İşçi sınıfı grev silahını kuşanırsa saldırıları püskürtebilir!

İşçi sınıfı haklarına ve geleceğine sahip çıkmak istiyorsa ilk önce önündeki bütün engelleri aşma iradesi göstermelidir. Bunun için de fiili-meşru mücadele hattı tek çıkıştır. Dönem dönem kendi gücüne yaslanarak gerçekleştirdiği fiili grevlerindeki artış da bu gerçeğe işaret ediyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 13 Aralık 2022
  • 19:00

Türkiye işçi sınıfı, tarihinde hiç görmediği kadar sömürü ve sefaletin pençesinde. ‘70’li yılların sınıf mücadelesinin kazanımlarını 12 Eylül askeri faşist darbesi yok etti ve o günden itibaren işçi sınıfının köleliği daha da katmerlenerek bugüne geldi.

Günümüzde ise faşist askeri darbeyi fersah fersah geride bırakan AKP iktidarı, uyguladığı esnek çalışma rejimiyle işçi sınıfı üzerindeki sömürü ve baskı politikalarını derinleştirdi. Adeta kapitalistlere dikensiz gül bahçesi sunan gerici-faşist iktidar, bir yanda işçi sınıfının elinde-avucunda kalan kırıntı düzeyinde ne hakları varsa birer birer gasp ederken öte yandan da mücadele silahlarını tek tek elinden aldı. Böylelikle dağınık ve örgütsüz bir sınıf yaratarak vahşi kapitalist sömürü düzenin önünü tümden açtı. Kapitalistlerin “demir yumruğu” AKP, böylece asalak sermaye sınıfının vazgeçilmez silahı oldu ve 20 yıldır iktidarını işçi sınıfına kan kusturarak sürdürdü.

Bugün sendikalı işçi sayısı 2 milyon 280 bin. Ancak son yıllarda sınıftaki sendikalaşma eğiliminin arttığını görüyoruz. Yaşanan sefalet ve ağır çalışma koşulları işçileri sendikal örgütlemeye itiyor. Ancak 2012 yılında yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu sendikalaşmanın önünde temel bir engele dönüşmüş durumda. Son yıllarda sermaye sınıfı, işçilerin en meşru ve yasal hakkı olan sendikalaşma hakkını tanımıyor. İşçiler, sendika hakkına sahip çıktıklarında ise asalak patronlar ve sermayenin kolluk güçleri hemen devreye sokularak işçilerin örgütlenme hakkı zor yoluyla ezilmeye çalışılıyor. Böylelikle milyonlarca işçi sendikalı olmaktan doğan toplu iş sözleşme ve grev haklarından mahrum kalıyor.        

İşçi sınıfının gücü grevle ölçülür!

Grev, işçi sınıfı ile sermaye sınıfının karşı karşıya geldiği bir mücadele alanıdır. İşçi sınıfı grevle, üretimden gelen gücünü kullanarak, sermaye sınıfından taleplerini söke söke alır. İşçi sınıfı bu silahından mahrum kalması her türlü saldırının hedefi olması demektir. AKP iktidarı tam da bunu yaparak işçi sınıfının elindeki grev silahını etkisizleştirerek, işçileri sermaye sınıfının saldırısına açık hale getirdi.  

Resmi rakamlar göre, AKP’li yıllar cumhuriyet tarihinin greve çıkan işçi sayısının en düşük olduğu yıllardır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayımlanan Çalışma Hayatı İstatistikleri’ne göre 2021 yılında greve katılan işçi sayısı sadece 519’dur. AKP’nin 20 yıllık döneminde greve çıkan işçi sayısı 87 binde kalırken, 194 bin işçinin grevi yasaklandı. Bu da Türkiye’de Kavel işçilerinin fiili grevle kazandığı ve grev hakkının yasal olarak kullanılabildiği 1963 yılından bu yana en düşük sayıdır ve tarihi bir rekordur.

