Kadın sorunu ve toplumsal devrim
Sorunun kaynağı ile çözümü arasındaki organik ilişki
Toplumsal bir sorunun çözümü, tarih içinde onu üreten ve süreklileştiren toplumsal koşullardan, bu koşulların ortadan kaldırılmasından ayrı düşünülemez. Bu böyle olduğu içindir ki kadın sorununun tarihsel kaynakları ve toplumsal koşulları, bize çözümünün anahtarını da kendiliğinden vermektir. Kadın sorunu tarih sahnesine özel mülkiyet ve sınıflı toplum düzeni ile birlikte çıktı ve onlar yaşadığı sürece de biçim yönünden değişse bile özü bakımından hep yaşayageldi. Bu durumda sorunun çözümü de bu aynı toplumsal ilişkilerin, özel mülkiyete dayalı sınıflı toplum düzeninin ortadan kaldırılmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Sorunun ortaya çıkışı sancılı bir tarihsel sürecin ürünü olmuştu, hayatın her alanından köklü biçimde tasfiyesi de benzer biçimde nispeten uzun ve sancılı bir tarihsel sürecin sonucu olacaktır.
Bu yöntemsel ve tarihsel ele alış, sorunun çözümünü dolaysız olarak toplumsal devrime ve sosyalizme bağlamaktadır.
Kadın sorunu temelde sömürü ilişkilerinin belirlediği genel “toplumsal sorun”un bir parçasıdır. Proletaryanın kurtuluşuyla kadınların kurtuluşu arasında kurulan organik bağ da buradan gelmektedir. İkisini de köleleştiren aynı toplumsal ilişkilerdir, aynı mülkiyet ve sömürü düzenidir. İnsanın insanı ezmesine ve sömürmesine dayalı ilişkiler sürdüğü sürece, kadının bir cins olarak ezilmişliği de sürecektir. Bütün bir tarih bu gerçeğin doğrulanmasıdır. Birbirini izleyen sınıflı toplumlarda mülkiyet ve sömürü ilişkileri yalnızca biçim yönünden değiştiler, özü bakımdan korunan bu ilişkiler yalnızca yeni koşullara uygun düşen yeni biçimler kazandılar. Kadın ezilmişliği sorunu da sömürü ve mülkiyet ilişkilerindeki bu biçimsel değişime bağlı olarak değişime uğradı, ama özü bakımından hep yaşayageldi.
Kapitalist özel mülkiyete dayalı burjuva sınıf düzeninin kadın sorununu çözmek bir yana onu döne döne yeniden ürettiği üzerinde gereğince durmuş bulunuyoruz. Mesele gerçekte yeterince açıktır; kadın önceki sınıflı toplumlarda olduğu gibi burjuva toplumunda da ezilen bir cins olarak kalmıştır. Burjuva toplumu cinsel ezilmişliğin yanlızca biçimini değiştirmiş, fakat bütün bir özünü korumuştur. Onu geçmiş tarihi dönemlere göre birçok yönden alabildiğine inceltmiş, fakat bu arada kadının metalaştırılmasında en rezil biçimini gördüğümüz gibi, bazı bakımlardan da alabildiğine kabalaştırmıştır. Kapitalizm kadını, kadın vücudunu ya da imajını, kapitalist piyasanın alınıp satılabilen sıradan bir malı haline getirmiştir.
Esasa ilişkin tüm bu nedenlerden dolayı burjuva toplumuna karşı mücadele kadının kurtuluş mücadelesinin de ana eksenidir, öyle olmak zorundadır. Kapitalizme egemen bulunan ve kadının ezilmişliğinin de temelini oluşturan toplumsal ilişkiler değiştirilmeksizin, kadının ezilen cins konumunda köklü bir değişiklik yaratılamaz. Kapitalizmin bütün bir tarihi ve bugünün kapitalist toplum gerçekliği, bunu bize bütün bir açıklığı ile göstermektedir. Kadın sorunu toplumsal bir sorun olduğuna göre, çözümü de toplumsal ilişkilerdeki köklü değişime sıkı sıkıya bağlı bulunduğuna göre, bu demektir ki kadın sorunu temelde bir devrim sorunudur, çözümü toplumsal devrime kopmaz biçimde bağlıdır.
