Bu kez çıta kırılacak mı? - Pınar Öğünç

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 30 Kasım 2012
  • 07:27

Bir İmralı’yla görüşme deniyor, ‘zaten görüşüldü’, ‘şu an bile görüşülüyordur’ sularına geliyoruz. Sonra birden idam mevzuuna geliyoruz; silah bırakmanın şartları cümle içinde kullanılabilecekken BDP milletvekillerinin dokunulmazlık meselesi ısınarak geliyor gündem sofrasına. Hükümet, siyaset aritmetiği içinde anlamlandırdığı ‘uç’ hamlelerin birbirini ‘götüreceğini’ varsayıyor; politikasızlığın emaresi olan bu savruluşun hem Kürtler hem Türkler nezdinde nasıl bir usanç yarattığını görmemeyi tercih ediyor.

Milletvekili dokunulmazlıkları, ilkesel bazda konuşulabilecek, tartışılabilecek mevzular. Ama bir gruba yönelik ‘kaldırırım ha’ sopasının manası başka. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun şu cümleleri o kadar güzel bir özet ki: “Aslında elimizdeki dosyalarda çok daha ağır suçlamalar var BDP ile alakalı. Başbakan veya AK Parti Grubu, gerçekten BDP’lilerin söylediği gibi onları saf dışı bırakmak, partilerini kapatma gibi niyetleri olsaydı bunu bin defa yaparlardı. 660 dosya içinde daha çok sayıda ağır suçlama var. (…) ‘göz görmezse gönül katlanır’ derler. Ama kucaklaşma sahnesi bardağı taşıran damla oldu. Bu manada Sayın Başbakanımızın net tavrı da bunların aymazlığından kaynaklanıyor.”

Açık bir şekilde şimdiye kadar idare ettiklerini söylüyor Kuzu. İsteselerdi çoktan bütün BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırabileceklerini, partiyi kapatabileceklerini ifşa ediyor. Sonra da Başbakan milletvekillerinin tevazu sahibi olması gerektiğinden bahsediyor.

‘Erdoğan, Atatürk’e benziyor’

Dün Barış Meclisi bir çağrı yaptı: “Vekillere dokunmayın, müzakereyi başlatın”. Basın toplantısında konuşmacıların uzlaştığı nokta, Abdullah Gül’ün ‘çıkmaz sokak’ uyarısıyla kesişiyor. Elimizde DEP milletvekillerine dokunuluşuna dair tecrübe var ama bir fark da var. BDP’lilerin dokunulmazlık dosyalarının birden öne çekilmesinin Kürt halkında yaratacağı tesirin, özellikle açlık grevleri sonrası haletiruhiye düşünüldüğünde başka olacağı o kadar ortada ki.

Konuşmacılardan biri de Yavuz Delal’di. Kendisi lafa vurgulayarak girdiği için İslami cenahtan bir yazar olduğunu ben de ekleyeyim. Delal, İslami camianın Kürt meselesine geldiğinde Müslüman olmadığını, Müslüman gibi davranmadığını söylüyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ‘devrimci figürler’ olarak Atatürk ve Tayyip Erdoğan’ın ne kadar benzediğinden, bilhassa konu Kürtlere geldiğinde tercih edilen devamlılıktan dem vuruyor.

Delal’in bir öngörüsü de var: “Açlık grevleri, iki tarafın da elini yüksek tuttuğu bir süreç oldu. Selahattin Demirtaş ‘Öcalan Diyarbakır’a gelsin’ çağrısı yapabildi, Tayyip Erdoğan Almanya’da uluslararası basının karşısında açlık grevindekiler için ‘Yiyorlar’ diyebildi. Çıta o kadar yükseldi, o kadar gerildi ki tam kırılacağı noktada duruldu. Bu dokunulmazlık meselesinde de çıtanın kırılacak kadar gerileceğini ama kırılmadan müdahale edileceğini düşünüyorum. Çünkü telafisi olmayacak bir harekettir. Bunu da iyi bildiklerinden eminim.”

(İstanbul’dakiler için bugün 19.00’da HDK İstanbul İl Meclisi’nin çağrısıyla Taksim’den, yarın 17.00’de Barış Meclisi’nin çağrısıyla Tünel’den başlayan yürüyüşler olacak.)

Radikal / 30.11.12