Bahreyn Devrimi'nin Ardında: Meryem el-Havaca ile Röportaj

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 06 Ocak 2013
  • 07:49

Bahreyn Devrimi'nin Ardında: Meryem el-Havaca ile Röportaj

28 Aralık 2012

Aşağıdaki röportaj, Bahreyn İnsan Hakları Merkezi'nin başkan vekili ve Körfez İnsan Hakları Merkezi'nin yardımcı yöneticisi olan Meryem el-Havaca ile yapılmıştır. Kendisi güvenlik nedenlerinden ötürü Danimarka'da gönüllü sürgünde, fakat Bahreyn'de olup bitenlerle yakın bağlantısını koruyor. Twitter hesabından (@MARYAMALKHAWAJA) düzenli olarak son gelişmeleri paylaşıyor.

Samiye Errazuki (SE): Bahreyn'deki durumu genel olarak özetleyebilir misiniz?

Meryem El-Havaca (MA): Herhangi bir ülkedeki insan haklarının durumunu bilmek isterseniz insan hakları savunucularının nerede olduğunu sorunuz. Bahreyn'de en tanınmış insan hakları savunucularının hepsi bugün hapisteler. 14 Şubat 2011'de Bahreyn Devrimi'nin başlamasından beri insan haklarının durumu sürekli kötüleşiyor. Şimdiye kadar yüz kadar yargısız infaz var ve önemli bir kısmı on sekiz yaşın altında çocuk olan yaklaşık bin sekiz yüz siyasi tutsak var. Bahreyn İnsan Hakları Merkezi'nde bizler protestoculara karşı aşırı güç kullanımı, keyfi tutuklamalar, göz yaşartıcı gazın ölümcül kullanımı, kaçırmalar ve sistematik işkence (fiziksel, psikolojik ve cinsel) vakalarını belgeliyoruz. Protestolar 14 Şubat 2011'den beri günübirlik sürüyor.

Bu ülkenin insan hakları ihlallerini durdurmaya gelince niçin yol alamadığının ana sorunlarından birisi ülkede var olan dokunulmazlık kültürüdür, buna ilaveten Bahreyn için uluslararası dokunulmazlığın varlığıdır. Rejimin ve kralın yürüttüğü bu dokunulmazlık kültürü, hiçbir şeyin değişmemesinin sebebidir. Bahreynli aktivistler olarak bizler rejimin Bahreyn Bağımsız Araştırma Komisyonu'nu doğru yönde bir adım atmak ve gerçek reformları hayata geçirmek için bir fırsat olarak göreceğini ümit ediyorduk. Aksine rejim bu beş yüz sayfalık raporu, aynı ihlalleri işlemeye devam ederken kendisine zaman kazandırmak için bir araç olarak kullandı. Bazı vakalarda ihlaller daha da ağırlaştı. Üstüne de bu dönem zarfında Batılı ülkeler Bahreyn hükümetine silah satmaya devam ettiler ve her şey eski tas eski hamam devam ediyor. Kitlesel geniş çaplı insan hakları ihlallerinden sorumlu olan yüksek mevkilerdeki şahıslar ya mevkilerini korudular yahut terfi ettirildiler.

SE: Bahreyn'deki siyasi ve sivil haklar hareketinin geçmişi nedir?

MA: 1990'ların İntifadası Bahreyn'deki birçok ayaklanmadan sadece biriydi. 1990'ların İntifadasına ve şimdiki 14 Şubat 2011 devrimine neyin yol açtığını anlamak için Bahreyn'deki ayaklanmaların tarihi ve sivil haklar hareketinin rolü anlaşılmalıdır. 1920'lerden beri Bahreyn neredeyse her on yılda bir bazı ayaklanmalara tanık oldu. Örneğin 1950'lerde Sünni ve Şii cemaatlerinin dini liderlerinin önderlik ettiği İntifadat el-Haya'a başladı. O vakitler Bahreyn halen bir Britanya protektorasıydı (başka bir devletin hamiliği), o nedenle Britanya'nın yardımıyla rejim o hareketin önde gelen tüm isimlerini tutukladı. Aralarından Sünniler Saint Helena adasına gönderildi ve Şii olanlar İran ve Irak'a sürüldü.

