Yusufeli Barajı’nda yaşananlar… Kölelik prangaları kalınlaştırılıyor

Pandemiyi fırsata çeviren kapitalistler, her yerde olduğu gibi ağırlaştırılmış “yeni çalışma rejimini” inşaatta da dayatıyorlar. Bu “yeni çalışma rejimi” ile üretimin her koşulda sürmesi ve sermayenin kazancının en üst düzeye çıkartılması hedefleniyor. Bunu da işçilere açlık ve işsizlikle tehdidi ile zorla dayatıyorlar. İşçi sınıfı bu çalışma rejimini kabul etmemeli ve hakları için, insanca yaşamak ve çalışmak için mücadele etmelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 06 Eylül 2020
  • 20:59

Türkiye’de koronavirüs vakaları son günlerde geri dönülemez bir eşiğe doğru tırmanıyor. Virüsün çıktığı ilk andan beri yaşananlar, insanların toplu olarak bulunduğu ortamların yayılmanın en yoğun yaşandığı yerler olduğunu gösterdi. Bu nedenle fabrikalar, şantiyeler, madenler virüsün yayılma merkezleri olmaya devam ediyor. Her gün bir fabrikada, bir şantiyede, bir madende vakaya rastlandığı ve birçok işçiye bulaşmaya başladığı haberleri geliyor.

Hava yoluyla rahat bulaşı olan bir virüsün işçilerde bu kadar fazla görülmesinin nedeni çalışma koşullarından kaynaklanmaktadır. Sermaye sınıfının salgına karşı aldığı önlemler de kendisini ve kârını korumak üzerine olunca, tablo daha da vahimleşiyor. 

Son olarak 3 binin üzerinde işçinin çalıştığı Yusufeli Barajı inşaatında kurban bayramı sonrası salgın hızla yayılmaya başladı. Bu duruma karşı sermayenin ve devletinin aldığı “önlem” ise tıpkı Dardanel fabrikasında olduğu gibi işçilerin çalışma ortamında karantinaya alınması ve üretimin sürmesi oldu. Yine işçinin canı yok sayıldı, sermayenin kârı en önde tutuldu. 

Yusufeli Barajı burjuva basında “dünyanın 3. büyük barajı”, “Eyfel Kulesi’nden sadece 25 metre kısa”, “kullanılan beton ile 100 gökdelen inşa edilebilir” gibi şatafatlı sözlerle lanse ediliyor. Ancak bu devasa boyuttaki yapının 2013’te başlayan inşaatında hak kayıpları yüzünden hayatları mahvolan işçi aileleri, doğanın geri dönülemez tahribatı ve işçilerin kanı ile yükselmesinden hiçbir şekilde bahsedilmiyor. Çünkü kapitalist sistemde işçilerin canı değil, sermayenin kazancı daha önemlidir. Yusufeli Barajı inşaatında korona günlerinde de yaşananlar bunun kanıtıdır. Kar odaklı bir üretimden kaynaklı alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri ile işçiler ölümle burun buruna çalıştırılmak zorunda bırakılıyor. İş bırakan işçilerin ifadeleri zaten kötü olan çalışma koşullarının pandemi ile daha da ağırlaştığını çok net göstermektedir. İşçiler, inşaatta hijyen koşullarının olmadığı, yemekhanelerde kalabalık bir şekilde yemek yendiği, test yapıldığı ancak testin sonucunun 2-3 gün sonra açıklandığı ve pozitif çıkan işçiyle hasta olamayan işçilerin bu 2-3 günlük sürede 24 saatini beraber geçirdiklerini ifade ediyorlar. Bu sağlıksız koşullara ses çıkartan inşaat işçileri dayatılan yeni çalışma rejimine karşı toplu iş bırakma gibi eylemler gerçekleştiriyorlar. Barajın yapımını üstlenen ve AKP döneminde kamu ihaleleri sayesinde palazlanan Limak kapitalisti Nihat Özdemir’in bu eylemlere cevabı ise son süreçte sık karşılaştığımız “Biz bu karantina altında çalıştırılmayı valilik onayıyla gerçekleştiriyoruz. Beğenmeyen bütün haklarından vazgeçer ve evine gider” oluyor. Yani, yine işçinin sağlığından ve canından çok sermayenin kendi ihtiyaçlarını gözeten ve buna arka çıkan bir sermaye devleti ile işçiler karşı karşıya kalmış oluyor.

Türkiye’de inşaat sektörü on yıllardır sermaye için kârlılığın yüksek kazancın kolay olduğu bir alandır. Düşük düzeyde bir sermaye gerektirmesi, hızlı biçimde de sermaye biriktirmesi ve uluslararası sermaye ilişkisinin zayıflığı Türkiye’de birçok sermaye grubunu bu alana kaydırıyor. Ayrıca sermaye devletinden alınan ihalelerin kazancı, verilen garantilerle savaş, salgın vb. ne olursa olsun her koşulda gerçekleşmektedir. AKP iktidarı döneminde bu durum üst boyutlarda yaşanmaktadır. Yapılan barajlar, duble yollar, köprüler, hastaneler, gökdelenler ile en üstte pastanın en büyüğünü kapan “yüklenici firmalar”, onun altında ise binlerce taşeron şirket oluyor. Ayrıca hak gasplarının en yaygın yaşandığı inşaat sektörü kapitalistlerin iştahını daha da kabartmaktadır. Bizzat AKP iktidarı eliyle korunup kollanan inşaat tekelleri, salgın süresince de büyümeye devam etmektedir. Kollanan inşaat kapitalistleri mevcut burjuva yasalara bile uymaya gerek duymuyorlar. İnşaat sektörü kayıt dışı çalışmanın en çok yaşandığı alanlardan biridir, yine iş kazaları ve cinayetlerinin, hak gasplarının en çok yaşandığı alandır. Yusufeli Barajı inşaatını da sürdüren Limak’ın sahibi Nihat Özdemir ayrıca TFF Başkanlığı’nı da yapmaktadır. Özdemir’in salgında liglerin açılması ile ilgili “testi pozitif çıkanı ayırıp, yolumuza devam edeceğiz.” Sözleri, aslında bu asalakların şantiyelerinde çalışan işçilere bakışının da yansımasından başka bir şey değildir. Nasıl ki binlerce işçiyi şantiyeye hapsedip çalıştırmaya zorluyorsa, aynısını futbolculara da layık görmektedir. AKP şefinin sarayını ve şehir hastanelerinin yapımını da üstlenen Rönesans Holding’in, Rusya’daki şantiyesinde çalışan ve haklarını alamadıkları için iş durduran işçileri gözaltına aldırması da yine bu dönemde olmuştur. İnşaat işçisinin karşısında hiçbir şekilde kural tanımayan, sırtını AKP iktidarına dayamış bir haydut takımı vardır. Zaten ağır olan şantiyelerdeki çalışma koşulları salgında daha da kötüleşmiştir. Buna ses çıkartan her işçiye ise “bütün haklarından vazgeç” denilerek kapı gösterilmektedir.

Pandemiyi fırsata çeviren kapitalistler, her yerde olduğu gibi ağırlaştırılmış “yeni çalışma rejimini” inşaatta da dayatıyorlar. Bu “yeni çalışma rejimi” ile üretimin her koşulda sürmesi ve sermayenin kazancının en üst düzeye çıkartılması hedefleniyor. Bunu da işçilere açlık ve işsizlikle tehdidi ile zorla dayatıyorlar. İşçi sınıfı bu çalışma rejimini kabul etmemeli ve hakları için, insanca yaşamak ve çalışmak için mücadele etmelidir.