Kadın sorunu çözülecekse, kapitalizmin temellerinden yıkılması gerekir, tarihin ve sosyal bilimin verileri ışığında bu tümüyle açık bir gerçektir. Kapitalizmin yerini alarak özel mülkiyet düzenini ortadan kaldıracak, kapitalist kâra ve piyasaya dayalı üretime son verecek, toplumsal üretimi temel insani ihtiyaçlara göre planlayacak ve toplumsal zenginliği toplumun genel refahına yöneltecek bir toplumsal sistem kadın sorununun çözümü içinde biricik gerçek çıkış yoludur. Yeni toplum düzeninin, yani sosyalizmin bu temel yönelimleri, kadının toplumsal köleliğinin maddi zeminini ortadan kaldırarak onun tam kurtuluşunu gerçekleştirecek sürecin önünü açacaktır.
Mücadele kadın sorununun çözümünde temel halkadır
Bu elbette kadın sorunun çözümünü tümüyle toplumsal devrim sonrasına ertelemek anlamına gelmez. Tersine, bizzat toplumsal devrime hazırlanma ve toplumsal devrimi hazırlama mücadelesi, kadın sorununun çözümünün de başlangıç noktasıdır. Bu başlangıç kendini devrim mücadelesi süreci içinde iki yönden gösterir. İlkin toplumsal devrim mücadelesine kopmaz biçimde bağlı olarak ele alınan ve elde edilmeleri de bu ölçüde olanaklı olabilen kadın lehine reformlar üzerinden. İkinci olarak ise bizzat mücadele sürecinin kadın-erkek emekçide yaratacağı köklü anlayış ve düşünüş yenilenmesi üzerinden.
Kadın sorunu ancak toplumsal devrimle birlikte kapsamlı ve kalıcı bir çözüm yoluna girebilir, bilimsel açıdan bu tartışmasız bir gerçektir. Fakat bu hiçbir biçimde, kadın sorununda elimizi kolumuzu bağlamamız ve yarının toplumsal devrim sonrasını beklememiz anlamına gelmez. Toplumsal-siyasal sorunların çözümüne yaklaşımdaki devrim-reform diyalektiği doğal olarak kadın sorununda da aynen geçerlidir. Nasıl ki devrimin biricik gerçek ve kalıcı çözüm olması bizi şu veya bu toplumsal ya da siyasal sorun konusunda reformlar uğruna genel mücadeleden alıkoymuyorsa, aynı şekilde, kadın sorununda gerçek ve kalıcı çözümün yolunun ancak bir toplumsal devrimle açılacak olması gerçeği de bizi kadın özgürlüğü ve eşitliği uğruna bu toplum altında gerçekleştirilebilir reformlar uğruna mücadeleden alıkoymaz. Biz kadın sorununun sosyal, siyasal, ideolojik, kültürel ve elbette ekonomik boyutlarıyla hafifletebilmek için bu toplum altında bugünden azami bir çaba harcarız. Fakat bunu, sorunun kaynağını ve temellerini unutturmaya, gözlerden gizlemeye yönelik bütün çabalara karşı sistematik bir mücadeleyle de birleştiririz. Toplumsal kaynağı ve temelleri durduğu sürece tüm iyileştirici reformlara rağmen sorunun kendini değişik biçimler altında döne döne yeniden üreteceği gerçeğini bir an bile unutmayız, unutturmayız.
Sosyalizm kadın sorunu alanında yapılabilecekleri salt toplumsal devrim sonrasına erteleseydi eğer, kadın hak ve özgürlükleri alanında bugünkü toplum altında elde edilmiş kazanımların tarihsel onurunu da taşıyamazdı herhalde. Oysa bu hak ve özgürlüklerin onda dokuzunun tarihsel olarak uluslararası sosyalizmin ve işçi hareketinin mücadeleleri sayesinde kazanıldığını biliyoruz. Bugün kadın özgürlüğü ve cinsel eşitlik idealleri ve mücadelesiyle özdeşleşmiş 8 Mart’ın tüm bir onurunun sosyalizme ve işçi hareketine ait olması gerçeği bile bunu tartışmasız bir biçimde ortaya koymaktadır.
Sorunun bir yönü budur; toplumsal devrim mücadelesi içinde ve bu mücadelenin yan ürünleri olarak kadın lehine toplumsal yaşamın tüm alanlarında iyileştirici reformların elde edilmesidir. Öteki yönü ise kadının bizzat mücadele içinde özgürleşmesidir. Kadın-erkek emekçi insanın mücadele içindeki eğitimi ve dönüşümüdür. Her konuda olduğu gibi kadın sorununda da.
Mücadelenin özgürleştirici dinamiği
Tüm temel toplumsal sorunlar gibi kadın sorununun çözümü için de kuşkusuz toplumsal devrim gereklidir. Fakat toplumsal devrimin başarısı için de işçi sınıfının ve emekçilerin, dolayısıyla onların kadınlarının mücadeleye geniş çaplı ve etkili bir katılımı gereklidir. Kadın bu mücadele içinde kendini bulacak, özgüven kazanacak, hükmedici erkek egemenliğinden kurtulacak, bağımsızlaşacaktır. Mücadeleye etkin ve inisiyatifli katılım kadının kendini ikinci sınıf insan olarak görmesine, böyle algılamasına etkili darbeler vuracaktır.
