Çalışmak sağlığa zararlıdır - Pınar Ögünç

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 09 Nisan 2012
  • 04:58

Sanki paralel evrenler var. Paralel çizgiler gibi sonsuzlukta asla kesişmiyorlar.
Mesela bir kadın 20 Şubat’tan beri bir binanın önünde ‘İşimi geri istiyorum’ pankartının dibinde oturuyor. Dört buçuk yıldır İnşaat Mühendisleri Odası Genel Merkezi’nde temizlik ve çay servisi yapan Cansel Malatyalı, kendisine söylendiği gibi ‘performans yetersizliği nedeniyle’ işinden olmadığına inanıyor. İnat etmiş, oradan ayrılmıyor.
Mesela iki hafta önce Denizli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bir tekstil fabrikasında buhar kazanından kimyasal gaz sızdı; 22 işçi zehirlendi.
Mesela işten atılan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı Çapa ve Cerrahpaşa Araştırma Hastanelerinde çalışan 196 taşeron sağlık işçisi tam 49 gündür hastane bahçesindeki çadırda. Bir yandan işe iade davalarıyla uğraşırken, diğer yanda her sektörde taşeronlaştırmanın vahametine dair seslerini yükseltiyorlar.
Mesela üç aylık maaşları ve tazminatları ödenmeden işten çıkarılan 420 işçi, Hey Tekstil önünde tam 62 gündür eylem yapıyor. Patronları ‘yılın tekstilcisi’ seçilirken yenisini alamadıkları için çocuk bezlerini kurutup tekrar kullandığını söylüyor bir işçi kadın.
Mesela İzmir’deki Savranoğlu Deri Fabrikası’nda işten çıkartılan işçilerin direnişi bir yılı geçti. Bir yandan tabaklamada kullanılan kimyasallar yüzünden hepsinde ayrı bir araz… Billur Tuz’da sendikalı diye işten çıkarılan 47 taşeron işçi de aylardır fabrikalarının önünde. Mesai saatlerinde tuvalete gitmenin yasak olduğu ama stoklar tamamlandığında birden 15 gün ücretsiz izin verilebilen fabrikalarının… 

Kimin aklına gelir?
Azını saymışımdır. Öyle tuhaf ki, bu evrenin haberleri anaakım medyaya neredeyse hiç girmiyor. Türkiye ekonomisinin büyüme hızıyla başı dönüp durdukları yere daha sıkı tutunan ekabir kesim değil, daha steril sandığı sektöründe, bir lokma daha fazla maaş alıyor diye, muamelede, esnek iş koşullarında, güvencesizlikte tam aynısını yaşayanın da kulakları kapalı. Kendisini o diğer evrende sanıyor.
Taşeron, kornişon gibi bir turşu türüdür belki. Asıl mücadele Survivor adasındaki ünlülerle gönüllülerinkidir.
İşte böyle olunca işçilerinin sadece ölüsünü tanıyan bir ülkeye dönüyoruz. Eskişehir’in Koyunağılı köyündeki madeninin tavanı çöküyor. Ah nasıl üzülüyoruz. “Ne kötü kader” diyoruz. Zaten demişler, madenciliğin doğasında var ölmek.
Aşkale’de baraj gölünün ortasındaki trafoyu onarmaya, yunus kafalı deniz bisikletiyle giden beş TEDAŞ işçisi bağıra bağıra donarak ölüyor. “Ölümün de böylesi, kimin aklına gelir” diyoruz. Onların aklına gelmiş ama mesela.
Sonra ölü tersane işçileriyle ünlü Tuzla’dan bir haber daha geliyor; bir patlama ikisini daha öldürmüş, altı yaralı.
Mart ayı içinde 59 işçi öldü. Sadece Nisan’ın ilk beş gününde ONALTI insan işinin başında, çalışırken canından oldu. Neyse ki hepsi münferitti. 

Çalışmak sağlığa zararlıdır
Bir kitaptan söz edeceğim. Ayrıntı Yayınları’ndan kısa bir süre önce çıkan ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’da sosyolog Annie Thébaud-Mony, farklı sektörlerden numuneler sunarak çok temel bir meseleden söz ediyor. İş kazası diyerek tesadüfileştirdiğimiz, oysa ki iş organizasyonunun sermaye yanlı tabiatından kaynaklanan ölümleri ve hastalıkları neden Ceza Kanunu’nun sağladığı imkânlarla yargılamıyoruz? ‘Tehlikedeki kişiye yardım etmeme’, ‘onura saldırı’, ‘başkasını bilerek tehlikeye atma’, ‘taksirle insan öldürme, yaralama’… Bunlar suç. Ve soruyor: Kişinin beden bütünlüğüne saldırı, kamu düzenine saldırı değil midir?
Thébaud-Mony, risklerden sıyrılmak için mesuliyetin alt işverene devri ve iş ölümlerinin başka ülkelere kaydırıldığı neokolonizasyon süreçlerini çok güzel anlattığı gibi, dünyadan direniş örnekleri de veriyor.
Pardon, oralar da başka uzak evrenler.

Radikal / 09.04.12