Bologna süreci üzerine-2

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 29 Kasım 2012
  • 11:54

Bir önceki yazımızda, Bologna Sürecinin kendisini bir ihtiyaç olarak dayatan nesnel-tarihsel süreci irdelemiştik. Bu yazıda da Bologna Süreci’nin somut uygulamalarını ele alacağız.

Üniversitelerin “özerkleştirilmesi”

Bologna Süreci’nin temel amaçlarından birisi, Avrupa sermayesinin sırtında kambur oluşturarak, onun uluslararası alanda rekabet gücünü azaltan eğitim maliyetlerinin, eğitimin ticarileştirilmesi yoluyla işçi-emekçi kitlelerin sırtına bindirilmesini sağlamak idi. Bu noktada yükseköğrenimin kendisi piyasalaştırılarak ve insanların para ile satın alabildiği bir meta haline getirilecekti.

Bu amaç doğrultusunda harekete geçen egemenler, amaçlarına ulaşırken, uzun yıllardır gençlik hareketinin temel taleplerinden birisi olan “özerk üniversite” talebini kimliksizleştirmeye çalıştılar. Üniversitelerin özerk olması gerekliliği üzerinden tartışmalar yürüten burjuva sınıfın temsilcileri, üniversitelerin özerkliğini mali özerkliğe indirgediler.

Mali özerklikten kasıtları ise, devlet tarafından üniversitelere yapılan yatırımların durdurularak, üniversitelerin kendi bütçelerini kendilerinin yaratmalarından başka bir şey değildir. Yani mali özerkliğe sahip üniversite, kendi mali kaynağını kendisi yaratan ve yaratmış olduğu mali kaynağı kullanma noktasında bağımsız olan üniversitedir. Bu noktadan hareketle kendi öz kaynakları ile üniversiteleri finanse etme zorunluluğu ile karşı karşıya kalan üniversitelerde, üniversite için tüm hizmetlerin paralı hale getirilmesi, üniversiteye ait zenginliklerin özelleştirmeler yolu ile sermayeye peşkeş çekilmesi gibi uygulamalar da daha hızlı bir şekilde yaşanır olmuştur.

Üniversite sermaye işbirliği ve mütevelli heyetleri

Bologna Süreci’nin kendisini dayatan nesnel gerçekliklerden bir tanesi de, Avrupa emperyalizminin, teknoloji alanındaki hegemonyayı elinde bulunduran ABD ve Japonya emperyalizmine karşı konumlanması zorunluluğu idi. Bu bağlamda kendisini dayatan ihtiyaç ise, üniversite ile sermaye arasındaki işbirliğinin kuvvetlendirilmesi ve organik bir hale büründürülmesiydi. Bu sayede üniversiteler, ilişkide bulunduğu sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda üretimlerde bulunacak ve daha ileri bir teknoloji ile üretimin olanakları yaratılacaktı.

Kuşkusuzdur ki, üniversitelere dayatılan mali özerkliğin kendisi, üniversitelerin sermaye ile bu ilişkileri kurmasının maddi zeminini güçlendirmiştir. Mali özerklik dayatması karşısında kaynak arayışlarına itilmiş olan üniversiteler, bu sorunu nihai olarak, sermaye ile sağlanılan işbirlikleri ekseninde çözmüştür. Bu çözüm, gerisin geriye üniversitelerdeki dönüşümün de niteliğini belirlemiştir. Üniversitelerdeki tüm dönüşüm o sermaye grubunun ihtiyaçları ekseninde ilerletilmiştir. Örnek vermek gerekirse eğer, ders müfredatları ya da ders içerikleri bile sermayenin ihtiyaçları dâhilinde esnekleştirilmiş- dönüştürülmüştür. Hatta günümüze kadar şirketlerin AR-GE’sinde yapılan araştırmalarla sağlanılan teknolojik gelişim, üniversite bünyesinde oluşturulacak teknoloji geliştirme bölgeleri ya da teknokentlere aktarılmıştır.