Mücadele kadının kendisine bakışını değiştirmekle kalmayacak, erkek emekçinin kadına bakışını da değiştirecektir. Toplumsal mücadele erkek emekçiyi bir dizi başka konuda olduğu gibi kadın sorununda de yeniden eğitecek, onun gerici, ataerkil, darkafalı burjuva ve küçük-burjuva önyargılarına büyük darbeler indirecektir. İşçi ve emekçi kadını insan ve emekçi olarak, kendi eşiti ve mücadele yoldaşı olarak algılamasını kolaylaştıracaktır. Bu çizgideki bir devrimci bilinç ve zihniyet dönüşümünü hızlandıracaktır. Mücadele erkek emekçinin salt kendisi ile aynı saflarda mücadele eden kadın emekçiye bakışını değil, genel olarak kadına bakışını da değiştirecektir. (Somut deneyimlerimizden de bildiğimiz gibi, mücadele içindeki emekçi ya da sınıf bilinci kazanmış devrimci işçi, kadını artık kurulu düzenin gözüyle değil de insan olarak ve kendi eşiti olarak görmeye başlamaktadır).
Bundan dolayıdır ki, toplumsal mücadelenin bizzat kendisi, kadın sorununun çözüm sürecinde en temel halka durumundadır. Bu çok temel önemde bir sorundur. Marks, devrimin yalnızca kurulu düzen başka türlü yıkılamayacağı için değil, fakat emekçinin kendi köklü düşünce ve zihniyet değişimi bakımından da bir zorunluluk olduğunu söyler. Bütün bir mücadele sürecine eşlik eden bu dönüşüm olmaksızın emekçi kitleler eski toplumu yıkmak güç, irade ve kapasitesini ortaya koyamazlar ve yeni toplumu yeni temeller üzerinde kurmalarını olanaklı kılacak köklü düşünce, zihniyet ve duygu yenilenmesini sağlayamazlar. Emekçi insan kurulu burjuva düzeninin kendisine aşıladığı her türden gerici düşünce, inanış, değer yargısı, alışkanlık vb. kötülüklerden bizzat devrimci toplumsal mücadele içinde kurtulacaktır. Mücadele herşeyden önce bilinçleri değiştirecek, zihniyeti yeniliyecektir. Toplumu değiştirme mücadelesi bizim kendi bilincimizi, kimliğimizi, alışkanlıklarımızı, değer yargılarımızı, önyargılarımızı, güçsüzlük duygularımızı değiştirme mücadelesidir de. Biz toplumun devrimci dönüşümü mücadelesi içinde aynı zamanda kendimizi değiştirmiş oluyoruz. Bu kadına da bir başka gözle bakmak anlamına gelmekle kalmayacak, kadının da kendisine bir başka gözle bakması anlamına da gelecektir. Sorunun çözümü daha buradan, daha toplumsal mücadele süreci içinde başlayacak, toplumsal devrimin zaferiyle birlikte ise gerçek, köklü ve kalıcı çözüm zeminine kavuşacaktır.
Kapitalizm ve sosyalizm: Kadın sorununa bakışta ilkesel uçurum
Kapitalist toplumda kadın-erkek eşitsizliği kurumsal bir durumdur. Bu kurumsal yapıda kadın lehine her gerçek gedik, ancak kurulu düzene karşı zorlu mücadeleler içinde açılabilmiştir. Oysa sosyalist toplumda kadın-erkek eşitsizliğini gidermek, kapsamlı toplumsal düzenleme ve önlemlerle kadının özgürleşmesini gerçekleştirmek temel bir ideolojik ve politik ilkedir. Yeni toplumun devrimci temeller üzerinde kurulabilmesinin olmazsa olmaz gereklerinden biridir.
Kapitalizm cinsel eşitsizliği kendi yönünden ve kendi ihtiyaçları çerçevesinde kurumlaştırmıştır, mücadele olmadıkça durduk yerde onu değiştirmeye yanaşmaz. Oysa sosyalizm, binlerce yılın ürünü bu eşitsizliği gidermeyi, tüm temelleriyle kazıyıp atmayı peşinen temel önemde bir görev ve hedef olarak belirler. Toplumu bu yönde sistemli biçimde eğitir ve bunun gerektirdiği toplumsal kurumlaşmalara gerekli önemi verir. Sosyalizm kadın-erkek eşitsizliğini binlerce yıllık sınıflı toplum geleneğinin en lanetli kalıntılarından biri olarak ele alır ve bunun gerektirdiği bir mücadelenin konusu yapar. İdeoloji, kültür, eğitim alanlarında bunun gerektirdiği sistemli bir mücadele yürütür.
