Bir dönem kapanıyor mu? – Merdan Yanardağ

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 17 Şubat 2013
  • 15:49

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Balyoz davasından hükümlü olan ve kalp ameliyatı geçiren E. Orgeneral Ergin Saygun’u önceki hafta hastanede ziyaret etmesi geniş yankı uyandırdı. Yapılan yorumlara ve ziyaretin hemen ardından gelişen olaylara bakılırsa küçük bir siyasal depremin yaşandığı bile söylenebilirdi.

Nitekim artçı sarsıntıların gelmesi gecikmedi. Bu ziyareti AKP’nin askerlerle uzlaşma girişimi diye okuyan ve bu durumu kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılayan Cemaat,  Erdoğan’a yeni “28 Şubat” soruşturma dalgalarını başlatarak cevap verdi. Son bir hafta içinde çoğu emekli general olmak üzere 7 subay daha tutuklandı.

Erdoğan’ın ziyareti, hukuku katledenlerin cinayet mahalline dönüşü gibiydi. Samimiyetten uzak, suçu başkasının (ortağının) üzerine yıkmaya dönük ve ince siyasal hesaplarla yapılmış diplomatik bir ziyaretti.

Anımsanacağı gibi Başbakan Tayyip Erdoğan, bu hastane ziyaretinden önce katıldığı bir televizyon programında da Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk ve bu dönemde açılan benzer diğer davalardaki tutuklu yargılamaları, amirallerin /generallerin “teröristlikle” suçlanmalarını beklenmedik bir şekilde eleştirmeye başlamıştı.

Peki, ne oldu da Ergenekon, Balyoz ve bağlı diğer soruşturmalar için “Ben bu davaların savcısıyım” diyen Başbakan Erdoğan biden bire tavır değiştirdi? Davalara hukuk dışı bir müdahalede bulunarak, “Şimdi statükonun temsilcileri, darbeciler Silivri’de hesap veriyor” diyen kendisi değil miydi?

Cemaatle ittifak halinde, adliye ve poliste oluşturdukları yasadışı yapılanma ile Ergenekon, Balyoz vb. tertiplerini hazırlayan; muhalif aydınları, gazetecileri, politikacıları ve askerleri yıllardır zindanlarda tutan Madagaskar hükümeti miydi?

Böyle olmadığına göre, ortada çok önemli bir siyasal tutum değişikliğinin bulunduğu ortada. Dolayısısıla Erdogan'ın hastane ziyareti Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini gösteriyordu. Önemi de buradaydı.

Öyle anlaşılıyor ki, muhalefete ve cumhuriyetçi güçlere karşı hukuk ve ahlak dışı yöntemlerle saldıranlara, birileri ölçüyü kaçırdıklarını söylüyor. Bu nedenle AKP liderliği bütün kazanımlarının yitirilmesiyle sonuçlanacak sert bir kırılmanın gerçekleşmesinden korkuyor ve ortamı “normalleştirmeye” çalışıyor.

Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın bu tavır değişikliğinin siyasal sahtekârlık ve ahlak boyutunu bir yana bırakırsak eğer, AKP Hükümeti’nin eski rejimin unsurlarıyla örtülü bir uzlaşma aradığını siyasal/tarihsel bir durum olarak saptamamız gerekiyor.

***

Ergenekon tertibiyle başlatılan tasfiye ve rejim değişikliği sürecinin sonuna gelindiği ve Birinci Cumhuriyet’in işinin bitirildiği anlaşılıyor. Elbette bu sonlandırma Cumhuriyetten geriye ne kaldıysa tamamını kazıma anlamına gelmiyor. Durum daha çok, cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımları ile siyasal İslamcı sağın dinci programı arasında ortalama almak şeklinde gelişiyor.

Kuşkusuz uzlaşma arayışının diğer bir nedenini de Suriye politikası oluşturuyor. ABD ve Batılı ortaklarına borçlu olduğu iktidarının diyetini ödemek zorunluluğunu duyan AKP, kendi ordusuyla daha fazla kavga ederek Ortadoğu’da iddialarını sürdüremeyeceğini fark etmiş görünüyor.

