Metal işkolunda 2019-21 dönemi Grup Toplu İş Sözleşmesi’nin sendikal bürokrasi tarafından satılması, sınıf mücadelesine, dolayısıyla sınıfın geneline vurulmuş yeni bir darbe oldu. Metal işçilerinin sendikalı kesiminde 2015 Metal Fırtınası’ndan bu yana varlığını koruyan dinamizm ve mücadele eğilimi, bir kez daha geçici süreliğine kontrol altına alındı.
Sendikal bürokrasi şebekesi iş başında
Her zaman olduğu gibi ilk hamle yine Türk Metal’in tepesindeki çeteden geldi. Yaklaşık 119 bin işçiyi temsilen Türk Metal ve Öz Çelik-İş adına, 29 Ocak’ta MESS’le sözleşmenin imzalandığı açıklandı. İlk altı ay için %26,28 oranında ücret artışı talebiyle oturulan masada %17’de anlaşma sağlandı. İkinci altı ay için en az %6 veya daha yüksek çıkması halinde enflasyon oranı kadar, üçüncü ve dördüncü altışar aylık dilimler için enflasyon oranında zam alındı. Sosyal haklarda birinci yıl için %20, ikinci yıl içinse enflasyon oranında artış kabul edildi. Türk Metal ağası Pevrul Kavlak, anlaşmayı, “Sizlere verdiğimiz söz gereğince, metal işçisinin bir kör kuruşunu bile masada bırakmadık. Yine tarih yazdık. Yine kazandık.” sözleriyle ilan etti. Bu, Kavlaklar’ın ikinci kez (ilki 2017-19 dönemindeydi) tarih yazması oluyor!
Türk Metal’in (ve süreçte adı pek geçmeyen Öz Çelik-İş’in) tepesindeki ihanet şebekesi payına zerre kadar şaşırtıcı olmayan bir hamleydi bu. İster istemez gözler kendini solda tanımlayan ve 41 fabrikada 11 bin işçiyi temsilen görüşmelerde yer alan Birleşik Metal-İş’e yöneldi. İlginçtir, Birleşik Metal-İş Merkez TİS Komisyonu, söz konusu açıklamaların yapıldığı günün akşamında, gelişmeleri ve teklifi değerlendirerek, 5 Şubat’a kadar eylemlere devam etmekte ve 5 Şubat’ta da greve çıkmakta kararlı olduğunu açıkladı. Sonraki günlerde de, gerek sendika yönetiminin açıklamalarında gerekse tabanda, sözde kararlı tutumun ifadesi bir tablo yansıtıldı. Gerçi greve hazırlanılan günlerde, grev konusunda en kararlı işçi bölüklerinin bağlı bulunduğu Gebze Şube’deki gelişmeler pek hayra alamet değildi. Şubenin, genel merkez bürokratları tarafından ikiye bölüneceği ve yeni şubeye tepeden atama yapılacağı konuşulmaya başlanmıştı.
Bu sinsi manevraları da dahil Birleşik Metal-İş bürokratlarının hesaplarının ne olduğunu görmek için çok beklemek gerekmedi. 2 Şubat’ta, sol yaftalı sendika ağalarının da Türk Metal’in yolundan giderek, anlaşmayı imzaladıkları açıklandı. Birleşik Metal-İş yönetimi de yeni bir “başarı”ya imza attığı iddiasındaydı ve “Ortaya çıkan bu başarı, metal işçilerinin kararlılığı ve mücadelesi ile kazanılmış”tı. Muhtemelen sendika ağlarını rahatsız etmek istemeyenler dışındaki herkes, madem -MESS’in tabiriyle- aynı “avantajlı koşullar”a imza atacaktınız, neden öyle esip gürlediniz sorusunu sormuştur.
Sermaye cephesinin şer ittifakı
Diğer bir soru da, bugüne kadar ekonomik kriz koşullarından fazlasıyla nemalanmış olan MESS kapitalistlerinin, arabuluculuk aşamasında tekliflerini en son ancak yüzde 10’a çıkardıkları, sendikaların grev ilanına lokavt tehdidiyle yanıt verdikleri halde, nasıl oluyor da yüzde 17’ye imza attıklarıdır. Pevrul Kavlak gibi ağalara bakılacak olursa bu, kendilerinin “sıkı pazarlık” yapabilme maharetinin ürünüdür. Bu gülünç iddia bir yana, sözleşmenin bu şekilde bağıtlanmasında AKP-Erdoğan iktidarının ağırlığını koymuş olduğundan şüphe yoktur. Birleşik Metal-İş ağalarının Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na çağrılıp, kendilerine fotokopi sözleşme imzalattırılması aslında başka söze gerek bırakmıyor.
