Devlet aygıtını oluşturan kurumların taktik manevralarını belirleyen şey, sınıflar mücadelesinin seyridir. Varlık nedeni işçi sınıfını hareketsiz bırakmak olan düzen sendikacılığı da bu gerçeklikten yola çıkarak manevralar yapıyor. Bu manevralardaki ustalıkları ile omurgasız olduklarını tekrar tekrar ispatlıyorlar. Omurgasız olmaları, onların ilkelerinin olmadığı anlamına gelmemelidir. Sermaye sınıfının işçi sınıfı içindeki ajanları gibi hareket eden bu bürokratik kastın elbette ilkeleri vardır. En temel prensipleri işçi sınıfına ihanettir.
Görevleri aynı olan bu ihanet şebekelerinin her kapitalist ülkede farklı adları vardır. Sermaye sınıfına hizmet etmekle mükellef olan yöneticilerce çiftliği haline gelmiş olan sendikalar, işçi sınıfının elinden alınmış, adeta işgal edilmiş mevzilerdir. Tıpkı kapitalistlerin olduğu gibi sendika ağalarının saltanatını, koltuklarını güvenceleyen de işçi sınıfının hareketsizliğidir. Ancak sınıfın içinden homurdanmalar, rahatsızlıklar arttıkça onlar da koltuklarında kıvranmaya, huzursuz olmaya başlarlar.
Tüm bunlardan ötürü içinden geçtiğimiz dönem dikkate değerdir. Zira ağır kriz koşulları işçi ve emekçiler için daha da yıkıcı olmaya başlamış, zaten açlık ve yoksulluk sınırının altındaki ücretleri daha da eritmiştir. Sefaletin böylesine derinleştiği dönemlerde biriken tepkiler artmakta, gerek sınıf merkezli gerekse emekçi dinamiği yüksek kitle hareketleri ortaya çıkabilmektedir. Bunu okuyan sermaye sınıfının analistleri ilgili merkezlere nasıl bir taktik politik hat izlenmesi gerektiği konusunda telkinlerde bulunmakta, yönlendirmektedirler. Devamında da hükümet yetkililerinden TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB benzeri sermaye örgütlerine kadar tümünün söylemlerinden icraatlarına kadar taktik manevraları buna göre şekillenmektedir.
Bu vesileyle işçi sınıfının ayaklarına vurulan bir pranga işlevini gören Türk-İş’e değinmek önemlidir. 5-7 Aralık tarihlerinde 23. Genel Kurulunu yapan bu sendika konfederasyonu, icraatlarıyla, işçi sınıfının değil ama sermaye sınıfının vazgeçilmezidir. Tarihsel geçmişi yeterince karanlık olan bu konfederasyonun dünü ne ise bugünü de odur. Elbette işçi sınıfının tabandan gelen basıncı bu konfederasyona bağlı kimi sendikaları da etkilemiş, hatta zaman içinde yer yer ileri tutumlar almalarına yol açmıştır. Ancak Türk-İş tarihi bir bütün olarak sendika ağalığının, sendika bürokrasisinin ne manaya geldiğinin apaçık kanıtı olarak, sınıf bilinçli işçilerin sendikal eğitim derslerinde önemli bir konu başlığı olarak hak ettiği yeri almıştır. Türk Metal örneğinde olduğu gibi çeteleşmiş, mafyavari kontra sendikacılık bunlara yakışacak tanımlardır.
Hatırlanırsa daha birkaç ay önce 200 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmesi sürecinde ortaya sürülen taleplerin karşılanması için gerektiğinde grev yapılıp yapılmayacağı gündemdeydi. Bununla ilgili yaptığı açıklamada, “Grev yapacak paramız yok” diyen Ergün Atalay, işçilerin satıldığı o sözleşmenin açıklandığı basın toplantısında açık kalan mikrofona, “Uzarsa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle” diyebilmişti.
Gündemden düşmeyen kıdem tazminatına yönelik saldırı girişimleri, mezarda emeklilik, işsizlik, güvencesiz çalışma koşulları, düşük ücretler işçi sınıfında dipten dibe mayalanan bir öfke yaratmaktadır. Kabaran bu öfkeden sermaye sınıfı kadar burjuva sendikacıları da haberdardır. Sınıf harekete geçmeden onu boğmak ya da harekete geçtiğinde etkisini sınırlamak için şimdiden kollarını sıvamış bulunuyorlar.
Asgari ücretin gündemde olduğu şu günlerde bu sendika ağalarının işçi sınıfının gözünde imajlarını tazelemek için nasıl hokkabazlık yaptıklarını, dillerinin nasıl kıvrak olduğunu da görebiliyoruz. Geçtiğimiz yıl da asgari ücret toplantılarına asgari ücretli bir işçiyi katarak benzeri bir yol izlemişler, nihayetinde açlık sınırın altında bir ücrete imza atmışlardı. Şimdi yine mangalda kül bırakmıyorlar. Hatta yüzbinlerce işçiyi harekete geçirebileceklerinden bahsediyorlar. Dillerinin kemiği yok. Her türlü sözü eğip bükebiliyorlar.
23. Genel Kurulda “kongreye 60 yıldan sonra ilk defa işçilerden başka kimseyi davet etmediklerini” söyleyen Ergün Atalay’a, “Sendika patronların, belediye başkanlarının değil, işçilerindir” dedirten, sürecin okunarak çıkarılan dersleridir. Bu, ağalara “sendika işçilerindir” dedirten nesnel gerçekliğin bir dayatmasıdır. Yoksa onlarca yıldır kuruldukları koltukları bırakmak, burjuva yaşamlarından vazgeçmek, sendikaları işçilere bırakmak, “söz, yetki, karar” hakkını hayata geçirmek gibi bir dertleri asla yoktur.
Atalay’ın genel kurulda yaptığı konuşmalarda dile getirdiği iş cinayetleri, mülteci işçilik, kayıt dışı çalışma, sendikasızlık, EYT’liler, işten atmalar, vergi adaletsizliği, özelleştirmeler, taşeron işçiler, kıdem tazminatı vb. yakıcı sorunlara dair bu konfederasyonun somut hiçbir eylem planı yoktur. Keza kadın cinayetlerinin arttığı şu günlerde yapılan genel kurulda kadın işçilerin Türk-İş’te yok sayıldığı bu vesileyle de açığa çıkmış bulunmaktadır.
Sonuç olarak Türk İş konfederasyonu olası bir proleter isyanı bastırmak için hazırlıklı olduğunu göstermiştir. Dipten gelebilecek bir dalganın tepeden engellenip engellenemeyeceği ise bu öfkeyi örgütleyen dinamiklere bağlı olacaktır.