Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin Güran’ın kaybedilmesi ve ardından cesedinin bir dere yatağında bulunmasının üzerinden günler geçmesine rağmen olay ülkenin temel gündemlerinden biri olmaya devam ediyor. Çoğunluğu akraba olan küçük bir köyde 12 kişi tutuklandı, ancak cinayetin failleri halen bulunabilmiş değil. Cinayetin neden ve kimler tarafından işlendiğine dair senaryolar yazılıyor. Sermaye medyası ise bu vahşi cinayeti haftalardır magazin malzemesi olarak kullanıyor.
Ancak bizler için önemli olan cinayetin kimler tarafından işlendiğinden öte, bundan öncekiler gibi küçük bir çocuğun vahşice katledilebilmesini doğuran koşullar ve cinayetin üstünün örtülmesi için seferber olan “devlet, aile-aşiret-dinci yapılar” suç ortaklığından yansıyan çürümüş düzen gerçeğidir.
Narin’in öldürülmesi münferit değil!
Kuşkusuz ki Narin’in katledilmesi münferit bir olay değil. Bu ülkede her yıl yüzlerce çocuk kaybediliyor, akıbetleri düzen karanlığında kayboluyor. On binlerce çocuk ise cinsel istismara uğruyor. Sadece 2008-2016 yılları arasında 104 bin 521 çocuğun kaybolması tablonun vahameti hakkında fikir veriyor. Bu korkunç tabloyu örtmeye çalışan iktidarın aparatı TÜİK, 8 yıldır veri açıklamıyor. Buna karşın resmi kurumlara yansıyan verilere göre sadece 2023 yılında 30 bine yakın çocuk istismara uğramış. Bu rakam 10 yıl öncesinin iki katına tekabül ediyor. Maraş depremlerinin ardından kaybolan 30 çocuğa ise halen ulaşılabilmiş değil.
Toplumun en korunaksız kesimini oluşturan çocukların bakımı ve çok yönlü gelişimi devletin sorumluluğunda olması gerekirken, sermaye düzeni bu sorumluluğu tümüyle ailenin, özellikle de kadınların sırtına yıkıyor. Sistemin en küçük birimi olarak tanımlanan, erkek egemenliği üzerine kurulmuş “kutsal aile”de kadınlar için baskı, şiddet ve eşitsizlik hüküm sürerken, bu tabloda çocukların ve özellikle kız çocuklarının sağlıklı gelişiminden bahsetmek olanaklı değil.
Kadınlar için olduğu kadar çocukların da en temel haklarını yok sayan sermaye devleti, 2010 yılında göstermelik olarak imza attığı çocukları korumayı içeren ve uluslararası nitelik taşıyan Lanzorette Sözleşmesi’nin hükümlerini uygulamadı. Dahası, özellikle AKP iktidarı döneminde yaratmak istedikleri “ılımlı İslam” modeline dayanarak defalarca çocuk yaşta evlilikler gündeme getirildi ve her seferinde tepkilerden kaynaklı geri çekmek zorunda kaldılar. AKP’li yıllarda 765 bin çocuğun evlendirilmesi ise bizzat devletin yol düzlemesi sonucu gerçekleşti. Öbür yandan, palazlandırılan tarikatler, cemaatler, kuran kursları, sübyan mektepleri ile başta çocuklar olmak üzere emekçiler dinsel gericiliğin girdabına itildi/itiliyor. Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklar konusunda “bir kereden bir şey olmaz” diyerek tecavüzcülere siper olan AKP’li bakanlar, kaçak olarak işletilen Aladağ yatılı okulunda yanan çocukları da “kader kurbanı” ilan ederek unutturmak istediler.
Tüm bu tabloyu iktidarın suçluları cezasızlıkla koruyan politikaları tamamlıyor. Kadınlara ve çocuklara dönük katliam ve istismar failleri ya küçük cezalarla ödüllendiriliyor ya da örtülü aflarla salıveriliyor. Böylelikle failler bu cezasızlık politikalarından güç almaya devam ediyor.
