"Bu ülkede ırkçılık yoktur" diyorsanız eğer... – Yetvart Danzikyan

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 11 Şubat 2013
  • 05:39

Irkçı, milliyetçi zihniyetin kurbanları, taşrada neredeyse gizlice anılabiliyorsa eğer, "bizde ırkçılık yoktur" nutuklarında ciddi bir inandırıcılık meselesi var demektir.

Geçen haftanın kıyıda köşede kalan, daha doğrusu orada bile kalmayan, hiç görülmeyen haberlerinden biriydi... Rahip Santoro için düzenlenen anma töreninden bahsediyorum. 5 Şubat 2006'da Trabzon'da öldürülmüştü. Sonra cinayetler durmadı. 2007'nin Ocak ayında Hrant Dink, Nisan ayında da Malatya'daki Protestanlar katledildi. Bunların hepsini gayet iyi biliyorsunuz. Dava dosyaları ile ilgili de çok şey okumuş olmalısınız. Ben dava dosyalarına girmeyeceğim bu yazıda. Başka bir şeyden bahsedeceğim. Onları nasıl andığımızdan.

Bu cinayetlerde derin devletin ister katkısı olsun, ister olmasın. Öyle ya da böyle kesin olan şey şudur: Bu insanlar ırkçı, milliyetçi saiklerle katledilmişlerdir. Buna herhalde kimse itiraz edemez. Devlet içindeki güçlerin buradaki dahli, bu cinayetlerin özelliğini değiştirmez. Tetiği ya da bıçağı çekenlerin hangi hissiyatla kurbanlarına yaklaştıklarını da. Bu cinayetlerin hepsi, katıksız biçimde, toplumda farklı bir dine tahammülü olmayan zihniyet tarafından, bu farklı dinin üyelerinin kamusal alanda görünmesini hazmedemeyen faşist bir zihniyet tarafından işlenmişlerdir.

Dolayısıyla uygar bir devlet için, ırkçılığı, faşizmi mahkum eden bir devlet ve toplum için utanç kaynağıdırlar. Ve cinayetin işlendiği dönemde ya da sonrasında iktidarda bulunan her Hükümet, eğer bu zihniyeti paylaşmıyorsa, bu zihniyete prim vermiyorsa, bu zihniyete şirin görünmek istemiyorsa, bu cinayetleri en net biçimde lanetler.

Buraya kadar sorun yok değil mi? Evet buraya kadar yok çünkü, bu cinayetler kınandı, kınanıyor. Ama asıl mesele bundan sonra. Çünkü iktidarların, çoğunluğun işi burada bitmez. Asıl iş, bu lanetlemeden sonra başlar. Çünkü eğer hükümet bu zihniyeti paylaşmıyorsa, bu zihniyete prim vermiyorsa, bu zihniyete şirin görünmek istemiyorsa, katledilenlerin "kamusal", "görünür" biçimde anılması için çabalar ve orada olmaya özen gösterir. Bu, önemlidir zira böyle anma törenlerinin çok önemli simgesel anlamları olur. İlk olarak çoğunluğu temsil eden

iktidar, bu zihniyeti mahkum ettiğini ancak böyle gösterir. Kınama nutuklarıyla değil. Biliyorum, yeterli değildir, buralarda bile riyakarlık yapılır birçok ülkede ve mağdurlar belki de bu katılımları samimi bulmazlar. Ama önemlidir. Zira bu bir mesajdır. İktidar, mağdurların yanında durarak katillere ve katillerle aynı zihniyeti taşıyanlara bir mesaj vermektedir. "Ben" der, iktidar, "Bunun karşısındayım... ve karşısında olmaya devam edeceğim..."

Bir iktidar açısından işin zorluğu ve önemi buradadır işte. Çünkü bunu yaparak "tabanı", en azından bir bölümünü belki de kızdıracaktır.

"Taban" böyle bir mesajdan belki de rahatsız olacaktır. İktidarın "iç düşman"ın yanında durduğunu düşünecek, belki de dişlerini sıkacaktır.

Bunların hepsini biliyoruz. İşte tam da bu yüzden önemlidir, anlamlıdır. "Çoğunluk" adına birilerinin orada olması, o boğucu, baskıcı atmosferin bir nebze de olsa, hiç olmazsa o gün için dağılmasını sağlar.

Şimdi. Tam da burada bakalım. Bu ülkedeki ırkçı faşist cinayetlerin kurbanları nasıl anılıyor? Rahip Santoro bu yıl 5 Şubat'ta Roma'da düzenlenen mütevazi bir törenle anıldı... Törene Türkiye adına Vatikan Büyükelçisi Kenan Gürsoy katılmış. Santoro için hayatını kaybettiği Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi'nde de bir anma töreni düzenlenmiş.

Törene Santoro'nun kız kardeşi Maddelana Santoro, Türkiye'deki Katolik kiliselerinden ve Roma'dan gelen bazı din adamları ile az sayıda cemaat katılmış. Tören basına kapalı yapılmış. İktidar ya da muhalefetten herhangi bir düzeyde, herhangi bir katılım olmamış. Zaten bir haber sitesinde tesadüfen görmesek bu anma töreninin yapıldığından bile haberimiz olmayacak. Bilmiyorum bu yazıyı okuyanlardan kaç kişi, bu anma törenlerinden haberdar. Bir anlamda gizlice yapılıyor bu törenler. Çünkü bizim ülkemizde hassasiyetler vardır. O hassasiyetlerin ne manaya geldiğine de değinecegiz.