Lenin, Büyük Fransız Devrimini ima ederek, en radikal burjuva devrimlerinin bile kadın sorunu alanında 130 senede atmadığı siyasal ve hukuksal adımları Ekim Devrimi’nin birkaç ay içeresinde atmayı başardığını haklı bir gururla dile getirir. Bu karşılaştırmayı yaparken amacı Ekim Devrimi’nin bu alandaki ilk adımlarını abartmak değil, fakat en radikal burjuva devrimlerinin bile tarihi bilançoları üzerinden ele alındıklarında kadın sorununda ne denli geri bir durumda olduklarına vurgu yapmaktır. Burjuva devrimlerinden tümüyle farklı olarak prolatarya devrimi için kadın sorunun çözmek temel toplumsal hedeflerden biri olduğu içindir ki o 125 yıla sığdırılamayan adımları bir kaç aya bile sığdırmayı başarabilmektedir.
Ne var ki sorunun siyasal ve hukukusal boyutları, siyasal ve hukuksal yaşamı kadın özgürlüğü ve eşitliğinin tüm gerekleri doğrultusunda düzenlemek, devrimin zaferinin ardından yapılabileceklerin yalnızca bir ilk halkasıdır ve bu sorunun belirgin biçimde kolay olan yanıdır. Proletarya devrimi bu hedef ve iradeyle hareket ettiği içindir ki sorunun bu yönünü daha ilk adımında gerekli çözümlere bağlar, siyasal ve hukusal alanda kadının özgürlüğünü ve tam eşitliğini tanıyan ve güvence altına alan düzenlemeleri hızla gerçekleştirir. Fakat asıl sorun da bu ilk adımların ardından başlar. Önemli olan binyılların ideolojisi, kültürü ve toplumsal yaşam uygulamalarıyla yaşamın tüm alanlarında kadın aleyhine yerleşmiş olan her şeyi kazımak, süpürüp atmaktır. Zihniyet planında ve her türden fiili toplumsal-kültürel eşitsizlikler alanında. Bu sorunun asıl zor yanıdır; toplum düzeyinde yürütülen uzun ve zorlu mücadeleler gerektirir.
Proletarya devrimi kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırarak ve üretim araçları ile birikmiş zenginliklere kamu adına el koyarak, böylece kadın sorunun çözümü için ekonomik yönden en uygun koşulları yaratır. Kamu fonlarının cömertçe kullanılmasına dayalı sosyal kurumlaşmalar, ev işlerini ve çocuk bakımını büyük ölçüde sorun olmaktan çıkarır ve kadına buradan vurulan prangaları kırıp atar. Kadın sorunu ve toplumsal kurumlaşmalar bahsinde üzerinde gereğince durulduğu gibi, bu çözümün iktisadi önkoşulları daha bugünkü toplumda gerçekte yeterli ölçülerde var. Kapitalizmin yarattığı modern sanayi ve biriktirdiği muazzam zenginlikler, kadının bu yüklerden kurtuluşunun teknik ve iktisadi koşullarının varlığı anlamına gelmektedir. Fakat üretim araçları ve birikmiş zenginlikler üzerindeki burjuva mülkiyet tekeli, yani genel olarak burjuva sınıf egemenliği, bu olanakların bu yönde kullanılmasını engeller. Burjuva mülkiyet tekelini parçalayacak ve burjuva sınıf egemenliğini ortadan kaldıracak olan proletarya devrimi, böylece bu yapısal engeli süpürüp atmış olacaktır. Bu, kadına yoksulluk ve işsizlik üzerinden binen tüm öteki iktisadi-toplumsal yüklerin temelini dinamitlemekle kalmayacak, toplumsal kurumlaşmalar yoluyla ev işleri ve çocuk bakımı yükünü de en aza indirecektir. Dahası yaratacağı köklü zihniyet yenilenmesi sayesinde geriye kalan bu sınırlı yükün de salt kadına binmesi durumuna son verecek, kadını ve erkeğiyle sosyalizmin yeni insanı olduğu/kaldığı kadarıyla bu sınırlı yükü paylaşmasını bilecektir.