Türkiye’yi Suriye ile savaşın eşiğine getiren AKP, komuta kademesini ve savaş kapasitesini yok ettiği bir ordu ile bölgede daha fazla ileriye gidemeyeceğini anlıyor. Nasıl olsa rejim değişikliğini tamamladığını düşünen AKP Hükümeti, Emniyet Genel Müdürlüğü konumuna çekilmiş bir TSK yaratmayı amaçlıyor. Ancak bunu yapabilmek için ortamı yumuşatması gerektiğini de görüyor.

***

Cemaat, Erdoğan’ın yeni yöneliminden derin bir kuşku duyuyor.

Askerler ve AKP arasındaki olası bir uzlaşmanın, hukukun katledildiği ve örtülü darbeyle sonuçlanan bu karanlık dönemin bütün suçlarının kendilerine yükleneceğinden korkan Cemaat, bu uzlaşma girişimini önlemeye çalışıyor. Bu nedenle bir dizi sabotaj eylemi düzenliyor. Yeniden başlatılan son 28 Şubat tutuklamaları da bu anlama geliyor.

Diktanın destek ihtiyacı!

AKP’nin hazırladığı ve BDP’nin de destekleyeceği anlaşılan yeni anayasa, gerici-faşizan rejimin çerçevesini çizecek. AKP Hükümeti, yeni rejime geçişi hukuksal olarak tamamlamak ve geleceğini garanti etmek için, yukarıda da altını çizdiğim gibi başta askerler olmak üzere bir önceki dönemin güçleriyle uzlaşma arıyor.

Erdoğan, yeni hazırladıkları anayasanın toplumsal tabanını genişletmek ve başkanlık sistemi için asgari bir mutabakat zemini oluşturmak amacıyla ulusalcı-cumhuriyetçi çevrelerin muhalefetini yatıştırmak istiyor.

Başka bir anlatımla şiddetli bir muhalefetle karşılaşmaktan korkan AKP, toplumdan gelebilecek direnişi kırmak için yeni ittifaklar arıyor. Bunun için simgesel adımlar atıyor. İşte bu nedenle E. Orgeneral Ergin Saygun’u hastanede ziyaret ediyor.

Son günlerde yaptığı benzer bir dizi çıkışla, belli ki bazı ulusalcı çevreleri yedeklemeyi amaçlıyor. Verilen tepkilere bakılırsa, ulusalcıların bir bölümü de zaten iktidarla böyle bir uzlaşmaya hazır görünüyor.

AKP’nin Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı erkinde köklü değişiklikler yapılmasını öngören teklif bile, diktatörlük projesinin adım adım yürütüldüğünü gösteriyor.

Başkanlık rejimini (diktatörlüğü) tamamlayacak nitelikteki yeni paket, yargı erkinin bağımsızlığını tartışmasız şekilde yok ediyor. Yargı yürütmenin emrine sokuluyor. Yargıtay ve Danıştay ortadan kaldırılarak, yerine “Temyiz Mahkemesi” kuruluyor.

Öyle kaba ve pervasız bir düzenleme yapılıyor ki,  Anayasa Mahkemesi, Temyiz Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerinin en az üçte ikisi yeni devlet başkanı ve siyasi iktidar tarafından seçiliyor.

Erdoğan BDP’yi de yanına almaya çalışıyor. AKP, yerel yönetimlerin özerklik alanının görece genişletilmesi, Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının hafifletilmesi, anadilde savunma ve eğitim konularında atılacak bazı adımlar ile bu amacın gerçekleşebileceğini düşünüyor.

Kimi tavizler koparabileceğinin işaretini alan BDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, “Bize en yakın parti AKP” diyor. BDP, koparacağı küçük bazı tavizler için Türkiye’nin laik, aydınlanmacı ve ilerici toplum kesimlerinden kopmayı göze alıyor. Gerici bir açık dikta rejimine “evet” diyor.

BDP, Türkiye’nin batısında gerici-faşizan bir diktatörlük kurulurken, doğusunda demokratik bir rejim olamayacağını göremiyor. Yeni anayasada “kamuda türban” düzenlemesine destek veriyor.

Bu yol Tükiyeyi selamete değil felakete götürür.

Yurt / 17.02.13