Narin’in katledilmesi ve ardından yaşanan süreç ise bu tablonun bir parçası. Sermaye düzeni baskı, eşitsizlik ve şiddetten besleniyor. Kapitalist sınıfın tahakkümü de baskı ve zora dayanarak sürüyor. Ondandır ki, toplumda dezavantajlı konumda olan kadınların ve çocukların haklarının korunmasının düzen için hiçbir önemi yok. Yeter ki erkek egemenliğinin hakim olduğu “kutsal aile” ve bu sömürü düzeni ayakta kalsın!
Tepeden tırnağa çürümüş düzen!
Krizin faturasının çok yönlü olarak işçi ve emekçilere ödetildiği, kara para aklayanların, uyuşturucu tacirlerinin, çete ve mafya mensuplarının iktidarın destekleriyle ellerini kollarını sallaya sallaya gezdiği, kadına yönelik şiddetin ürkütücü boyutlara geldiği bir dönemden geçiyoruz. Emekçiler, küçük yaşlara kadar inen uyuşturucu kullanımıyla, yasadışı bahislerle, kumarla, fuhuşla sersemletiliyor, yozlaştırılıyor. Sermaye düzeni ayakta kalmak için çürüyor, çürüdükçe örgütlü mücadeleyi yükseltmeyen toplumu da çürütüyor.
Küçük bir kız çocuğunun katledilmesi ve ardından yaşananlar ise bu çürüme ve yozlaşma gerçeğine ayna tutuyor. Bir çocuk katlediliyor, çoğunluğu akrabaları olan bütün köy susuyor, dahası yansıyanlara bakılırsa suçun üstünün örtülmesi için neredeyse seferber oluyorlar.
Öte yandan, kamuoyunun basıncıyla hareket etmek zorunda kalan ve günler boyunca Narin’i bulmamak için ayak sürüyen devlet güçleri, soruşturma sürecinde de adeta failleri açığa çıkarmamak için büyük bir çaba sarfediyor. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun “bilip de susmamız gereken şeyler var” diyerek “40 yıllık dostluğu” olduğunu iddia ettiği aile ile suç ortaklığı yapması, toplum çapında infial yaratan olay karşısında devlet güçlerinin tutumuna açıklık sağlıyor.
Aynı günlerde ailenin bağlı olduğu aşiret tarafından yapılan, küçük bir kız çocuğunun katledilmesine karşı en ufak bir üzüntü belirtisinin yer almadığı, dahası cinayet karşısındaki toplumsal duyarlılığı “dış güçlere” bağlayan ve devlete bağlılığı ifade eden açıklama ise tabloyu tamamlıyor.
Mesaj açık: Devlete ve aynı zamanda AKP-MHP iktidarına yakınsanız, ne denli iğrenç bir suç işlerseniz işleyin, itinayla üstü kapatılır! Geride kalan süreçte açığa çıkan tablonun bizlere yeniden gösterdiği bir başka gerçek de bu oldu. Zira köyün geçmişte Hizbullah’la (Hizbil-kontra), bugün AKP ile bağları var. Köyün uyuşturucu ve silah kaçakçılığı pazarında yer tuttuğu da iddia ediliyor… Bu iddialar doğru mudur bilinmez ama toplumsal bir suç karşısında devlet kurumlarının ve AKP iktidarı temsilcilerinin tutumlarına bakıldığında çürümenin sermaye düzeninin tüm kurumlarını tepeden tırnağa kadar sardığı da bir gerçek.
Özetle, Narin Güran’ın katledilmesinin sorumlusu tek başına aile fertleri değil. Narin ve Narinleri katleden, kadınları ve çocukları korumayan, baskıyı ve eşitsizliği her daim büyüten, ayakta kalmak için çürüyen ve alta doğru toplumu da çürüten kapitalist sömürü düzeninin kendisidir.
Narinleri yaşatmak, çocuklara insanca bir yaşam ve gelecek sağlayabilmek, kapitalist sömürü düzeni emekçilerin örgütlü mücadelesiyle alaşağı edildiğinde mümkün olacak!