Mali özerklik ve sermaye ile işbirliği uygulamaları ile sermaye artık üniversitelerin dolaysız bileşeni haline getirilmiştir. Bu haliyle üniversite yönetimlerinde de bir takım reformların yapılması gerekmektedir. Bu reformun en genel çerçevesi ise sermayenin, üniversitenin öz bileşeni olarak tanımlandırılması ve üniversite yönetimlerinde dolaysız bir şekilde yer almasının olanaklarını yaratması oldu. Bu noktadan hareketle, Bologna Süreci dâhilinde üniversitelerin, kurulacak olan Mütevelli Heyetleri ile sermayenin doğrudan üniversite yönetimlerinde olması hedeflendi. Bu mütevelli heyetlerinde, üniversiteyi mali açıdan en çok finanse eden şirketler sıralamasında en çok parayı verenler, ildeki vali - emniyet müdürü ve akademisyenler olacaktır. Bu şekilde kurulacak bir danışman kurulu ekseninde üniversitelerin yönetilmesi amaçlanmaktadır ve bu uygulamaya örnek olarak da vakıf üniversiteleri gösterilmektedir. Koç ve Sabancı Üniversitesi’nin mütevelli heyeti ise bizlere ileride devlet üniversitelerin kimler tarafından yönetileceğine dair ipuçlarını vermektedir. Sabancı Üniversitesi mütevelli heyeti,. Güler Sabancı – Sabancı Holding Başkanı, Prof. Dr. Nihat Berker – Sabancı Ünivesitesi Rektörü, Dr. Can Peker – BOY Yönetim Hizmetleri Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı, Halis Komili – Komili Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, Hayri Çulhacı – Akbank Yönetim Kurulu Başkan yardımcısı, Muharrem Kayhan – Söktaş Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, , Prof. Dr. Sadık Esener – Nano-Tümör Merkezi, University of California at San Diego, Sevil Sabancı – Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Suzan Sabancı Dinçer – Akbank Yönetim Kurulu Başkanı isimlerinden oluşmaktadır.

Yani üniversiteler, ülkedeki işçi-emekçilerin kazanılmış haklarına göz dikenlerin, maliyetleri düşürmek amacıyla doğayı katledenler, kendi basını-medyası ile kadını cinsel bir öğeye dönüştürerek ikincil insan konumuna itilmesini sağlayan ideolojik bombardımanı yaptıranlar, karını arttırmak adına güvenlik önlemlerine önem vermeyerek iş kazalarında binlerce işçinin ölmesine neden olanlar ya da buna göz yumanlar, biz öğrencilere geleceksizliği-işsizliği dayatanlar tarafından yönetilecektir. Ayrıca her türlü bilimsel bilginin üretim alanı olan üniversitelerin yönetimlerinde vali ve emniyet müdürlerinin olması da mütevelli heyetlerinin aynı zamanda gençlik hareketini bitirme amacıyla hareket edeceğini göstermektedir.

Öğrenci konseyleri

Bologna Süreci ile birlikte hayata geçirilecek olan uygulamaların gençlik içerisinde yaratacağı öfkeyi bastırmak, kitleselleşmeden engellemek yada oluşabilecek gençlik hareketinin düzen içi alanlara yönelmesini sağlamak için iki önemli önlem alınmıştır. Bunlardan birisi az önce tartıştığımız üzere mütevelli heyetlerine emniyet müdürü ve valilerin alınması, diğeri ise öğrenci konseylerinin kurulmasıdır. Öğrenci konseyleri ile hedeflenen, devlete bağlı, göstermelik, merkezi bir öğrenci konseyi yaratmak ve bu konseyleri, öğrencilerin öz örgütlülüğü olarak yansıtarak, gençlik içerisinde meşrulaşmalarını sağlamak, bu şekilde öğrencilerin devrimci gençlik örgütleri ile arasındaki köprüleri koparmaktır. Harç zamlarının kaldırılmasının ardından devrimci-ilerici gençlik örgütleri öğrencileri alana-sokağa-mücadeleye çağırırken, öğrenci konseylerinin Tayyip Erdoğan’dan özür dilemesi bu durumu çok açık bir şekilde göstermektedir.

