Bilindiği gibi geçtiğimiz ay on binlerce Metal işçisini kapsayan Grup Toplu İş Sözleşmesi’nde anlaşmaya varıldı ve Türk Metal yüzde 17`lik bir sözleşmeye imza attı.
Akabinde Türk Metal, imzalanan bu sözleşmeyi farklı iş kollarında imzalanan diğer sözleşmelerle karşılaştırıp, "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" misali kendilerinin çok iyi bir sözleşmeye imza attıklarını, bunun bir zafer olduğunu ve başka hiçbir sendikanın böyle güzel bir sözleşme yapamayacağı yönünde hamasi nutuklar atmaya başladı.
Fakat gerçekler ve yaşamın kendisi bize bu sözleşmenin hiçte anlattıkları kadar iyi olmadığını, istedikleri kadar nutuk atsınlar bunun koca bir yalan olduğunu kafamıza vura vura gösteriyor.
Ekonomik krizin günden güne derinleştiği, faturaların geçtiğimiz yıllara oranla misliyle arttığı, ulaşıma, akaryakıta ve temel gıda maddelerine yapılan zamlar ile yıllık enflasyonun yüzde 40’lara dayandığı, işçilerin banka taksitlerininin asgari tutarını dahi ödemediği, ihtiyar vakalarının hızla arttığı, adliyelerde işlem gören yüzbinlerce icra dosyasının olduğu ve buna paralel olarak aile içi maddi huzursuzluktan kaynaklanan boşanma davalarının hızla yükselişe geçtiği bu dönemde yüzde 17’liik bir zam "devede kulak" dahi olamaz.
Ancak karşısında çok iyi örgütlenmiş olan MESS, onların payandası siyasi iktidar ve Türk Metal'in gerici ve kontrolcü sendikal anlayışı karşısında kendi örgütlülüğünü kuramayan işçiler maalesef patronların kendilerine reva gördüğü sefalet ücretlerine boyun eğmek zorunda oldular.
Nasıl olmasınlar ki? Yıllardan beri dini ve milli duyguları istismar edilerek psikolojik bombardımana tutulan ve beyinleri felce uğrayan işçiler, kendi sorunlarını masaya yatırıp hedef tahtasına sermaye sınıfını koymaya çalışacağına kendine ait olmayan, sermaye sınıfının empoze ettiği kavramları kendi doğrularıymış gibi gören ve bu nedenle sınıf bilinci gelişemeyen işçilerin mücadeleyi daha ileri boyuta taşıması hayalci bir yaklaşım olurdu.
Tüm işçilerin en yakıcı sorunlarının başında ekonomik sorunlar yer almaktadır. Siyasi iktidarın bizlere kalibre etmeye çalıştığı milli ve dini duygular değil. Türkiye'nin kendi helikopterini kendi tankını veya kendi otomobilini üretmesi işçilere hiçbir kazanç sağlayamayacağı açıktır. Bunun gibi daha hayata geçirilmemiş projelerin tam da ekonomik krizin derinleştiği bir dönemde açıklanması çok manidar değil midir?
Amaç belli aslında. Sermaye sınıfı ve siyasal iktidar bunu diline pelesenk edip işçilerin beyinlerini felce uğratarak kendi bezirgân saltanatlarının devam etmesi için çaba sarf ediyorlar. Örgütlü bir mücadele kabiliyetinden uzak olan işçiler ise tiyatro izler gibi içler acısı durumu sadece izlemekle yetiniyorlar.
Oysa böylemi olmalıdır? Hayır, böyle olamaz! Biz işçiler de hayatı dolu dolu yaşamak istiyoruz. Bu güzelim dünyadan bizler de tad almak istiyoruz. Bu insani isteklerimizi yerine getirmek son derece doğal hakkımız değil midir? Anlaşılıyor ki, işçilerin bu tabii isteklerini Türk Metal ve DİSK yerine getirilebilecek mücadele yöntemlerinden çok uzaktır.
Bu nedenle biz işçiler gerçek dostumuz olan MİB ile hareket edip politik sınıf bilincimizi geliştirerek, tiyatroda seyredenler olarak değil tiyatro senaryosunu yazan ve sahneleyenler durumuna geçmeliyiz.
Renault’tan bir işçi