Direnişler ve sendikal bürokrasi

Sendikalara egemen olan bürokratik kastın egemenliği ancak o örgütlülük inşa edildiği zaman kırılabilir ve mücadelenin daha da ileriyle taşınmasının yolu bu sayede açılır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 03 Mart 2022
  • 22:45

Ülkenin farklı kentlerinde, yaşam şartlarının ağırlığı altında ezilen işçilerin yılın ilk günlerinden itibaren yükselttikleri mücadele sınıf saflarında umut yarattı. Birçok fabrika ve işletmenin işçileri hakları için üretimden gelen güçlerini kullanmakta, üretimi durdurup sokaklara çıkmaktadır. Bu eylemlerin önümüzdeki süreçte daha da yaygınlaşması bekleniyor.

AKP-MHP iktidarının piyasaya sürdüğü “yeni ekonomi modeli” safsatası krizi daha derinleştirdi. Bunun ilk yansımaları TL’nin değer kaybetmesi, temel ihtiyaç maddelerinin katlanarak zamlanması ve enflasyonun fırlaması oldu. İşçi sınıfıyla emekçilerin alım güçleri hızla düştü, yoksulluk arttı, sefalet kitleselleşti. Öyle ki son yıllarda asgari ücrete yapılan “en yüksek zam” bir ay geçmeden eriyip gitti. Şimdi ise asgari ücret açlık sınırının 300 lira altında kalmıştır. Bunlar yetmiyormuş gibi, işçi sınıfının dağınık ve örgütsüz olmasından güç alan sermaye sınıfı düşük ücreti ve ağır çalışma koşullarını ‘olağan’ hale getirmek için her yola başvuruyor.

AKP-MHP rejiminin politikaları krizi derinleştirmekle kalmadı, ülkeyi kapitalistler için sömürü cenneti haline getirdi. Bundan da güç alan sermaye kodamanlarının sömürüyü derinleştirerek elde ettikleri servet devasa boyutlara ulaştı. Kapitalistlerle saray çevresinde toplanan yiyici takımının servetleri katlanırken işçi ve emekçilerin içine itildikleri sefalet artık dayanılmaz hale gelmiştir. “Yerli ve milli” iktidar ve kapitalistlerin pervasızlığı işçi sınıfının öfkesini büyütmüş, mücadele dinamiklerinin açığa çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Kasım 2021’de başlayan Metal Grup TİS süreci sermaye ile işçi sınıfı arasındaki gerilimin arttığı bir süreç oldu. Tekil sözleşme süreçleri de geçmişe göre daha sert geçti. MESS’le imzalanan sözleşmeyi kabul etmeyen Çimsataş işçileri direniş ateşini tutuşturdular. Hemen ertesinde ise sendikal örgütlülüğün olmadığı işyerlerinde gündeme gelen ocak ayı zamları süreci eylemli başladı. Sendikalı/sendikasız işçiler taleplerinin karşılanması için iş durdurma eylemleri, fabrika işgali ve sokak eylemleriyle haklarını talep ettiler ve seslerini duyurmaya giriştiler.

Trendyol işçilerinin dayatılan sefalet zammına karşı ülke geneline yayılan kontak kapatma eylemlerinin kazanımla sonuçlanmasının ardından, direniş Yemeksepeti, Aras Kargo, Sürat Kargo gibi yerlere de sıçradı. Hep birlikte hareket ettikçe kazanımın mümkün olduğunu gören işçiler cesareti kuşanmış, mücadele dalga dalga büyümüş, sınıf bir kez daha sarsıcı gücünü göstermiştir. Gebze Farplas’ta metal işçileri, Antep ve İstanbul’da tekstil işçileri, İzmir’de Gemi Söküm işçileri düşük ücret ve kötü çalışma koşullarına karşı iş durdurma ve sokak eylemleriyle tepkilerini ortaya koydular. İstanbul-Esenyurt Migros Depo işçilerinin ortaya koydukları kararlı direniş ise, toplumsal muhalefetin gösterdiği dayanışmanın da katkısıyla kazanımla sonuçlanmıştır.

***

İşçi sınıfı sefalete, kaba sömürü dayatmalarına karşı kararlılıkla direnirken, işçilerin öz örgütleri, yani sendikalar bu mücadeleyi nasıl karşılıyor? Yukarıda belirttiğimiz belli başlı kazanımları, çeşitli ilerici-devrimci öznelerin katkılarını saklı tutarsak, DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ konfederasyonları bu mücadelenin neresinde yer alıyorlar?