Aziz Çelik, BirGün gazetesindeki yazısında, AKP’li yıllarda yaşanan grev sayısının azlığını anlayabilmek için dönemin işçi sayısı ile greve çıkan işçi sayısını karşılaştırmak gerektiğini belirtti. Çelik yazısında şu ifadelere yer verdi: “İlk grev yasasının yürürlüğe girdiği 1963 yılında 710 bin sigortalı işçinin 1514’ü greve katıldı. Yani 1963’te 100 bin işçinin 213’ü greve katılmıştı. 12 Eylül sonrası ilk grevlerin yapılabildiği 1984 yılında sigortalı işçi sayısı 2 milyon 600 bine yükselmişti. 1984’te her 100 bin işçinin 22’si greve katılmıştı. 2021 yılına geldiğimizde ise sigortalı işçi sayısı 16 milyon 700 bine yükseldi. Her 100 bin işçi başına grevci işçi sayısı sadece 3 oldu. Greve katılma eğilimi 100 binde 3’e geriledi. Türkiye’de grevler AKP döneminde dibe vurdu. Tarihin en düşük düzeyini gördü. AKP döneminde (2003-2021) greve katılan toplam işçi sayısı 87 bin oldu, yıllık ortalama grevci işçi sayısı 4 bin 585’e geriledi. Bunun sebebi işçilerin çalışma koşullarından memnun olması ve bundan kaynaklı bir ‘çalışma barışı’ değil. Türkiye’de 20 yılda otoriter bir çalışma rejimi inşa edildi. Sendikal hakların kullanımı önünde ciddi kurumsal ve uygulama engellerinin olduğu bu rejim iş mücadelesi alanında da bir Pax Romana (Roma Barışı) yarattı. Kısaca gönüllü değil zora dayalı, antidemokratik mevzuata dayalı bir sözde ‘barış’ bu! Grev hakkının köküne kibrit suyu ekildiği için yaşanan sahte bir ‘çalışma barışı’ yaşanıyor.”

Sorumlu sendikal düzen ve sendika bürokratlarıdır!

Sendika bürokratları da tıpkı kapitalistler gibi fabrikalarda “iş barışı”nı koruma adına işçilerin kendi hakları için mücadele etmelerinin önüne geçecek biçimde hareket ediyor ve “huzurlarının kaçmasını” istemiyor. İşçileri kazanmak için greve hazırlamak yerine, grevin zorluklarından bahsederek “greve çıkmak istemediklerini ama gerekirse grevden kaçamayacakları” yalanıyla işçileri aldatmaya devam ediyor. Böylece toplu iş sözleşmelerinde “Roma barışı” yaparak, sermayedarların istedikleri tavizleri koparmasını sağlayan bir rol üstleniyor.

Sınıfın bu durumda olmasının en büyük sorumlularından biri mevcut bürokratik sendikal düzen ve onun tepesine çöreklenen sendika ağalarıdır. Sendika ağaları işçilerin hakları için mücadele etmeleri bir yana var olan kırıntı düzeyindeki hakların korunması için dahi kıllarını kıpırdatmıyor. Saray rejiminin grev yasaklarına fiili grevle karşı koymak yerine, bu yasakları bir nimet olarak görüyor. Artık bir yerden sonra grev kararlarını “ne de olsa yasaklanacak” bakışı ile ele alıyor. “Biz greve çıkacaktık ama onlar yasakladı, yapacak bir şey yok” söylemiyle işçileri yasaklar karşısında boyun eğmeye mecbur bırakıyor. Ne de olsa onların meşgul oldukları tek konu, grevde ısrar eden işçilerin iradesini kırmak ve susturmaktır. 

Kazanmak için fiili grev!

İşçi sınıfı haklarına ve geleceğine sahip çıkmak istiyorsa ilk önce önündeki bütün engelleri aşma iradesi göstermelidir. Bunun için de fiili-meşru mücadele hattı tek çıkıştır. Dönem dönem kendi gücüne yaslanarak gerçekleştirdiği fiili grevlerindeki artış da bu gerçeğe işaret ediyor. 2015’teki Metal Fırtınası bunun en ileri örneği olurken, 2022 yılının ilk aylarında sendikasız işçilerin sefalet ücretine karşı gerçekleştirdiği yaygın iş durdurma eylemleri de bunun yeni bir örneğini olmuştur. Bu tür fiili grevlerin çoğalması işçi sınıfına moral verirken, daha önemlisi baskıların ve yasakların önüne geçebilecek yegâne yol da göstermektedir.