Adil yargı ve Ö.Ç. davası – Mehveş Evin

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 06 Eylül 2012
  • 01:35

Hukukçular, Ö.Ç. davasında yargılanan komiserin savunma hakkını savunuyor. Peki bu polisin savunmasını yapan avukatın, Çocuk Hakları Komisyonu Üyesi olması etik açıdan sorun mu, değil mi?

Sakarya’da ilk duruşması yapılan Ö.Ç. davasına dair yazıma çok sayıda destek ve tepki maili geldi. Hatırlatayım: 14 yaşındaki bir kız çocuğuna (Ö.Ç.)  toplu istismar ve tecavüz davasında sanıkların tümü salıverildi. Buna, davaya müdahil olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da itiraz etti. Bu arada davanın bir numaralı sanığı olan Sakarya Emniyeti Halkla İlişkiler Müdürü N.Ş., ilk gece gözaltına alındıktan sonra serbest kaldı ve yurt dışına kaçtı.
Polis memuru N.Ş.’nin avukatının Sakarya Çocuk Hakları Komisyonu üyesi olması bana en hafif tabiriyle ‘tuhaf’ gelmişti. Ancak pek çok hukukçu, evrensel bir hukuk kuralı olan masumiyet karinesini hatırlatıp, meslektaşlarına haksızlık ettiğimi düşünüyor.
İzmir Barosu’ndan avukat Funda Dursun, “Savunduğu kişiyi, eğer isnat edilen suçları işlediğine dair kanıtlarım olsaydı ya da bana suçunu itiraf etmiş olsaydı savunmak istemezdim. Ama yargılama süreci tamamlanmadan, ‘Bu adamı savunamazsınız’ demek; masumiyet karinesini ihlal etmek anlamına gelir. Masumiyet karinesi ve savunma haklarını yok sayar, bunu bir de çok okunan ulusal bir gazetede yazarsanız hukuk sistemine zarar vermiş olursunuz” diye yazmış.

Savunma hakkı
Savunma hakkı, suçlu da olsa herkesin savunma hakkı bulunması demek. Avukat Funda’nın eleştirisi haklı, ama bu ülkede hukuk sistemine zarar verecek en son kişilerden biriyim...
Etik konusunda hukukçuların farklı yorumları var. Mesela Çağdaş Hukukçular Derneği neden davayla ilgili basın açıklamasında “Çocuk Hakları Komisyonu’nun, 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüzden yargılanan yetişkin sanıkların avukatlığını yapmasına ilk defa şahit oluyoruz” dedi? Burada savunma hakkından bahsedilmiyor, meslek etiğine dair bir çelişki vurgulanıyor.
Funda Hanım gibi bazı hukukçularsa ‘Çocuk Hakları Komisyonu’na üye bir avukatın üstlendiği her davayı Çocuk Hakları Komisyonu’yla ilişkilendiremeyiz. Avukatın o davada görev yapması, komisyonun o tarafta yer aldığı anlamına gelmez’ görüşünü savunuyor. Yani komisyon çalışmaları ayrı, barodaki görevi ayrı.

Bu görüşe göre söz konusu avukatın hem Çocuk Hakları Komisyonu üyesi olup, hem de çocuk istismarı suçuyla yargılanan birini savunması tezat değil. Hukuken olmayabilir, ancak etik olarak sorun olduğunu hâlâ düşünüyorum. Hele sanığın bir gece gözaltına alındıktan sonra salıverildiğini ve kaçtığını düşününce... Hele yetişkin sanıkların polis olduğunu düşününce...

İnandırıcılık meselesi
Bir başka hukukçuysa şöyle yorumluyor: “Çocuk hakları komisyonu üyesi avukatın, çocuk istismarcılarını savunması dar bir çerçeveden bakıldığında mesleki olarak doğru gibi görünse de etik olarak çok yanlış bir harekettir. Söz konusu tecavüzcüyü savunurken ait olduğu komisyon üyeliğini unutmuş mu yani? ‘İmdat polis’ hattında görev yapan avukat, işkenceci bir polisin avukatlığını üstlenirse, polis şiddetine maruz kalmış insanlar üzerinde bu hattın ve kendisinin bir inandırıcılığı kalır mı?”
Galiba kilit kelime bu: İnandırıcılık...
En düşündürücü soru, Almanya’daki mühendis bir okurumdan geldi: “Peki bu insan, aynı anda hem çocuk haklarını hem de insanların adilce yargılanmasını savunan biri olamaz mı? Aynı anda bu iki kavrama birden hizmet  edemez mi?”
Evet, doğrusu bu olmalı. Fakat maalesef bu ülkede yargının sağlıklı yürüdüğüne dair inancımız o kadar zayıf ki bu iki kavrama hizmet edilmesini düşünemiyoruz bile.
Ö.Ç. davasını takip etmeye ve tüm yönleriyle inceleyip tartışmaya devam edeceğim. Küçük yaşta çocukların cinsel istismarı Türkiye’de çok yaygın. Ne yazık ki şimdiye kadar basına yansıyan örnekler de birer ‘utanç davası’ oldu. Tepkimiz bundan, yoksa avukatlık mesleğiyle derdimiz yok. Umarız bu defa adil bir yargı süreci mümkün olur. Hem mağdure, hem sanıklar, hem de kamuoyu vicdanı açısından...

Milliyet / 06.09.12