Av. Zeycan Balcı Şimşek ile Devrimci Kadın Kurultayı üzerine...

  • Arşiv
  • |
  • Kadın Sorunu
  • |
  • Kadın-Türkiye
  • |
  • 05 Ocak 2013
  • 13:40

“Devrimci Kadın Kurultayı’nın üstlendiği misyon çok önemli”

- Sınıfa yönelik saldırıların, hak gasplarının yaşandığı bir süreç işliyor. Bu sürece kadınlar üzerinden baktığımızda, kadınları iş yaşamından uzaklaştırarak evlere kapatmanın önünü açan yasal düzenlemeler de söz konusudur. Buna iş kanunda kreşlerle ilgili maddenin 2008 tarihli yeniden düzenlenmesi örnek verilebilir. Bu düzenlemeyle işverenlerin kreş açma zorunluluğu kaldırıldı. Bu düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

4857 Sayılı İş Kanunu’nun 88. maddesi, işyerlerinde emzirme odaları ve kreşlerin kurulmasını yönetmelikle düzenlemiştir. Bu yönetmelik Çalışma Bakanlığı tarafından “Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” adıyla çıkarılmış, işçilerin emzirme odası ve kreş haklarını yasal zemine oturtulmuştur. Bu yönetmeliğe göre bu haktan, kadın işçilerin çocukları ve erkek işçilerin annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş çocukları faydalanabilir. Bir işyerinde 100-150 arası kadın işçi çalışıyorsa 0-1 yaş arası çocukların bakımı ve bırakılması koşullarını da taşıyan emzirme odası, 150 den çok kadın işçi çalışıyorsa işyerinde kreş, emzirme odası ve anaokulu açılma zorunluluğu vardır. Kreş ve anaokuluna bırakılan çocukların beslenme, barınma, servis ve benzeri giderlerinin tamamını işveren karşılar.

Ne var ki kadınların uzun yıllar mücadeleyle elde ettikleri kreş ve emzirme odalarını hazmedemeyen siyasi iktidar bu hakkı sesiz sedasız törpülemek ve nihayetinde işverenlerin bu yükten tamamen kurtulmalarını sağlamak için bin bir dalavere çevirmiş ve kreş/emzirme odası hakkını gelinen nokta itibariyle adeta kuşa çevirmiştir. Bu hakkın gaspı ilk olarak 2008 yılında 5763 sayılı Torba Yasaya eklenen değişiklikle başlamış ve bu yasada işverenlerin “dışarıdan hizmet” almalarının önü açılmış ve böylece işverenin yükümlülüğü gevşetilmiştir. Bu değişiklikle işverenlerin dışardan hizmet alımlarıyla sosyal bir hak olan kreş ve emzirme odaları hakkı, bir ticari alış verişe, adeta mal alımına dönüşmekte, kalite düşmekte ve işveren ihale makamı haline getirilerek en ucuza “hizmet” verene çocuklar emanet edilmeye çalışılmaktadır. Bu da hem Sağlık Bakanlığı’nın, hem de Çalışma Bakanlığı’nın sağlıksız, niteliksiz hatta eğitmensiz kreş ve emzirme odalarına göz yumduğunun ve bu mekânları işlevsiz hale getirerek bir tercih olmaktan çıkarmaya çalıştığını ve çalışan kadınları kaderleriyle baş başa bırakmaya çalıştığının açık bir göstergesidir.