1971'de Britanya Bahreyn'den çekildi ve Bahreyn için yaptıkları tek iyi şeylerden birisi, halka gerçek bir parlamento veren bir anayasa bırakmalarıydı. Anayasa 1973'te kabul edildi. Parlamento seçildi, fakat 1975'te Emir İsa olağanüstü hal ilan eden bir karar geçirmeye çalıştı, ama parlamento karşı çıktı. Buna karşılık Emir parlamentoyu feshetti. 1990'larda halk sokağa çıktığında 1973 anayasasına geri dönülmesini talep ediyordu. Sistematik işkence, keyfi tutuklamalar vardı ve insanlar öldürüldü. Genel kanı, İsa'nın kardeşi olan ve 1971'de başbakanlığa atanan Halife bin Salman el-Halife'nin gerçekte ülkeyi yöneten kişi olduğuydu. 1990'lar boyunca 1973 anayasasına geri dönüşü ve seçilmiş bir parlamento talep eden bir ayaklanma vardı. İnsanlar keyfi olarak tutuklandı, birkaçı işkence altında öldü ve ayaklanmanın bastırılması yıllarca sürdü. Bahreyn'de sistematik işkenceyi kurmasıyla tanınan kişi, “Bahreyn Kasabı” kod adlı Ian Henderson'du.

1999'da Emir İsa öldü ve yerine oğlu Hamad geçti. Hamad bin İsa el-Halife Bahreyn'de süregiden siyasi ve popüler manzarayı değiştirdi. Bahreynlilere eğer referandumunu kabul ederlerse tüm siyasi tutsakları serbest bırakacağına, Bahreyn'in anayasal monarşi olacağına ve sürgündekilerin geri dönebileceğine söz verdi. Buna “Daha Yaşayacak Günlerimiz Var” adını verdi. Başta sözlerini tuttu: siyasi tutsaklar serbest bırakıldı, sürgündekilerin dönmesine izin verildi ve işkence durdu. 2002 yılında referandurumu kabul edildikten sonra ve 1973 anayasasını değiştirmeyeceğine dair videoya alınan sözüne karşın kendisini kral yapmak için anyasayı değiştirdi ve “Bahreyn Krallığını” ilan etti, daha önceleri “Bahreyn Devleti” idi. Kendisine mutlak ve denetlenemez yetkiler verdi. Aynı zamanda bugün Bahreyn'in bu olduğu yerde olmasının nedeninin büyük bir parçası olan 56 nolu kraliyet kararnamesini 2002 yılında çıkardı. Bu kararname, işkence ve yargısız infazlar gibi vahim insan hakları ihlallerine bulaşan tüm kişilere af çıkardı ve bir dokunulmazlık kültürü tesis etti. 

SE: 2011 Bahreyn Ayaklanması niçin gerçekleşti?

MA: Hamad bin İsa el-Halife iktidara gelince amcası Halife bin Salman el-Halife'yi yeniden başbakan olarak atadı, onu tarihteki seçimle iş başına gelmemiş en uzun süre başbakan kalan kişi yaptı. 2002 yılından sonra insan hakları ve siyasi durum yine bozulmaya başladı, fakat 1990'larda görülen seviyelere inmedi. 2002 anayasası, üst ve alt kanattan oluşan sahte bir parlamento yarattı. Üst kanat hepsi kralın kendisi tarafından atanan kırk üyeye sahiptir. Alt kanat seçimle gelen meclistir, o da kırk üyeye sahiptir. Hayret verici seçim hilelerinden dolayı oyların çoğunluğunu alsa bile muhalefetin kırk sandalyenin on sekizinden fazlasını elde etmesi imkansızdır. Bütün bunların yanında bu parlamentonun hiçbir yasama ve izleme yetkisi yoktur. Halen hükümette olan suçluların hesap vermesini, yanı sıra daha iyi barınma, iş ve ayrımcılığa son verilmesini talep eden yinelen protestolara şiddetle saldırıldı. Genel kanı, İçişleri Bakanlığı'nın, güvenlik kuvvetlerinin ve toplum polisinin başbakana bağlı olduğu yönündeydi. İnsanlar tutuklandığında Bahreynliler başbakanı suçladılar ve “daha ilerici” görülen kral daha sonra af çıkaracak ve tutsakları salıverecekti. İyi polis, kötü polis senaryosu yani.

