Dün Akif Beki ‘Kadın cinayetleri ne zaman başladı?’ başlıklı bir yazı yazdı. Önce Mehmet Ali Birand’dan alıntı yapmıştı. Birand, son yazısının ‘Kadın cinayetleri hep vardı, şimdi uyandık’ bölümünde 30-40 yılın gazetelerini taradığından, istatistikler vahim sonuçlar ortaya koyarken kadına karşı şiddet haberlerinin medyada az yer bulduğundan yakınmıştı. “Hiç değilse -lafla bile olsa- sahip çıkıyoruz” diyordu bugün için.
Beki de aynı yöntemle denetimli serbestlik yasasından faydalananların toplam sayısı içinde ‘kadın düşmanlarını’ araştırmış. Bunu yapmayan gazetecileri de kınayarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in basın bürosunu aradığını, yaklaşık 15 bin kişi içinde kadına karşı işlenen suçlardan yatıp da bu kapsama girenlerin oranının yaklaşık yüzde 1 olduğunu öğrenmiş. Çıkarımı şu: “Bir telefon ötedeki Adalet Bakanlığı’na sorsalar öğrenecekler işin aslını. Ama yok, haberin doğru olup olmaması önemli değil. Denetimli serbestliği, kadın katillerini tekrar sokağa salmak için mahsustan çıkarılmış bir yasa gibi göstermek daha seksi geliyor.”
‘Daha seksi’ kısmına girmek bile istemiyorum. Önemseyip de üzerine yazmamın nedeni, bir zihniyeti kendi kelimeleriyle billurlaştırmasındandır. Beki demek istiyor ki (yaklaşık) 15 bin içinde (yaklaşık) yüzde 1 için bu kadar gürültü koparmaya ne gerek var? Bu hesapla eder (yaklaşık) 150 kadın...
Bir kadın yeterdi
Birçok kadın örgütünün ortaklaştığı, Abdullah Gül’ü denetimli serbestlik yasasına kısmi vetoya davet eden o metin, o kampanya nasıl ortaya çıktı biliyor musunuz?
Daha önce şiddet görerek Mor Çatı’ya başvuran bir kadın, cezaevi müdüründen telefon aldı; o erkek çıkıyordu! Normalde böyle bir uygulama yok, o yüzde 1’e giren kadınların hiçbiri böyle uyarılmadı bile.
Müdürün aramasının nedeni, Mor Çatı’nın cezaevine yazdığı yazıydı. Söz konusu erkek, şartları haiz olduğundan daha önce de ‘izinli çıkış’ yapmış ve vakit kaybetmeden kadına koşmuştu. Boynuna hasretle sarılmak için değil. Mor Çatı, cezaevine “Bu adam izne ayrılacaksa mutlaka bize haber verin” içerikli mektup yazdı. Mesuliyet, yoksa cezaevinde olacaktı. Telefon o yüzden edildi.
Kadın örgütleri o erkeğin denetimli serbestlik yasasından faydalanacağını bu şekilde öğrenince Cumhurbaşkanı’na çağrıda bulundu. Konmuş filtreler vardı, bir tane daha eklenebilirdi. Adalet Bakanlığı’nı arayıp kaç kadın etkilenecek diye soruşturmadılar. Bir kadın da yeterdi, kaldı ki Türkiye hakikatine bir lokma vâkıf biri, sayının 1’in üzerinde olacağını bilir. Hesap mı yapmalılardı? Bunun haberini yapanlar hesap mı yapmalıydı? Kaç kadının hayatı tehlikeye giriyorsa anlamlı olurdu mesela? (Yaklaşık) 150 yetmiyorsa kaç? Kimse 15 binin de ‘kadın düşmanı’ olduğunu söylemedi, kimse ‘denetimli serbestlik’in bütününe dair cümle kurmadı. Talep ‘kısmi veto’ydu.
Mor Çatı avukatlarından Çiğdem Hacısoftaoğlu, ilgili madde (TCK/56) yüzünden darp, yaralama suçları işleyen erkeklerin çoğunun cezalarının zaten ertelendiğini (hükmün açıklanmasının geri bırakıldığını) söylüyor. Cezaevindekiler mükerrer suç işleyenler. Üstelik yeni yasanın sonrasına da tesiri var.
Şöyle diyor: “Kanunlar sadece o kişiyi cezalandırmaz, aynı zamanda bir iradenin açıklanmasıdır. Biz sadece tahliye olanları değil, bir zihniyeti büyütmek istedik. Yoksa 100 kişi olsun, elli ya da beş, önemi yok.”
Bu meseleyi ciddiyetle ve samimiyetle önemsemek, bakkal hesabını, bu şiddet üzerinden siyaset yapmayı, şiddeti önemseyenlerin de sadece siyaset yaptığı paranoyasını bir kenara bırakmayı gerektiriyor.
Radikal / 08.02.13