Ne yazık ki, bu hakkın gaspı Torba Yasayla sınırlı kalmamış,  6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile devam etmiştir. 6331 Sayılı Kanun emzirme ve kreşleri düzenleyen İş Kanunu’nun 88. Maddesini tamamen yürürlükten kaldırmıştır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun Geçici 2. Maddesi ile kreş ve emzirme odalarının “yeni bir yönetmelik çıkarılıncaya kadar”  yürürlükte kalması sağlanmıştır. Bir başka deyişle kreş/emzirme hakkı halen yasal olarak vardır. Ama bu yasal hakkın kullanımına engel olan, kreş/emzirme odası açmayan, kadınları çocuklarını bırakacak yer aramaya zorlayan, yahut çocuklarını bırakacak uygun mekan bulamayan kadın işçilerin işten çıkmasını ve böylece üretimden kopmasını sağlayan işverenlere uygulanacak müeyyidelerine bakıldığında siyasi iktidarın bu hakkı adım adım gasp ettiği ve kullanımını fiilen imkansız hale getirdiği görülecektir. Zira kreş ve/veya emzirme odası açmayan işverenler hakkında 500 TL ile 1250 TL arasında idari para cezası uygulanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal bir hak olan ve devlet tarafından hassasiyetle denetlenmesi gereken bu hakkı işveren, büyük bir mali  külfet olarak görüyor ve kreş ve emzirme odalarını açmak yerine idari para cezasını ödemeye razı oluyor. Kaldı ki bu cezalar da ancak nadiren ve şikayet üzerine kesiliyor. Siyasi iktidar işvereni koruyup kolladığı için gerekli sıklıklarla denetim yapmıyor, ağır müeyyideler uygulamıyor  ve bu hakkın kullanımı için gerekli önemleri almıyor. Çünkü siyasi iktidar bu hakkı tamamen kaldırmaya ant içmiş gözüküyor. Kreş ve emzire odalarının kaldırılması sadece kadın işçileri yahut özel sektörde çalışan kadınları etkilemeyecektir. Kademeli olarak üniversitelerde, kamu kurumlarında da kreş uygulaması kalkacaktır. Keza bu projenin ikinci ayağı kamu kurumlarında bulunan kreşleri kaldırmak ve kamuda çalışan kadınları da eve hapsetmek ve üretimden yalıtmak olacaktır.  Bu yüzden bu uygulama hem fabrikada çalışan hem de kamuda çalışan kadınları, dolayısıyla da tüm toplumu ciddi şekilde etkileyecektir. Bu, sonuç olarak kadını üretimden koparıp mutfağa hapsetmektir ve kadın işgücünün asli görülmemesinin, yani yedek işgücü olarak görülmesinin sonucudur. Bu saldırı projelerini uygulatmamanın tek yolu, tüm işçilerin birlikte mücadele etmesi ve işçilerin örgütlü birliğinden geçmektedir.

- İş Kanunu’nda “Kadın işçiler her ne şekilde olursa olsun gece postasında 7.5 saatten fazla çalıştırılamaz” ibaresi yer alıyor. Bunu yeterli görüyor musunuz? Bu ibareye riayet edildiğini düşünüyor musunuz? Riayet edilmediği durumda ne gibi yasal yaptırımları var?

Kadın işçiler, 4857 Sayılı Kanunun 85. Maddesi ve Ağır Ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği’nin 6. Maddesi gereğince, her ağır ve tehlikeli sayılan bazı işlerde çalıştırılamazlar. Çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işler liste ile belirlenmiştir. Bu listeye bakıldığında,  “toprak malzeme, fayans, porselen, cam, demir tel ve çubuktan malzeme imalatı işleri, ağaçtan mamul suni tahta, uyuşturucu maddelerin imali işleri, bitkisel ve hayvansal yağların üretimi, tabakhane, kürk ve deri işleri, plastik, iplik, dokuma ve giyim sanayi, pamuk, her türlü ilkel ve mamul maddelerin temizlenmesi, boyanması, gazlanması, ağartılması, basılması ve hazır hale getirilmesi işleri” gibi birçok ağır ve tehlike işlerde kadınların çalışabileceği belirtilmiştir. Bu liste uzayıp gitmekte ve kadınlar bu yönetmelikte yazan onca ağır işin dışında daha ağır işlerde de çalıştırılmaktadır. Kanunen yasak olmasına rağmen iş bulamadığı için çalışmaya mecbur bırakılan yahut çalışmaması gereken bir iş kategorisinde olduğunu bilmeyen kadın işçiler işveren tarafından her türlü ağır ve tehlike işlerde çalıştırılmaktadırlar. Yine Kadınlar, ay hali günlerinde kadın işçinin bildireceği günden itibaren beş gün (Daha fazlası için hekim raporu şart.) ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamazlar. Buna rağmen birçok fabrikada işverenler bu yasağa dahi uymamaktadırlar.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 73. Maddesi gereğince ise, kadın işçiler gece postalarında çalıştırılabilirler. Ancak İş Kanunu’nun 69. Maddesi ve Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik gereğince “İşçilerin gece çalışmaları yedi buçuk saati geçemez.” Yine gece postasında çalışan kadınlar her 6 ayda bir sağlık kontrolünden geçirilmeli ve sağlıkları bozulursa gündüz postasına alınmalı, hamileliğinin tespitinden emzirme dönemlerinin süresince gece postasında çalıştırılmamalıdırlar. Ne yazık ki, bu kazanımlar dahi işverenlerce fiilen gasp edilmekte ve kadın işçiler mağdur edilmektedirler.