Bu süre zarfında yolsuzluk arttı; veliaht prens gerçekleştirilen toprak ıslahına (toprakların tarıma elverişli hale getirilmesi) aşırı derecede karıştı ve Bahreyn kraliyet ailesi halkın zararına daha fazla ekonomik güç elde etmeye yöneldi. Bahreynliler işsiz dururken modern zaman köleleri gibi muamele gören Güneydoğu Asya'dan ucuz emek gücü getirdiler. Bahreyn bir aile işletmesi gibi yönetiliyor ve vatandaşlar nesne muamelesi görüyorlar. Bu aile işletmesi için karlı değilseler bir köşeye fırlatılıyorlar.

2007 yılında İnsan Hakları İzleme örgütünün (Human Rights Watch) İşkence Yeniden Dirildi (Torture Redux) raporuna göre sistematik işkence Bahreyn'de yeniden ortaya çıktı, fakat daha çok mahkumlara yönelikti. 13 Ağustos 2010'da sıkı önlemler alındı ve rejim birçok tanınmış aktivisti tutukladı. Yerel insan hakları grupları, siyasi tutsaklara yönelik fiziki, psikolojik ve cinsel işkencenin geri dönüşünü belgelemeye başladılar. Çünkü o vakitler Ramazandı ve bayramlar yaklaşıyordu, birçok kişi aynı senaryonun tekerrür edeceğini ve kralın ortaya çıkıp siyasi tutsakları affedeceğini umuyordu. Aksine kral ve veliaht prens bu sıkı önlemleri en başından itibaren hoş gördü. Bazı şeylerin değiştiği o zaman açıklığa kavuştu. Bu sıkı önlemler sürdü, yaklaşık beş yüz kişi tutuklandı; tüm siyasi tutsakların yüzde yirmi biri çocuktu. Ayrıca tekrarlanan kaçırılma vakaları oldu. İnsanlar birkaç saatten birkaç güne kadar ortadan kaybolacak, sonra sokaklarda yarı çıplak bulunacaktı. Kaçırılan reşit olmayan erkek çocuklarının çoğunun çıplak fotoğrafları çekildi ve sonrasında istihbarat servislerine muhbir olarak çalışmaları için şantaj yapıldı. Bu durum 2011 şubatındaki kitle ayaklanmasının başlamasına kadar sürdü. Mübarek'in Kahire'de istifa ettiği gün (11 Şubat 2011) Bahreyn kralı ulusal televizyonda her Bahreynli ailenin bin dinar alacağını duyurdu. Bu duyuru halktan olumsuz tepki gördü, “Bizim özgürlüğümüz kralın nazarında bin dinar mı ediyor?” denildi. Sonraları İnci Meydanı protestoları sırasında protestocular bu her aileye verilen bin dinarların protesto hareketine yönelik harcanması için kampanya başlattılar.

SE: Huzursuzluğu bastırmak için Bahreyn rejiminin önceki ayaklanmalarda kullandığı bazı taktikler nelerdir?

MA: Keyfi tutuklamalar, işkence, öldürme ve diğer ihlallerden başka Bahreyn rejiminin en iyi yaptığı şeylerden birisi yaftalama oyunu oynamaktır. İlk başlarda Bahreyn rejimi tüm muhalefeti Nasırcı sosyalist olmakla yaftaladı. Daha sonra onları komünist olmakla, daha sonra İran ajanı ve terörist olmakla yaftaladı. Ve şimdi hem terörist hem de İran ajanılar. Bunun ardındaki neden, Bahreyn rejiminin uluslararası arenada moda tehdidin ne olduğunu anlamaya çalışması ve ondan sonra muhalefete bu yaftayı yapıştırmasıdır.

Diğer benzerlik ise muhaliflere karşı uydurma suçlamalar ve davaların kullanılmasıdır. Örneğin 1950'lerden bir gazete karesini alırsanız, renk hariç başlıklar ve resimler neredeyse bugünkünün aynısıdır.

SE: Bahreyn'de şimdilerde tutuklu bulunan siyasi tutsakların koşulları neler ve hangi yollarla siyasi tutsaklar faal kaldılar, örneğin Kuru Liman Hapisanesindeki gibi?