OHAL’i grevleri yasaklamak için çıkardığıyla övünen, kritik grevleri keyfince yasaklayan, kriz gerekçesiyle sermayedarlara işçi fonlarından para hortumlayan AKP iktidarı, tıpkı 2017-19 dönem sözleşmesinde olduğu gibi, başını ağrıtacak bir sorun çıksın istememiştir. Zira sınıfın metal bölükleri içindeki tepkinin, sınıf mücadelesinin genelini tetikleyebilecek militan mücadele isteğinin, dolayısıyla en başta da kendisine yönelecek potansiyel tehlikenin herkesten çok bilincindedir. Öyle ki, Kavlak’ın da açıklamasında dile getirdiği tek doğruda olduğu üzere, “memurlar ve memur emeklileri yüzde 4+4, işçi emeklileri yüzde 5+5, kamu işçileri yüzde 8+4, tekstil grup sözleşmesi yüzde 8+enflasyon, Türk Hava Yolları sözleşmesi yıllık yüzde 12, TÜPRAŞ gibi dev bir kuruluş, Yüksek Hakem Kurulu’nda yüzde 6 oranında zam alırken”, metal işçisinin ağzına bir kez daha yatıştırıcı bir parmak bal çalmak zorunluluğu duymuştur.
Sergilenen mizansen, iktidarıyla, kapitalistleriyle, sendikal bürokrasi şebekesiyle sermaye düzeni cephesinin, 2015 Metal Fırtınası’nın yarattığı atmosferin metal işçileri arasında canlılığını koruduğunun açık bilincinde olduğunu göstermektedir. 2015’in ilk ayında sendikal bürokrasiye rağmen Greif Direnişi’nin “İşgal, grev, direniş!” şiarını kuşanan Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grevini yasaklayanlar, birkaç ay sonrasında sanayinin kalbini oluşturan metal fabrikalarında, üstelik ülkenin birçok kentinde onbinlerce metal işçisinin işgaliyle uyanmışlardı. Hareket sönümlense de metal bölükleri moral üstünlüklerini korumayı başardılar. Uygun koşulları oluşup da sınıf saflarındaki bu mücadele dinamizmi ve eğilimi ezilmeden, düzen cephesinin benzer mizansenler sahnelemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Zira metal bölüklerinin bağrında, başta AKP-Erdoğan iktidarı olmak üzere sermaye cephesini sarsabilecek, sınıfın genelini mücadele sahnesine çekebilecek dinamikler yaşamaya devam ediyor. Dolayısıyla metal TİS’lerinin bu şekilde satılması, gerici-faşist iktidarla birlikte tüm sermaye düzeninin ancak geçici bir süre rahat nefes almasına yol açmış olabilir.