Çarpıcı bir örnek olması açısından, Apple, Blackberry ve Nokia gibi teknoloji devlerinin ürünlerine deri kılıf üreten 600 işçinin çalıştığı ve çalışanların % 70’inin kadın olduğu Çorlu’da kurulu Trexta Fabrikasında, kadın işçiler 12 saatlik gece çalışmasından sonra evlerine gitmek istediklerinde işverenin fabrikanın kapılarını kapattırarak fazla mesaiye yapmaya zorladığı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. 12 saatlik çalışmadan sonra, eve gitmek isteyen kadın işçiler, zorla fazla mesaiye kaldıklarında öğlen saatlerinde eve gittiklerini ve o saatten sonra da, evde yapılmayı bekleyen ev işleri, yemek, çocuk bakımı gibi işler yüzünden çoğu zaman hiç uyumadan yeniden işe gittikleri bir başka gerçek olarak duruyor. Bu sadece bir örnek değil… Organize sanayi bölgelerinden tutun, serbest bölgelere, dev fabrikalara kadar çoğu fabrikada işçilere ve en çokta yedek iş gücü olarak görülen kadın işçilere görülen reva bu. İşvereni denetlenmeyen, işverenin kanunun öngördüğü gece çalışmasındaki 7.5 saatlik çalışma süresine uymamasına rağmen hiç yaptırım uygulamayan, özellikle kadın işçilerin kölelik koşullarında çalıştırılmasına göz yuman siyasi iktidarda en az işveren kadar suç işlemektedir. İşverenin işlediği bu suçun ortağıdır ve hatta azmettirenidir.

Bugün gece çalışması sürelerine uymayan işverene 1200 TL idari para cezası kesilmektedir, bu ceza her işçi başına değil yapılan fiil başına gerçekleşmektedir. Keza bu cezada kırk yılda bir kesilmektedir, desek mübalağa yapmış olmayız. Bu nedenle devlet bu yasaların uygulanmamasından ve bu kölelik düzeninden birinci derece sorumludur.

Kaldı ki kadınların öznel koşullarından ötürü kadın işçi istemediği, özel olarak tercihte bulunmadığı müddetçe kadın işçilerin gece çalışmasının yasaklanması gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü kadın işçi, işyerlerinde, fabrikalarda erkek işçilerle aynı işi yaptıkları halde bir de evde, ev ve mutfak işleri ile çocuk bakımıyla uğraşmak zorundadırlar. Bu hem feodal toplum yapısından hem de kapitalist üretim anlayışının kadına biçtiği rolden kaynaklanmaktadır. Gece çalışması ise kadınların gece işte, gündüz evde çalışmasını dayatmakta ve kadını köleleştirmekte ve sosyalleşmesine, dinlenmesine daha doğrusu nefes almasına izin vermemektedir. Bu nedenle kadın işçiler açısından gece çalışması kaldırılmalıdır. 

- İş hayatında baskı, şiddet ve yıldırma hareketlerini tanımlamayan mobbing, kadın çalışanların çok sık maruz kaldıkları bir şiddet biçimidir. Mobbing uygulamanın yasal bir yaptırımı var mıdır?

Mobbing işyerinde bir kişi tarafından -ki genellikle mobbing uygulayanlar;  işveren, işveren temsilcisi, şef, amirlerden oluşmakta.- genellikle tek bir kişiye sistematik ve bilinçli olarak uygulanan iş etiğine aykırı davranış ve düşmanca tavır ile kişiyi savunmasız, tek başına bırakmak, böylece performansını ve dayanma gücünü minimize ederek, işten ayrılmaya ve bırakıp gitmeye zorlamaktır.

Kadınlar iş yaşamında zaman zaman işyerlerinde kötü muameleye, hakarete ve tacize maruz kalabiliyorlar. Şefleri, patronları tarafından aşağılanıyor ve yok sayılıyorlar. Ancak gerek feodal toplum yapısı, yaşadığını kimseye anlatamama, kabullenme, utanma ve işten atılma korkusu bu konuda kadınların suskun kalmasını sağlıyor. Bu suskunluk ise mobbing uygulayanın elini güçlendiriyor ve daha fazla kişiye mobbing uygulamasını sağıyor.

