Bermuda Üçgeni: Türkiye İran Suriye - Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Uluslararası Siyaset
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 12 Nisan 2012
  • 06:24

Son bir haftada Tahran’la bugüne değin hiç tanık olmadığımız garip bir söz düellosu yaşanırken Suriye sınırında da insanın sürekli yüreğini ağzına getiren gelişmeler oluyor.

Kamuoyu tamamıyla “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” yaklaşımı içinde.

Basın ise bilinen soruları gündeme getirmekten fazla bir şey yapmıyor. Etliye sütlüye bulaşmayan, genelde kahvehane düzeyinde konuşulabilecek sorular art arda sıralanıyor:

“Böyle nereye sürükleniyoruz?”

“Kapıda bir savaş mı var?”

“Acaba Türkiye Suriye’ye saldırır mı?”

“İyi ama neden? Sebep Esad’ın vaat ettiği reformları yapmaması mı?” vs.

Provokasyona bunca açık, bu kadar puslu bir ortamda artık neden sonuç ilişkilerine tam mim koymak kolay değil ama giderek dozu artan doğudaki bu gerilim birikimini anlayabilmek için ben öncelikle, Suriye’den evvel, İran’a eğilmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Rekabet gerilimi Gazze ile başlamış

İran’da uzun yıllar yaşamış bir diplomat dostumun gönderdiği çok çarpıcı bir yazı duruyor önümde.

Yaklaşık iki yıl önce Meir Javendanfar isimli tanımış bir Ortadoğu analizcisi tarafından yazılan yazı; “İran’ın bir sonraki rakibi Türkiye/Iran’s Next Rival Turkey” başlığını taşıyor.

Javendanfar’ın yazıyı kaleme aldığı 18 Haziran 2010 tarihinde; Türkiye-İran ilişkileri pürüzsüz görünüyor. Hatta ilişkilerde nerdeyse bir Rönesans dönemi yaşanıyor. Erdoğan’la Ahmedinejad arasından su sızmıyor. Birbirlerine “kardeşim!” diye hitap ediyorlar.

Ancak gelin görün ki daha o zamandan ölümcül bir rekabet, alttan alta bu yakınlığı mayınlamaya başlamış.

Javendanfar’ın anlattıklarına göre Türkiye-İran arasındaki dişli rekabetin, iki komşuyu karşı karşıya getirebilecek bir “savaş boyutuna” varması olasılığından, ilk kez bizatihi dini lider Hamaney’nin torunu olan Farid al din Hadad Adel adında bir gazeteci bahsediyor.

İran’da fazla öne çıkan bir isim olmamakla birlikte, “müesses nizamın” temsilcisi olarak dikkat çeken Hadad Adel; 2010 başında henüz ortada fol yumurta yokken “Bundan sonra İran’a karşı çıkarılabilecek tek savaş, Türkiye üzerinden çıkartılabilir!” şeklinde iddialı bir kehanette bulunuyor.

O dönem Ankara-Tahran ilişkileri günlük güneşlik olduğundan uğursuz kehaneti kimse ciddiye almıyor. Ancak birkaç ay sonra “İsrail’le Mavi Marmara” krizi çıktığında işin rengi değişmeye başlıyor.

İslam dünyası liderliği çatışması

Erdoğan’ın Gazze’de edindiği başdöndürücü popülariteyi, İran hazmedemiyor.

Türk-İran rekabetinde bir dönüm noktası yaratan Mavi Marmara arkasından yaşanan havayı, Javedanfar -kısaca!-değerlendirmesinde şöyle özetliyor:

“Batı’da herkes kurulabilecek bir yeni Türkiye-İran ittifakından çekinirken İran’da Türkiye’ye kuşkuyla bakan ‘Bugünün dostu Türkiye, yarınki rakibimizdir’ gözüyle Ankara’ya yaklaşan çok insan var. Son olay (Mavi Marmara) göz önünde! İran Hamas’a, milyonlarca dolar yardım döktü. Ancak bugün Gazze’de en fazla dalgalanan yabancı bayrak İran’ın bayrağı değil,Türk bayrağı. Yeni doğan bebeklere de insanlar ‘Ahmedinejad’ değil, ‘Erdoğan’ adı veriyorlar. Suriye’yi aynı şekilde bu ülkeye yıllardır nüfuz etmeye çalışan İran ekonomisi değil, Türkler ele geçiriyor. Türkiye serbest ticaret antlaşmasıyla İran’dan pazar payını kapıyor. Erdoğan; (Humeyni’den beri) İran’ın yapmaya çalıştığı şeyi yapmaya çalışarak İslam dünyasının liderliğine oynuyor. Er geç iki ülkeyi karşı karşıya getirecek ve nüfuz alanları üzerinde çatışmaya sürükleyecek olan bir gerçek bu.”

İşte Ankara ve Tahran arasında; İstanbul’da yarın yapılması planlanan “P5+1” nükleer görüşmeleri ile Suriye üzerinden patlak veren restleşmenin arkasından böyle bir büyük “nüfuz alanı çatışması” var.

Şiddetlenen “nüfuz alanı çatışması”, biz farkına dahi varmadan iki yıl önce Gazze üzerinde boy vermeye başlamış ve “Arap Baharı” sürecinde, yanı başımızdaki en büyük fay hattı Suriye’ye dek ulaşmış.

Irak savaşı sonuçlarından yararlanırken Arap Baharı ayaklanmalarının kaybeden yanında bulunan İran’ı, “Suriye”; şimdi çok bıçak sırtı bir yere oturtuyor.

İran’ın Suriye’yi kaybetmesi halinde; öteden beri kovaladığı İslam dünyası liderliği ile emperyal düşlerine veda etmesi gerekecek.

Bu Tahran için göze alınabilir bir kayıp değil.

Esad’a “reformlar” ve “demokrasi” konusunda mütemadiyen fırça çeken Erdoğan oysa ki tam böyle bir ürkütücü şeytan üçgeninin orta yerinde Tahran’a da fırsat düştükçe diplomasi dersleri vermeye kalkıyor.

Sonra durup durup “başımızda acaba durduk yerde neden savaş rüzgârları esiyor?” diye soruyoruz.

Başbakana, birileri bu konjonktür ve bu coğrafyada porselen dükkânına girmiş bir fil gibi hareket etmekten vazgeçmesi gerektiğini ivedi biçimde söylemeli.

Cumhuriyet / 12.04.12