Ocak ayında Petkim sermayedarı ile Petrol-İş Aliağa şubesi arasında başlayan toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmeleri geçtiğimiz günlerde anlaşmayla sonuçlandı. Sürecin başında talepler taslağı işçilerin önerilerine göre hazırlanmış, ücretlere %25 zam ve ücret makasının kapatılması için skalanın kaldırılması öne çıkan talepler olmuştu. Pandemi dönemini fırsat bilen sermaye tarafı görüşmelere gelmedi ve bu nedenle sözleşme süreci yaklaşık üç ay askıya alındı. Petkim kapitalisti tüm süreç boyunca çalışma koşulları üzerinden dayatmalarda bulundu. Sonuç olarak bağıtlanan sözleşmede %10 zam ve skalanın üç yıl içinde kaldırılması yer aldı. Sözleşme süresi ise üç yıl olarak kaldı.
Petkim'de özellikle son yıllarda kamudan kalma haklar patronun hedefindeydi. Tüpraş sözleşmesinde, Yüksek Hakem Kurulu (YHK) eliyle temel önemdeki hakların bir kısmı tırpanlanmıştı. Bundan güç alan sermayedar yeni saldırı planlarıyla masaya oturmuştu. Petrol-İş ise, YHK’nin TİS sürecini her zaman patronlardan yana bağıtlamasından dolayı sürecin YHK'ya gitmemesine gayret etti.
Tablo böyleyken TİS sürecine dair birtakım sorun alanlarına dikkat çekmek istiyoruz. Bunlardan ilki Petkim işçisinin sözleşme sürecine dahil olmamasıdır. Mevcut sendikal hareketin geneline işçinin özne olamadığı, mücadeleden kaçınıldığı, masa başı uzlaşmanın esas alındığı bir çizgi hakim. Petrol-İş'te de bu sorunların yansıması yaşanıyor. İşçinin mücadele kararlılığından güç alan bir yol izlemek yerine, ülkenin koşulları bahane edilerek müzakere ve uzlaşma çizgisi sürdürülüyor. Yöneticilerin, temsilcilerin kişisel niyetlerinden bağımsız olarak parçası oldukları bu çizgi, örgütlü mücadeleyi zayıflatıyor.
Sorun sadece sözleşmenin iyi veya kötü bitmesinden ibaret değil. İşçilerin birlikte tartıştığı, birlikte karar alıp uyguladığı taban örgütlülüğüne dayalı mekanizmalar kurulmuyor. Bu durumda masa başı pazarlıklar; talepler uğruna mücadelenin, hak arama mücadelesinin yerine ikame ediliyor. Örneğin bu dönem, skalanın kapatılması talebini kabul etmeleri için sermayedarı eylemlerle köşeye sıkıştırmaktan uzak duruldu. Üç yıllık sürenin devamı ve %10 zammın kabul edilmesi ile anlaşma imzalandı. Oysa taban örgütlülüklerine dayalı bir mücadele anlayışı ile hak kaybetmez, kapitalistleri taleplerimizi kabul etmek zorunda bırakırız. Bu mücadele aynı zamanda işçi sınıfı için bir ‘okul’ işlevi de görürdü. Hem sınıf bilincinin gelişmesi hem demokrasi mücadelesinde eğitim açısından... Şimdiki durum sendikal anlayışın bir yansıması olduğu gibi, işçilerin bilinç düzeyindeki zayıflık, mücadeleden kaçınması ve sendikayı “hizmet” kurumu olarak görmesinden de kaynaklanıyor. Sendikaların mücadeleyi temel almaktan uzak durması ile işçilerin bu anlayışı aşabilecek bir irade ortaya koyamamaları hem kapitalistlerin hem işçi düşmanı iktidarın işini kolaylaştırıyor.
YHK korkulacak değil, kapattırılacak bir kurumdu!
Uzlaşmacı tutum, milyonlarca işçiyi ilgilendiren TİS'lerde sermaye sınıfının YHK'yı bir sopa olarak kullanmasına fırsat veriyor. YHK sermayenin elinde çift yönlü çalışan bir kamçı gibidir: Tüpraş örneğinde, işçilerin önemli haklarını sermayedar adına gasp eden bir aparat olurken, Petkim örneğinde ise, varlığıyla basınç yaratarak sendikayı tavizler vermeye zorladı. Oysa mücadele çizgisi izlenebilseydi, YHK’yı çöpe atmak da, kapitalistleri işçilerin taleplerini kabul etmeye zorlamak da mümkün olurdu.