MA: Siyasi tutsaklar hapiste bir koasliyon kurdular ve özetle eğer siz tüm devrimcileri zapturapt altına almaya devam ederseniz, hapishanelerinizin içinden bir devriminiz olacak diyen bir açıklama kaleme aldılar. Hapishane koğuşlarında saldırıya uğradılar, dövüldüler ve bazısı bu koalisyona önderlik ettiği şüphesiyle hücre hapsine alındı.

Sistematik işkence (fiziki, psikolojik ve cinsel) halen var. Bahreyn Bağımsız Araştırma Komisyonu'nun raporunun yayınlanmasından sonra işkence resmi işkence merkezlerinden gayri resmi merkezlere taşındı. Örneğin birkaç gün önce güvenlik güçleri bir genç adamı feci bir şekilde dövüldüğü, parasının alındığı ve cep telefonunun çalındığı bir öğrenci yurduna götürdüler ve daha sonra Cidhafs'ta bir sokağa attılar.

Bahreyn'deki yargı sistemi ne bağımsız ne de adildir. Muhaliflerin peşinden koşmak ve cezalandırmak için bir araç olarak kullanılıyor. Son iki yıl içerisinde Bahreyn uydurma suçlara dayanan binlerce siyasi davaya şahit oldu. Bu yaz boyunca Bahreyn'in katlanılmaz sıcağına karşın siyasi tutsaklara klima verilmedi. Kimi yerde duş almalarına izin verilmedi. Bazı zamanlar ibadet etmelerine ve hatta banyoyu kullanmalarına bile izin verilmedi. Siyasi tutsakların çoğu halen ağır işkenceden dolayı sıkıntılar yaşıyor ve yeterli tıbbi bakım almaları engelleniyor. On sekiz yaşın altında tutuklu olan çocuk vakaları ve uluslararası alanda kınanan terörizm hukuka göre zaman zaman yargılanan vakalar görmeye devam ediyoruz.

SE: Ayaklanmanın Sünniler ile Şiiler arasındaki mezhepçi bir mücadeleden kaynaklandığı iddialarına ne yanıt verirsiniz?

MA: On yıllardır Bahreyn rejimi Bahreyn'deki Şii çoğunluğa sistematik marjinalleştirme ve ayrımcılık uyguladı. Bahreyn'de Şiilerin yaşamalarına izin verilmeyen belli bölgeler vardır. Şiilerin tutmalarına izin verilmeyen işler vardır. İlkokuldan üniversiteye kadar öğrencilere Şii olan herhangi birinin cehenneme gideceğinin öğretildiği zorunlu bir din dersi vardır.

2006 yılında El Bander Raporu mezhepçi bölünmenin ayakta tutulduğunu ve rejimin STK'ların içini boşaltma çabasıyla STK'ların içine sızdığını ortaya koydu. Bu rapor, Bahreyn'deki demografik mühendisliği ve dışlama mekanizmalarını ortaya koydu. Bahreyn rejimi, Bahreyn nüfusunun Şii olan çoğunluğunu dışlayan bir sistem kurmak için faal olarak çalışıyordu. Bunun yöntemlerinden biri, Bahreynli olmayanların devamlı siyasi olarak vatandaşlığa geçirilmesi ile yapılmaktadır. On binlerce Pakistanlı, Yemenli, Suriyeli ve Ürdünlü iki nedenden ötürü siyasi olarak vatandaşlığa geçirildi. Birincisi, böylelikle bunlar güvenlik güçlerine, istihbarat servisine ve orduya hizmet ediyor, diğer yandan Bahreynli vatandaşların, hem Sünni hem de Şii, buralarda çalışmalarına müsaade edilmiyor. İkincisi, Bahreyn'i demografik olarak Şii bir çoğunluktan bir Sünni çoğunluğa çevirmek için, çünkü siyasi olarak vatandaşlık verilenlerin hepsi Sünnidir.  