Bu suskunluğu kırmanın yolu ise mobingle mücadeleden geçiyor. Mobingle mücadele için;

a. Sorunların ısrarla dile getirilmesi,

b. Yaşananlardan utanmadan, kusuru olmaksızın başına geldiğini her fırsatta anlatmak,

c. Korkmamak, “herkesin başına gelebileceğinin” idrakiyle kusuru kendinde arayarak haklarından vazgeçmemek,

d. Yasal prosedürleri işletmek,

e. Bir üst amire yazılı olarak durumu anlatır şikâyette bulunmak,

f. Aynı zamanda ALO 170 ‘e bildirimde bulunmak,

g. Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne amirin “işten çıkmaya zorlamak” fiilinde tavır ve davranışlar içine girdiğini “mobbing”e maruz kaldığını anlatan şikayet dilekçesi yazmak,

h. Mobbing, dayanılmaz bir hal aldığında gerekirse iş akdini haklı olarak feshederek tazminatlarını istemek,

ı. İş Kanunu’nun 5. Maddesi gereğince “eşit davranma ilkesine” aykırı davranılması gerekçesiyle dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminat ve başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep eden dava açmak ,

i. Ve en önemlisi tüm işçilerin birlikte mücadele etmesi ve işçilerin örgütlü birliği gerekmektedir.

Mobbing uygulayanın fiiline göre, hukuki ve cezai müeyyideleri bulunmaktadır. Ne var ki bu müeyyidelerin hiç biri mobbingi açıkça tanımlayarak, oluşturulmuş kanun maddeleri değildir. Bu nedenle mobbing mağdurunun yaşadığı fiile göre hukuk ve ceza davaları açmak gerekmektedir. Bizim düşüncemize göre mobbinge ilişkin olarak hem iş kanuna, hem devlet memurları kanununa (memurlar açısından) hem de ceza kanuna bu suçun müeyyidelerine ilişkin kanun maddeleri eklenmeli ve bu suçlara ilişkin açılacak davalarda harca tabii olmamalıdır.

4857 Sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesi olan “Eşit Davranma İlkesi”, 77. Maddesi ile “İşçilerin Sağlığı ve Güvenliği İçin Her Türlü Önlemi Alma”, Yeni Borçlar Kanunu’nun 417. Maddesi gereğince “İşçilerin Psikolojik Ve Cinsel Tacize Uğramamaları İçin Her Türlü Önlemin Alınmaması” hükümleri çevresinde tazminat davaları açılabilir.

Mobbingi uygulayan işveren veya amir açısından en az tazminat davaları kadar önemli olan ceza davaları ise, uygulanan fiilin ağırlığa göre 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun;

- İşveren, çalışan kadın işçinin acı ve eziyet çekmesine sebep oluyorsa, iradesini sakatlıyorsa, işçi arkadaşlarını ihbar etmesi isteniyorsa 96. Maddesi ile “Eziyet Suçu”,

- Kadın işçiye temas etmek suretiyle vücut bütünlüğünü bozacak eylemlerde bulunuyorsa, dokunuyorsa, 102. Maddesi ile “Cinsel Saldırı”,

- Temas etmeden sözle taciz etme, sarkıntılık etme, 105. Maddesi ile Cinsel Taciz ,

- Bir eylemi yapmaya ya da yapmamaya zorluyorsa, amirin odasından çıkmasına izin vermiyorsa, bu şekilde bir zor kullanma varsa 108. Maddesi İle  Cebir Kullanma Suçu

- Sürekli taciz telefonları, arama, yanına çağırma varsa 123. Madde İle, Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma Suçu

- İşyerinde Çalışanların Yanında hakaret, aşağılama varsa 125 Madde İle  Hakaret Suçlarını oluşturur.

Mobbingle mücadele zor ve çetrefilli bir yol olmakla ve siyasi iktidar tarafından açıkça müeyyidesi olan bir suç kapsamına dönüşmemekle birlikte bu konuda ısrarcı olunmalı ve tüm yasal prosedürler işletilmelidir. Keza unutulmamalıdır ki, mobbingi uygulayan, çalışanlardan birini seçmişse genellikle o kadının ses çıkarmaması halinde uygulamasını sessizce yaygınlaştırıyor ve diğer işçilerin sinmesi ve sessiz kalmasını yine işçiler üzerinde başka bir baskı aygıtı olarak kullanıyor. Mobbingle mücadele yaygın, ısrarcı ve örgütlü mücadeleden geçer.

- Genel olarak kayıtsız çalışmanın yaygın olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kayıtsız çalışmanın da kadın çalışanlar içerisinde daha yaygın olduğu görülmektedir. İş yaşamında şiddetle karşılaşan, mobbinge maruz kalan, kreş hakları ellerinden alınan kadınlar hem aynı işi yaptığı erkek çalışanlardan daha düşük ücret alıyor hem de yüksek oranda kayıt dışı çalıştırıyorlar. Yasaların kadın çalışanları güvenceye aldığını düşünüyor musunuz?