YHK, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra kurulan cuntanın ürünü olan ucube bir kurumdur. Cunta işbaşına geldiğinde kapitalistler, “Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişlerdi. Yani YHK, kararları kabul edilecek bir kurum değil, tam tersine işçi sınıfının hedef alması gereken kurumlardan biridir. Zira bu kurum 40 yıldır “işçi sınıfına düşmanlık, kapitalistlere hizmet” kuralına göre hareket ediyor.
YHK yetmiyor olmalı ki, buna AKP-MHP rejiminin grev yasakları da eklendi. Bir tarafta YHK sopası bir tarafta sermaye iktidarının grev yasakları... Hedefleri açık; işçi sınıfının elini kolunu bağlayıp kaba köleliğe mahkum etmek. Bu uğursuz sarmalı ancak fiili-meşru mücadeleyle, yani üretimden gelen gücümüzü kullanarak parçalayabiliriz. Dolayısıyla Petkim işçisinin karşısında sadece Socar sermayesi değil, iktidarın grev yasakları ve YHK ile devlet de var. Bu nedenle mücadelenin kapsamı sendikal uzlaşma ve mücadeleden kaçınan işçilerin istediği biçime sığmaz. Önümüzdeki dönemde yapılması gereken grev yasaklarına ve YHK'ya karşı etkin bir mücadele örmektir.
Petkim işçisi kardeşler!
İşçi sınıfı pandemiyle birlikte tarihinin en ağır saldırı dalgasıyla karşı karşıya bulunuyor. Bugün sermaye sınıfı sorumlusu olduğu krizi işçi sınıfının üzerine yıkarak aşmaya çalışıyor. Bu konuda yeni olan, pandemiyi fırsat bilip kazanılmış hakları fiilen ortadan kaldırmakta gösterilen pervasızlıktır. Ücretsiz iznin bir yıllık için yasalaşması, telafi çalışma, kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla AKP-MHP rejimi sınıfımıza kölece çalışmayı dayatıyor. Kıdem tazminatının gaspı ise, işçilerin basıncıyla şimdilik ertelendi, ancak fırsat buldukları anda yeniden gündeme getireceklerinden kuşku duymamak lazım.
İşçi sınıfına kaba köleliği dayatan rejim, toplumu da kıskaca almak istiyor. Baroları hedef alan “çoklu baro” saldırısı, tarım topraklarının ranta açılması, sosyal medyanın yasaklanması, muhalif basını RTÜK terörü ile sindirme hamleleri peş peşe yapıldı. Bu arada kadın cinayetlerini kat kat arttıran gerici söylem ve uygulamalar da yaygınlaştırılıyor. Kadınlar ve emekçiler buna tepki gösterip eyleme geçtikleri her yerde ise polis şiddeti ve tutuklama terörü tırmandırılıyor.
Petkim sözleşmesi AKP-MHP rejiminin, emekçiler ve kadınlar başta olmak üzere toplum üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdığı bir dönemde gerçekleşti. Bu koşullarda kırıntı düzeyindeki ekonomik kazanımların pek bir anlamı olmayacak, bunlar yüksek enflasyonla kısa sürede geri alınacaktır. Hal böyleyken mücadele TİS süreciyle sınırlandırılmamalıdır. Böyle bir tutum gerçekliği göz ardı etmek, haklarımızı kendi ellerimizle sermaye sınıfına teslim etmek anlamına da gelecektir.
Dostlar!
İnsanca bir yaşam için fabrikada ve yaşamın her alanında yapay ayrımları bir kenara itmeli, olaylara sınıfsal perspektifle bakabilmeli, birleşmeli ve mücadeleyi “sınıfa karşı sınıf” ekseninde örmeliyiz. Haklarımızı, taleplerimizi alışılageldiği üzere sendika yöneticilerinin karar ve insafına bırakmamalıyız. Kararları birlikte almalı, talepleri birlikte saptamalı, ortak iradeyle hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Ünite ünite komiteler kurarak bu mekanizmayı işletmeliyiz. Haklarımız ve taleplerimiz için, geleceğimiz için Petkim işçileri olarak birleşelim, mücadeleyi yükseltelim!
Petrokimya İşçileri Birliği