Tüm bunlara karşın 14 Şubat 2011'de halk sokaklara döküldüğünde talepleri Bahreyn'deki Şii çoğunluğun sistematik marjinalleştirilmesi ve ayrımcılığa uğraması ile ilişkili değildi. Talepler, kralı on yıl önce verdiği sözleri yerine getirmeye çağıran siyasi ve sivil haklar akvisitlerinden kaynaklanıyordu. Aşırı güç kullanımı ve barışçıl protestocuların öldürülmesinden sonra halk rejimin devrilmesini talep etmeye başladı. Rejim oldukça mezhepçi bir baskı başlattı. Bahreyn'deki hareketi bir “Şii Ayaklanması” olarak yaftalayabilirlerse onları İran'la bağlantılı göstermenin daha kolay olacağını biliyorlardı. Bu ayrıca ayaklanmayı tabandan gelen şikayetlerden kaynaklamamış gibi gösterecek ve aynı zamanda şiddetli baskıyı mazur gösterecekti. Sırf Şii oldukları için insanları hedef alarak bunu yaptılar. Şii mezhebine ait otuzdan fazla camiyi yıktılar, bazısının çok büyük tarihsel önemi vardı. Tutuklamalar, ev baskınları, sorgulamalar ve işkence sırasında güvenlik güçleri ve istihbarat birimleri aynı zamanda aşağılayıcı bir mezhepçi dil kullanacaklardı. Tüm bunlar Bahreyn Bağımsız Araştırma Komisyonu tarafından belgelendi.

Protesto hareketinin taleplerine ve yapısına bakılırsa bunun basitçe baskıcı bir rejim ile ezilen bir nüfusun karşı karşıya gelişi olduğu açıktır. Sonuçta Bahreyn'de gerçekte önemli olan Sünni ya da Şii olmanız değildir; kraliyet yanlısı olup olmadığınızdır. Bugün Bahreyn'de Samira Receb gibi bakan olan ve rejimin en büyük destekçisi olan Şiiler vardır. Aynı zamanda rejimi eleştirdiği için işkence gördükten sonra ve askeri mahkemede mahkum edildikten sonra bir hapishane hücresinde yatmakta olan İbrahim Şerif gibi Sünniler var. Gerçeklik budur.

SE: Bahreyn'de yasaklanmış olmasına karşın Bahreyn İnsan Hakları Merkezi (Bahrain Center Human Rights – BİHM) çalışma nasıl devam ediyor?

MA: BİHM ile çalışan insanların çoğu bunu gönüllü olarak yapıyor. Bahreyn'i herkes için daha iyi bir ülke olmaya doğru ilerletmeye inanmış kişiler bunlar, bunun sonuçları olsa bile – ve bu sonuçlar oldukça gerçek oldu. BİHM'nin yönetim kurulu ve üyeleri tacize, karalama kampanyalarına, tutuklamalara, mahkumiyete, ağır işkenceye, adil olmayan yargılamalara ve seyahat yasaklarına maruz kaldılar; bu liste uzayıp gidiyor. Bu baskıcı rejimlerin anlamadıkları şey, insan hakları kültürü kökleşti ve önde gelen bir insan hakları aktivistini tutukladıkları her vakit yüzlerce yeni aktivistin ortaya çıkmasının yolunu döşüyorlar. BİHM çalışmaya devam ediyor ve rejimin bu çalışmayı durdurmak için kullandığı tüm araç ve yöntemlere karşın çalışmaya devam edecektir.

BİHM'nin iki ana ekibi var. Şimdilerde hapis olan Seyid Yusuf el-Muhafda tarafından yönetilen Bahreyn'de bir belgeleme birimimiz ve bir uluslararası ekibimiz var. Sahadaki kişiler, vakaları ve insan hakları ihlallerini belgelemek ve takip etmekle sorumludurlar; sonrasında bunları açıklamaları ve raporları yazmaya yardımcı olan yurtdışındaki uluslararası ekibe gönderirler. Bu açıklamalar ve raporlar, uluslararası insan hakları örgütlerine, kurumlara ve hükümetlere gönderilir. Daha sonra bunlar Bahreyn'deki insan haklarının durumuna yönelik daha iyi bir uluslararası tepki yaratmak için bir araç olarak kullanılır. Ayrıca Twitter ihlalleri belgelemek, aramızda iletişim kurmak ve Bahreyn dışındaki insanların sahada ne olup bittiğini bilmelerini sağlamak için kullandığımız ana araçlardan biridir.

Jadaliyya sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.