Burada kim yabancı? - Berrin Karakaş

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 07 Eylül 2012
  • 04:48

2012-2013 Adli Yıl Açılış töreninde Yargıtay Başkanı Ali Alkan yargı sisteminin nasıl da modern bir yapıya kavuştuğuna delil olaraktan yüksek mahkemelerin binalarının ihtişamından bahsediyordu. “Günümüzün ihtiyaçlarına göre binaları yeniledik” diyordu. “Anca binaları yenileyebildiğimiz için ver ha suç yaratıyoruz” demiyordu.
Orgeneralinden başbakanına sıra sıra el sıkışılarak, sıradakilerin her fırsatta yaptıkları gibi medyaya gerekli ayar verilerek açılan yeni yargı yılının ilk davalarından ‘KCK Basın Komitesi’ davası, 10 Eylül’de haşmetli Çağlayan Adliyesi’nde. Ayarın hapsedilerek verildiği gazeteciler davası diyelim. Ki en kötüsü, onlar buna alışkınlar.

Alkan söz konusu açılış konuşmasında “Yargı bağımsızlığı yargıcın onurudur” da diyordu. Sanırım 36’sı tutuklu 44 gazetecinin yargılanacağı bu dava da iyi bir imtihan onur hususunda. İddianameye suç delili olarak yerleştirilmiş Fırat News’ün internet sitesinden 2009 tarihli ‘Kürt basını 111 yaşında’ başlıklı haber dosyasını şayet iyi okurlarsa yargıçlar, bombalanan gazeteler, öldürülen çalışanlar, sürgünden başlayan bu tarih suçluya, suça dair çok şey söyleyecektir. Düşündürttüğü gibi, arada ‘Track 05 isimli Kürtçe şarkı’ gibi absürdlüklerle acı acı güldürecektir de. Yargıçların en onursuzuna dahi en azından şu soruyu sorduracaktır iddianame: “Neden 800 sayfa boyunca en az yirmi kere gizli tanık olarak Bahar ve Cemile isimleri geçmekte?”
İddianameye dair sorulacak yüzlerce sorudan birkaçını İstanbul’dan, Ankara’dan, tepelerden seyirle değil, haberinin öznesiyle aynı seviyeden DİHA’ya bildiren, Van’dan bir tutuklu gazeteci Oktay Candemir’in suç delili haberlerinin başlıklarıyla sorarsak: Mesela ‘Kürt sorunu çözülmeden bölgeye yatırımcı gelmez.’ Mesela ‘Ağrı’da sendikalar yargı kıskacında.’ Mesela ‘Gözaltında ölen Gür dava açtığı polisler tarafından tehdit edilmiş.’ Mesela ‘OHAL’den sonra ne değişti?’ Mesela ‘Ölümün sınırında ekmek için kararan kaçak yaşamların öyküsü.’
Bu öyküde Türkiye İran sınırında kaçakçılık yapanlar var. 2006 yılından beri Türk ve İran askerlerince 100’den fazla insan öldürülmüş, yaralanmış sınırda. Açılan davalar yarım kalmış, zanlı Türk askerleri tahliye edilmiş. İddianameyi hazırlayanlar bu yazılanlarla değil, haberi yapanın, “Türk askerinden bahsederken yabancı bir ülkenin askerinden bahseder gibi haber yapılıyor” iddialarıyla ilgililer.

Acaba burada kim yabancı? Bugün Diyarbakır’da davası görülecek, tam da Ermeni soykırımının 96’ncı yıldönümünde zorunlu askerlik yaparken öldürülen Sevag Balıkçı’nın bir yıl dört aydır serbest zanlı ‘asker arkadaşı’ bu topraklarda yaşamıyor mu? Sevag Balıkçı bu topraklarda yaşamıyor muydu? Yine sınırda bir
sır ölüm Roboski bu topraklarda değil mi? Bu topraklarda polisler insanları öldürüp, tecavüz edip de suçsuz kalmıyor mu? Yoksa bu topraklarda bir savaş da mı yok? Hürriyet gazetesinin Pazar neşesi manşeti gibi mi her şey?
Bunlar hangi ülkenin gündemi acaba? O dağlarda ordunun kimyasal silah kullanıp kullanmadığını araştırmaya kalkanların hapiste olduğu ülke neresi?

Hürriyet’in ‘çok ses getiren’ haberinde ‘Şemdinli Manzaralı Fotoğraf’ alt başlığında “Yazı zaten uçar gider. Aklınızda kalan sadece bu manzara olsun” deniyordu. Manzaraya bakmak, orada seyre dalmak mıdır, yoksa manzara olmak mıdır esası?
Bu manzaraya, bu kurgu fotoğrafa bir de Thomas Bernhard’ın ‘Yok Etme’ kitabından şu satırlarla bakalım: “Fotoğraf çekmek hain bir ihtiras, giderek tüm insanlık kaptırıyor buna kendini, çünkü çarpıklık ve sapıklığı sevmekle kalmıyor ona tapıyorlar da ve gerçekten de zaman içinde yığınla fotoğraf çekerek bu çarpık sapıkça dünyayı tek doğru dünya olarak algılıyorlar.”

Radikal / 07.09.12