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, kayıt dışı ekonomi devasa bir bütçeyle dönüyor, işyerlerinde hiçbir denetim yapılmıyor, yapılan denetimler sonucunda yazılan raporlar ise işverenin elinden çıkmışçasına muntazam ve eksiksiz oluyor ama birgün sonra aynı işyerinde sigortasız işçiler ölüyor, ya da açılan işe iade davasında ısrarla 30 işçiden az işçisi olduğunu iddia eden işyerine keşfe gidildiğinde 400 işçinin çalıştığı, aynı işyerinde 10 taşeron firmanın bulunduğu, bir kısmının çırak olduğu ve bedava iş gücü olduğu ortaya çıkıyor. Karşılaştığımız sayısız örnek var. Ama gördüğümüz en net tablo; kadınlar ve erkekler aynı işyerinde yan yana ve aynı kıdemle çalışsalar dahi daha az maaş alıyorlar. Olası bir kriz döneminde ya da işyerinin ekonomik olarak kötüye gitmesi durumunda ilk kadın işçiler işten çıkarılıyorlar. Hamile kalan kadın işçiyi çalıştırmak istemiyorlar. Çünkü kadın halen asli iş gücü olarak görülmemektedir. Kadın yedek iş gücü olarak görüldüğünden evlendiğinde, hamile kaldığında, emzirmek istediğinde derhal işten çıkarılıyorlar. Gelire en çok ihtiyaç duyduğu anda kadınların iş akdi sonlandırılıyor. Kreş hakkı gaspedilen, çocuğuna güvenle bakacak yer bulamayan bulsa dahi yedek iş gücü olarak görülen üretimle arasındaki ilişki pamuk ipliğine ve işverenin iki dudağı arasına sıkışıp kalan kadın her an işten atılma kaygısını yaşamaktadır. Kadınlar yasal güvencelerden yoksun ve kırıntı haklarla çalışıyorlar. Son kalan lehe hükümler ise sessiz sedasız gelen torba yasalarla ve adına İş Güvenliği ve Sağlığı Yasası denilen aldatma yasalarla tırpanlanıyor. Ne yazık ki, biz kadınların özgürlük ve adalet mücadelesi; evde, işte, sokakta devam ediyor, edecek.

- 10 Şubat 2013 tarihinde” Devrimci kadın kurultayı” gerçekleştirilecek. Kadının ezilmişliğinin tarihsel sürecinin ve temel kaynağının ortaya konulacağı, aynı zamanda kadın sorununa karşı teorik yaklaşımları ve komünistlerin tutumunu yansıtacak olan Devrimci Kadın Kurultayı’na dair görüşleriniz nelerdir?

Kadın sorunu toplumsal bir sorundur. Kapitalizm var olduğundan bu yana vardır ve bu düzen değişinceye değin olmaya devam edecektir. Çünkü kapitalist sistem bir taraftan feodal kalıntılarla beslenirken diğer taraftan sınıflar arasındaki tabakaları keskinleştirerek, kalınlaştırarak, kadını hem evde, hem işte sömürerek varlığını sürdürür. Kapitalizm kadını özgürleştirmemiş, aksine zaman içinde köleleştirmiştir. Kapitalizm kadını ucuz ve yedek iş gücü olarak görmüş, ihtiyaç dönemlerinde dilediğince kullanmış, kriz dönemlerinde ise “ev işi” ne hapsetmiştir. Ulusal İstihadam Projesiyle evden çalışma, parça başı çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi ucuz iş gücüne dayalı çalışma biçimlerinin tamamı kadının ev işini ve çocuk bakımını ihmal etmemesi üzerine geliştirilmiş formüllerdir. Siyasi iktidarın adım adım geliştirdiği ve kadının ilk görevinin “eş ve anne” olması üzerine kurulu projelerin tamamını defetmek için, kadın sorununun tarihi ve güncel sorunlarının ortaya konularak, kadının toplumsal mücadelenin en önemli parçası olduğunu ve kadının özgürleşmesi için kadın-erkek omuz omuza mücadele etmek gerektiğini haykırmak için bu uğurda verilecek mücadele pratiğini geliştirmek ve mücadeleyi ortaklaştırabilmek için Devrimci Kadın Kurultayı’nın üstlendiği misyonun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben orada olacağım. Tüm dostları da Devrimci Kadın Kurultayı’na bekliyorum.

Teşekkürler…