Bu soruların cevapları için çok gerilere gitmeye gerek yok. Son dönemde sendikaların yetkili olduğu fabrikalarda yaşanan direnişler ve sendikal bürokrasinin bunlara karşı geliştirdiği tutum pek çok şeyi açıklıyor. Uzun yıllardan beri sendikaların tepesine çöreklenmiş olan ağa takımı, sendikaların içini boşaltmış ve artık en küçük bir hak alma eylemini bile gerçekleştiremez hale getirmiştir. Bir yerde ileri bir işçi eylemi yaşanıyorsa bu büyük ihtimalle işçilerin kararlı tutumlarının bir sonucudur. Türkiye’de sendikaların yönetimini ele geçiren bürokratik kast sınıf mücadelesini ileriye taşımak bir yana, sınıf hareketinin gelişimi önündeki temel engellerden birini teşkil etmektedir. Gerçekleştirilen işçi direnişlerine bakışları bile içler acısıdır. Yetkili oldukları fabrikalarda direnişi üye sayılarını arttırmanın bir olanağı olarak görüyorlar. Normalde işçilerin taleplerini ortaklaştırmak, birleşik bir zeminde mücadeleyi güçlendirmek için çaba sarf etmeleri gerekirken, sendikal bürokrasi bundan özellikle uzak duruyor. Mevcut sendikal yönetimler son aylardaki direnişleri ya görmezden gelerek üç maymunu oynuyorlar ya da saltanatları bozulmasın diye geri bir zeminde müdahil oluyorlar. İşçileri motive etmek bir yana, onları sermaye düzeninin yasal sınırlarına hapsederek, direnişleri pasifize etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Gelişen sınıf hareketini boş gözlerle pasif ve edilgen bir şekilde izleyen sendikal bürokrasi, bu hareketin gelişip daha da kitleselleşmesinden ise rahatsızlık duyuyor. Zira sınıf hareketi yükseldiğinde kurdukları saltanatın tuzla buz olacağının farkındalar. Yani tedirginlik duymaları boşuna değil. İşte o yüzden mücadeleyi ileri taşıyan ileri-öncü işçilere düşmanca tavır sergilemekte, gelişen mücadele dinamiklerini boğmak için ellerinden geleni artlarına koymamaktadırlar. TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ şefleri AKP- Erdoğan rejiminin koşulsuz destekçisi konumundayken, kendilerini mücadeleci olarak tanımlayan DİSK yöneticileri ise dostlar alışverişte görsün misali kimi açıklamalarla süreçleri geçiştiriyorlar. Söylemde mangalda kül bırakmayan DİSK yönetimi, iş pratiği örgütlemeye gelince diğerleri gibi sessizliği tercih ediyor. Bazı durumlarda DİSK üyesi işçilerin bir takım ileri eylemler ortaya koymaları DİSK yönetiminin çabasıyla değil, işçilerin sınıf bilincinin nispeten gelişmiş olması ve mücadelede gösterdikleri kararlılıktan kaynaklanmaktadır. Son olarak Mersin Çimsataş ve İstanbul Kadıköy Belediyesi’nde işçilerin giriştikleri mücadele karşısında altıkları tutum, DİSK şeflerinin içine düştükleri içler acısı durumu bir kez daha gözler önüne sermiştir.  

MESS’le imzalanan sözleşme taleplerini karşılamadığı için Çimsataş işçileri mücadeleyi ileriden kucaklamış ve üretimi durdurmuşlardı. Peki o zaman Birleşik Metal-İş sendikası ne yaptı? Oradaki olası bir kazanımın domino taşı etkisi yaparak diğer fabrikalara sıçrayacağını bilen Birleşik Metal-İş yönetimi direnişi görmedi, sağır ve dilsizi oynadı. Daha da kötüsü resmen direnişi kendi elleriyle boğdu. Genel-İş yönetimi ise, DİSK’in Kadıköy’de gerçekleştirdiği “Geçinemiyoruz” eyleminde ‘ek protokol’ talebiyle pankart açan Kadıköy Belediyesi taşeron işçilerinin taleplerini desteklemek yerine işçi temsilcilerini görevden alarak cezalandırmıştır.

Görüldüğü üzere son dönemde gelişen direnişleri işçi sınıfı kendi iradesi ve kararlılığıyla örgütlemiştir. İşçi sınıfı içerisinde sermayenin ajanı görevi üstlenen sendika ağaları, gelişen harekete destek değil köstek olmaya çalışarak, işçilere hareketsizliği, yani çürümeyi dayatıyorlar. İster sendikalı ister sendikasız olsun işçilerin fabrikalarda/işletmelerde taban örgütlülüğünü inşa etmeleri, mücadelenin öznesi olmaları, söz-yetki-karar hakkını ellerine almaları tek çıkış yoludur. Son gelişen direnişler bu gerçeği bir kez daha göstermiştir. Sendikalara egemen olan bürokratik kastın egemenliği ancak o örgütlülük inşa edildiği zaman kırılabilir ve mücadelenin daha da ileriyle taşınmasının yolu bu sayede açılır.