman üzere dürüstlük, fazilet, adalet ile vicdan dersleri de veren Fethullah Gülen medyasının ilk teşhisiyle, yalanlar tarihine “polise atmak istediği bombanın elinde patlamasıyla, parçlanıp öldü” diye geçiyordu.
“Yalan söylemek günahtır” ayeti, çıkar söz konusu ise mubahtır mı, olmuş oluyordu?
Her neyse, Recep Erdoğan nasıl olsa fiyatı, zararı yok pazarında açılama da açılımlar yaparak, hem umut taciri, hem de hayali mutluluklar tellalıydı. Medyaya, Kürt “kardeşleri”yle yaşayacağı balayı için talimat verirken, “İmralı süreci demeyin, çözüm süreci deyin” diyordu.
Yime açılım var, ama tıpkı eskisi gibi Kürtlere, onurlu bir hayat vaaddeden harhangi bir plan, bilinen proje yoktu. Nitekim palavra ruhunu avucunun içi gibi ezbere bilen, “Kan ve İnanç- PKK ve Kürt Haraketi” adında bir kitap da yazan Amerikalı Aliza Marcus, “plan, proje bir yana, ortada niyet de yok” tesbitiyle çözüm balonuna iğne batırıyordu.
Fakat, hizaya sokulmuş medya, o kanıda değildi. Efendilerinin ruh damarına moral şırınga edercesine atışlar yapıyordu, Türk medyası. “Türke Türk propagandası” ile meşgul medyaya bakılırsa, son Kürt isyancılar, Recep Erdoğan’ın haykırması üzerine, korkudan bütün isteklerini kabul etmiş, silahları bırakmakla da kalmamış, çözülüp, dünyanın orası burasına dağılmak üzere denklerini hazırlamaya başlamışlardı.
“Atma Recep din kardeşiyiz” tekerlemesine denk düşen yalanlamalar ise onlara vız geliyor, tırıs gidiyor, hiç bir kulak tarafından durulmuyordu.
Bu arada “İmralı süreci demeyin, çözüm süreci deyin” denilen masaldan üretilen yalanlar güldürüyordu. Çünkü, başlamış bir görüşme, yani müzakere yoktu.
Uluslararası anlaşmazlıkların çözümü konusunda uzman ve İmralı diyaloguna yabancı olmayan bir dost şöyle diyordu:
“İmralı yönteminin dünyada bir benzeri yoktur. Öcalan’la görüşme diyorlarlar, ama Öcalan 14 yıldan beri beton duvarların gerisindedir. Oysa dünya şartları ve Kürtler 14 yıl öncesinin yerinde değildir. Gerçekten kalıcı bir barışı isteniyorsa eğer, Öcalan’ın arkadaşlarıyla kesintisiz temas halinde olması zorunludur. Kürt arasında görüş birliğinin sağlanması için de bu şarttır. Ayrıca, henüz Kürt tarafıyla başlamış bir müzakere yoktur. İmralı’da olanlar istişareden ibarettir. Tarafların birbirini sınaması, niyetlerini ortaya koyması sözkonusudur. Henüz başlamamış bir müzakereden sonuçlar çıkarmak, hayal pazarlamaktır.”
Yeni Özgür Politika / 19.02.13