İşçi sınıf ve sendikal bürokrasi
Farklı mecralardan yansıyan tepkiler, metal işçilerinin büyük kesiminde memnuniyetsizlik olduğunu, fakat satışın şimdilik sineye çekildiğini gösteriyor. Çeşitli taban örgütlenmelerine dayalı bir inisiyatif ve irade oluşturulamadığı sürece, tepkilerin ve öfkenin göstermelik kırıntılarla bir süreliğine denetim altına alınabilmesi şaşırtıcı değildir. Sözleşme sürecinin toplamı, kendi başına tabandaki dinamizmin ve kaynaşmanın sermayenin üçlü ittifakını (hükümet, kapitalistler sınıfı ve sendikal bürokrasi şebekesi) yalnızca belli bir düzeyde korkutabildiğini yeniden göstermiştir. Daha ötesi için sermaye cephesiyle, en başta da sendikal bürokrasi şebekesiyle kesintisiz bir mücadeleye yönelmiş işçi bölüklerinin örgütlü taban inisiyatifi gerekmektedir. Geçmişten bugüne tüm hak arama, örgütlenme, mücadele, sözleşme vb. süreçler, yaşanan kayıplarda burjuvazinin sınıf üzerindeki genel ideolojik-kültürel hegemonyasından çok sendikal bürokrasinin etkili olduğunun tekrar tekrar doğrulanmasıdır. Nitekim uzun yıllardan bu yana Türkiye’de “şekillenen sınıf hareketi, çok büyük ölçüde sendika bürokrasisi tarafından kontrol ediliyor. Onun tarafından dizginleniyor ve döne döne boşa çıkarılıyor. Sınıf hareketi içinde karşımızda duran gerici siyasal odak, bizzat sendika bürokrasisinin kendisidir…” (TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri, Sınıf çalışmasının sorunları, s.55)
Komünistler için;
“Sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı hergünkü mücadelesini yürüttüğü ve kendini disipline ettiği sınıf örgütleridir. Fakat geniş ayrıcalıklarla donatılmış sendika bürokrasisi tarafından bu işlevlerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmışlardır. TKİP, sermaye sınıfının bir parçası haline gelen ve işçi sınıfı hareketi içerisinde sermayenin ajanı rolünü üstlenen bu ihanet şebekesine karşı sistematik bir mücadele yürütür. Sendikaları devrimcileştirmeyi işçi sınıfını devrimcileştirme sürecinin temel bir boyutu olarak ele alır.” (TKİP Programı)
Sendikal bürokrasinin politik uzantıları
Sınıfı tepeden tabana kuşatan sendikal bürokrasi şebekesi, somut bir yapı olduğu kadar sağdan sola uzanan geniş bir yelpazede ideolojik, politik, kültürel bir hegemonya ağıdır da. Bu olgu, reformist solun bu sözleşmedeki tutumuyla bir kez daha ispatlanmıştır. Solun sınıfla ilişkisi genelde sendikal bürokrasi ağı içinde yer veya etki alanı edinmenin ötesine geçememektedir. Reformist solun lügatında sınıf çalışması denilen alan da, her kademeden (merkez yönetimlerinden işyeri temsilciliklerine) sendikal bürokrasiyle flörtten ibarettir. O yüzdendir ki, adında “komünist”, “emek” vb. kelimeler geçen reformist solun, süreç boyunca sınıfa yönelik bir politik müdahale hattıyla ilgisi olmadığı gibi, sendikal bürokrasiyi aşan bir müdahale çabası da yoktu. Bu o denli büyük bir uzaklıktır ki, bugünün koşullarında sınıf mücadelesini geliştirmekte önemli olanaklar barındıran bir TİS sürecinin satışla sonuçlanması, sol basında yalnızca kuru haberlere konu oldu. İşçilere şu veya bu şekilde seslenmekten, sendikal bürokrasiye tek kelime olsun dokunmaktan özenle imtina edildi.
İşçi sınıfı Greif kriterleriyle kazanacak!
Tüm faaliyetlerinin eksenini siyasal sınıf çalışması üzerinden kuran sınıf devrimcileri ile sendikal bürokrasinin siyasal plandaki temsilcileri arasında kalın çizgilerin olması eşyanın tabiatı gereğidir. Örneğin sınıfın iktisadi-sendikal mücadelesi “bir yandan işçi sınıfını fiziki ve manevi yozlaşmadan korurken, öte yandan sınıf kitlelerinin birleşme ve dayanışma bilincini geliştirir, örgütlenme ve mücadele kapasitesini ve yeteneğini ilerletir.” (Sendikalar ve sınıf mücadelesi, Ekim, Sayı: 238, Ağustos 2004) Oysa reformistler için bu mücadele, sendikal bürokrasinin denetimine terk edilmiş bir maddi pazarlık olayıdır.
Başta sınıf devrimcilerinin yön verici politikalarıyla Metal Fırtınası estirmiş olan metaldeki bölükleri olmak üzere işçi sınıfı, gündelik mücadelesi içinde öğrenerek, örgütlülüğünü, mücadele kapasitesini ve yeteneğini ilerleterek, sendikaların başına çöreklenmiş ihanet şebekesinden ve bu şebekenin politik temsilcilerinden elbet kurtulacaktır. Sınıf devrimcileri bu doğrultuda kendilerine düşen sorumlulukların gereklerini yerine getirecekler, işçi sınıfının geniş kesimlerini, “İşgal, grev, direniş!” şiarını sınıfa armağan etmiş Greif Direnişi’nin kriterleriyle donatmaya yoğunlaşacaklardır.