Bu tekil bir örnek değil. Malatya Katliamı'nda ölenler için yapılan anma törenleri de gayet sessiz ve mütevazi biçimde geçiyor. İktidar ya da muhalefetten herhangi bir temsilci buralarda görünmemeye özen gösteriyor. Bu yazıyı yazarken internette küçük bir arama yaptım, son anma töreni (5. yıldönümü) nasıl geçmiş diye. Malatya'da taş çatlasın 10 kişinin katıldığı küçük bir törenden sahneler vardı Youtube'de. Yerel bir kanal haberleştirmiş. Tilmann Geske'nin eşi ve çocukları dualar okuyordu. Youtube kullananlar bilirler, her cins görüntünün altında bir de okur yorumları olur. Bilhassa Türkiye ile ilgili konularda bu yorum sayfası bol bol ırkçı kin kusma seanslarına sahne olur. Okurken mideniz bulanır ama bir yandan memleket gerçekliği hakkında fikir edinirsiniz. Bu ve Malatya cinayeti ile ilgili diğer görüntülerin altında ise böyle yorumlar yoktu. Hemen sevinmeyin. Mesele öyle değil. Yorumları okuyacağımız yerde beliren notta o sayfadaki yorumların kaldırıldığı söyleniyordu. Acaba nasıl yorumlar vardı ki, Youtube yöneticileri bunları kaldırmaya gerek görmüştü? Hayal etmek zor değil. Bu örnekte de durum değişmiyordu. Bu anma törenleri neredeyse gizlice, "çoğunluğu" kızdırmadan sinirlendirmeden yapılmak zorundaydı sanki.

Denecektir ki, ya Hrant'ı anma törenleri? Evet belki de burada biraz da çuvaldızı kendimize batırmamız lazım. Hrant Ermeni bir gazeteciydi ve solcuydu. İstanbul'daydı. Göz göre göre katledildi. Ve o göz göre göre katledilmeye tepki olarak, onu çok fazla insan sahiplendi. Elbette ki gereken de buydu, doğrusu da budur. Fakat şöyle bir mesele sol-demokrat ve Müslüman kesim için de apaçık duruyor. Ya solcu olmayanlar? Ya gazeteci olmayanlar? Ya hiçbir şey olmayanlar? Ya taşranın o boğucu, nefes almaya imkan vermeyen taassubunda; katledilen yakınlarını neredeyse gizlice anmaya çalışanlar? Bizim de dönüp kendimize bakmamızı gerektiren bir durum var sanki ortada.

Bu parantezden sonra tekrar konumuza dönelim. Örnekleri çoğaltabilirim ve inanın hiç zorlanmam. Gelin Sinagog saldırılarında ölenleri nasıl andığımızı hatırlayalım. Hani El Kaide'nin baş şüpheli olduğu, 2003 yılında Şişli ve Kuledibi'ndeki iki sinagoga eş zamanlı olarak düzenlenen bombalı saldılarda ölenler. 27 kişi ölmüştü. Burada belki biraz daha şanslıyız. Hiç olmazsa Beyoğlu Müftüsü, Belediye Başkanı filan katılıyor anma törenlerine. Ama yukarıda bahsettiğim türden "kamusal", iktidarı temsil eden bir katılım görmek zor. Biliyorum, zor

olacak elbette. Sağ'ın "Yahudi" meselesi ile yüzleşmesini gerektirecek bir katılım olacaktır zira bu. Ve öyle bir yüzleşme hayli zordur mevcut durumda. Ama zor olması, bunun bir mesele olarak önümüzde durduğu gerçeğini değiştirmiyor, değiştirmez.

Toplam tabloya bakacak olursak: Hepsinde bir mazeret var değil mi?

Kimini derin devlet yaptı, kimi misyonerdi, kimini El Kaide yaptı. Kimini Türkiye'yi zor durumda bırakmak isteyenler yaptı. Hiçbirinde bu topraklardaki baskıcı, ayrımcı zihniyetin bir dahli yoktu, değil mi? Hiçbirinde klasik resmi görüş, sağ ve -bir kısım- sol tarafından pompalanan yabancı düşmanlığının payı yoktu değil mi? Hepsine takacak bir kulbunuz var.

Bu ülkenin faşizmiyle yüzleşmemektir bu. Kendimizi kandırmaktır. Ve bu yüzleşmeme hali sürdükçe, "Bu ülkede ırkçılık yoktur, hiçbir zaman olmamıştır" nutukları havada kalmaya mahkumdur. Ki zaten o nutuklarda farkettiyseniz hiç Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler sayılmaz. "Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkesiyle, Lazıyla, Boşnağıyla..." diye gider. O sıralama çok şey anlatır bize. Bu ülkenin adı konmamış ırkçılığını, en başta. Ve ülkedeki "milletler" hiyerarşisini..

Evet gizli gizli yapılıyor o törenler.Çünkü çoğunluğu bir de anma töreniyle "germemek" lazım. Çünkü evet bunlar hassas konulardır.

Memleketimizin hassasiyetleri vardır. O hassasiyetlere saygı göstermek lazımdır. Hiçbirimiz gerginlik istemiyoruzdur. Bu ülkede ırkçılığın ismi hassasiyet oldu ne zamandır. Haberiniz var, değil mi?

Radikal / 11.02.13