'Çevremiz' felaketimiz olur - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 08 Aralık 2012
  • 06:34

Çevremiz, 'kamusal alanda yere çöp atmanın yasak olduğu yer' olmakla beraber, 'gözden ırak işletmelerin, kimyasal nükleer atıklarının boca edildiği havzalardır' anlayışımızı doğrularcasına İzmir'in Gaziemir'de terk edilmiş kurşun fabrikasıyla karşı karşıya gelmiştik.

İzmir'in burnunun dibindeki fabrikanın radyoaktif atığa doymuş arazisinde toprak artık kendi kendine yanmaya başlamış ve dumanlar tütmüştü.
Gaziemir'de Arslan Kurşun Fabrikası'nın 70 yıl kurşun üretimi yapan tesislerinde istiflenmiş yüzlerce ton, toprağın altında da tahmini 100 bin ton radyoaktif atık olduğu ortaya çıktı.

Radikal'den Serkan Ocak'ın bu 'radyoaktif atık bataklığı fabrikayla' ilgili birkaç gün üst üste yaptığı haberleri okurken, Türkiye'de kamu sağlığını etkileyen, havaya, suya, toprağa, insan vücuduna sızan zehirli kirlilik ya da radyoaktif bulaşık olsun, şaşmaz sürecin aynen işlediğine şahitlik yapmıştık.

Türkiye Atom Enerji Kurumu (TAEK), ilk olarak kurşun fabrikasında 2007 yılında gömülü radyasyonlu cüruf tespit etmiş, 2008 de istif alanlarında radyoaktif  bulaşmış atık tespit etmiş hatta radyoaktif madde potalarda eritildiği gerekçesiyle 'karantina' talep etmiş. Bu belge Çevre Bakanlığı ve valiliğe gönderilmişti ama kurşun fabrikası 'radyoaktif ışıldak' misali radyasyon dalgalarıyla bugüne kadar tam beş yıldır ışıyordu...

YAŞASIN TOPRAĞI KİMYASAL ATIKLAR YAKIYORMUŞ...

Ve geçen bu süreçte TAEK, Çevre Bakanlığı, valilik, Büyükşehir Belediyesi, Gaziemir Belediyesi, Gaziemir Kaymakamlığı arasında bir hayli 'idari' yazışmanın sonucu kurşun fabrikası taşı, toprağı, tesisiyle külliyen bir nükleer kaynak fabrikasına dönüşmüştü.

Muhtemelen 100 bin ton radyoaktif atık gömülü toprak tutuşmasa kimse 'gözle görülmez ölümcül kirlilik' fark edilmeyecek belki de terk edilen fabrikanın 70 dönüm arazisi TOKİ'ye satılacaktı.

TAEK ise olay yerinde 'derinden' değil, 'yüzeyden' yaptığı inceleme sonrası atık gömülü arazideki radyasyon seviyesinin 'toprak yüzeyinde doğal miktarlarda' ölçüldüğünü ve yanmanın toprakta birikmiş kimyasallardan olabileceğini açıkladı.
Biliyorduk ki, ülkemizde toprağın organik yapısını bozup tutuşturan kimyasallar da 'halkı paniğe sevk eden' haberlerle duyurulmaz 'yaşamın bir riski olduğu' kabulüyle ciğerlerimize, kanımıza derinden derinden doldurulurdu...

SANAYİ ATIKLARIMIZ DOĞAMIZDA DEPOLANIR... 

Ayrıca şehirlerin dibine dikilmiş endüstriyel tesislerinde  zehirli atıkları bertaraf etmek 'yüklü bir işletme maliyetiydi' zaten akarsu, gölet, körfez ve tarım arazileri, açık alanlar 'atıl atıl' ne güne duruyordu.

Böylece 'ulusal atık bertaraf stratejimiz' zehirli kimyasal atıkları doğrudan doğanın alıcı ortamına deşarjı üzerine kurulmuştu.

Yılda 5 milyon ton metal, kimya ve gıda sanayi atığının çevre ve kamu sağlığı yok sayılarak yaşam ortamlarına salındığı ülkemiz de maalesef 'kamu-özel ortaklığı' atık tesisi kurmaya kimse talip olmuyordu...

Ergene Nehri zehir köpürterek akıyor, Dilovası Körfezi'nde bebekle ana karnında ağır metal taşıyıcısı oluyor, siyanürlü madenciliğimiz 'siyanür doğa ve insana dosttur' propagandası yapıyor ve Gaziemir'de toprak içten içe yanarken TAEK'in 'yanma radyasyondan değil, kimyasal atıklardan' açıklamasıyla bayağı rahatlıyorduk.

Akşam / 08.12.12