Eğitimin standartalize edilişi ve emek göçü

Bir önceki yazımızda, Bologna Süreci ile Avrupa Araştırma Alanı ve Avrupa Yükseköğrenim Alanı’nın yaratılmasının hedeflendiğini belirtmiştik.

Avrupa Araştırma Alanı ve Avrupa Yükseköğrenim Alanı’nın yaratılması amacıyla hareket eden katılımcı ülkelerin ilk işleri ise tüm katılımcı ülkelerdeki yükseköğrenimin niteliğini eşitlemeye girişmek oldu. Hangi bölümlerde hangi derslerin okutulup hangilerinin okutulmayacağı, okutulacak derslerin içeriklerinin neleri kapsayıp neleri kapsamayacağı ve kredilerinin ne olacağı belirlenecek ve tüm katılımcı ülkelere ait üniversitelerde, yükseköğrenimdeki değişimler belirlenen bu normlara göre yapılarak eşit standartların yaratılması sağlanacak.

Bu dönüşüm içerisinde, üniversitelerimizde zorunlu olarak okutulan Türk Dili ve Edebiyatı dersleri ile Türkiye Cumhuriyet Tarihi dersleri ise tarihe karışacak. 1980 askeri faşist darbesinin ardından kurulan YÖK tarafından zorunlu olarak ders müfredatlarına katılan bu derslerin okutulması, sermayenin bugünkü ihtiyaçları doğrultusunda zorunlu olmayacak. Çünkü Almanya’nın herhangi bir üniversitesinden mezun makine mühendisi ile İstanbul’daki herhangi bir üniversiteden mezun bir makine mühendisinin yükseköğrenim formasyonlarının eşitliği, bu iki mühendisin de kendi dillerini ve içerisinde yaşadıkları ulusların tarihlerini kapsamlı bir şekilde bilmeleri üzerinden tanımlanmamaktadır. Dolayısıyla bu tür dersler artık bir zorunluluk olarak okutulamayacaktır.

Bu süreç sonucunda Avrupa’daki bilgi üretim süreci, katılımcı tüm ülkelerde kolektif olarak tartışılabilecek ve bilgi üretim süreci ile teknolojinin geliştirilerek üretime dahil edilmesi, Avrupa’nın, ABD ve Japonya ile rekabet edebilmesi için olanak sağlayacak. Ayrıca yükseköğrenim mezunu vasıflı emek sahiplerini aynı niteliğe ulaştırarak periferi katılım ülkelerden merkez katılımcı ülkelere vasıflı emek göçünün olanakları yaratılacaktır.

Aynı zamanda, son yıllarda üniversitelerde var olan Erasmus vb. programlar ile vasıflı emeğin göç sürecinin maddi zemini hazırlamaya çalışmaktadır.

Mesleklerde dönüşüm

Bologna Sürecinin bir diğer somut yaptırımı ise mesleklerdeki dönüşümdür. Her 4 üniversite mezunundan birinin işsiz olduğu günümüz Türkiye koşullarında, bu işsizliği de bir fırsat olarak kullanan sermaye sınıfı, mesleklerde dönüşümleri dayatmıştır. Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenlere ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik, mühendislik fakültesi mezunlarına yetkin mühendislik, hukuk fakültesi mezunlarına ise stajyer avukatlık adları altında yapılan saldırılar ile mesleki dönüşümler dayatılmaktadır.

Mesleklere yönelik saldırı aynı zamanda akademisyenleri de etkilemektedir. Üniversitelerde dayatılan performansa dayalı çalışma sistemi, akademisyenleri parça başı üretim yapan işçilere dönüştürmüştür.

Bologna süreci dâhilinde gerçekleştirilen dönüşümlerin ülkedeki görünümleri kabaca bunlardır. Bu uygulamaların bazılarına karşı gençlik kitlelerinin eylemlilikleri gerçekleşmiş olsa da ciddi bir gençlik muhalefeti olgunlaştırılamamıştır.

(Ekim Gençliği, sayı 141, Kasım 2012)