Kadın ve erkeğin insanlaşarak eşitlenmesi
Kadın özgürlüğü davasının tarihteki en büyük temsilcilerinden biri olan Fourier, kadın üzerindeki egemenlik erkeğin bozulmuşluğunun en temel kaynağıdır, der. Bu düşünce derin bir toplumsal ve felsefi anlam yüklüdür. Nasıl ki başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamazsa, aynı şekilde, başka bir cinsi ezen bir cins de özgür olamaz. Kadının ezilmişliği kadını insan olmaktan çıkarmakla kalmaz, onu insan olmaktan çıkaranı, yani erkeği de insanlıktan çıkarır. Kadına hükmeden, onu ezen ve aşağılayan erkek bozulmuş ve aşağılanmış insan demektir. Bugünkü toplumda hükmeden konumudaki erkeğin gerçekteki durumu budur, kadına hükmetmenin keyfi ve rehaveti içinde o bunun böyle olduğunun farkında olmasa bile. Tam da bu nedenle kadının kurtuluşu erkeğin de kurtuluşu olacaktır.
Bu böyle olduğuna göre kadın sorununun çözümü kadını erkeğin düzeyine çıkarmaktan değil, fakat her iki cinsi bugünkü aşağılanmadan kurtararak bir üstü seviyede insanlaştırmaktan geçmektedir. Sosyalizmin başaracağı en önemli işlerden biri de bu olacaktır. Sosyalizm, kadını ve erkeği daha ileri bir seviyede, insanlaşma sürecinin bir üst düzeyinde özgür ve gelişmiş insan olarak eşitleyecektir. Bugünkü konumlar ve sınırlılıklar aşılacak, kadın ve erkeğin insan olarak gelişip yücelecekleri tarihi bir döneme girilecektir.
Buna bağlı olarak sevgi ilişkileri de bugünkü prangalardan kurtulacaktır. Sevgiye bugünkü prangaları kapitalizm, özel mülkiyete ve çıkara dayalı toplumsal ilişkiler vurmaktadır. Sosyalizm mülkiyetin ve çıkarın kadın-erkek ilişkilerine, evlilik ve sevgi bağlarına vurduğu prangaları parçalayacaktır. Özel mülkiyetin tasfiyesi, sömürünün ortadan kaldırılması, bunun için gerekli maddi toplumsal koşulları sağlayacaktır.
Örneğin bugünün toplumunda bir kadın ya da erkek, içtenlikle sevdiği ya da sevebileceği bir insanı tercih edeceğine, çoğu kere bir dizi başka etkenden hareketle farklı bir tercihte bulunabilmekte, ya da ailesi ve çevresi tarafından buna mecbur bırakılmaktadır. Çünkü bu toplumda başta maddi-ekonomik faktörler olmak üzere bir dizi başka etken bu türden tercihlerde belirleyici rol oynar. Kaldı ki bu toplumda öteki her şey gibi duygular da çarpıtılmış, güdükleştirilmiş, dumura uğratılmıştır. İnsanlar gerçek, içtenlikli ve derinlikli bir sevgi ve aşk bilincinden ve duygusundan genellikle yoksundurlar. Kapitalist piyasanın, yoz burjuva ilişkilerinin ve kokuşmuş burjuva kültürünün ezici ağırlığı altında sıradan insanın bu alanda sağlıklı duygulara ve değer yargılarına sahip olması nasıl beklenebilir ki?
Toplumsal devrim mülkiyete, sömürüye ve kişisel çıkara dayalı ilişkileri yıkarak bunların insan ilişkilerine, bu arada sevgiye ve aşka vurduğu prangaları da kırıp atacaktır. Toplumsal devrimin yeni koşulları altında ölçüler, değer yargıları, düşünüş şekilleri temelden farklı olacaktır. İnsan iktisadi engellerden, dinsel ve toplumsal önyargılardan, aile ve çevrenin gerici basıncından kurtulacaktır. İnsanlar o özgürleşmiş ortamda, kendi gerçek ve samimi duyguları, düşünceleri, değer yargıları ve yaşam tercihlerine göre sevgi ve evlilik ilişkilerine girebileceklerdir. Toplumsal ikiyüzlülük son bulacak, bu ilişkiler gerçek sevgi ve saygıya dayalı olacaktır. Yıprandığı ya da zorlandığı bir durumda kadın ile erkek arasındaki beraberlik gerici kaygılar takılmaksızın kolayca ve özgürce son bulabilecektir. Bunun önüne ne maddi-ekonomik engeller ve ne de toplumsal önyargılar dikilebilecektir.
Sosyalizmde bu türden gerici, sınırlayıcı, kelimenin olumsuz anlamında dizginleyici engeller olmayacaktır. Sevgi olduğu sürece insanlar bir araya gelecekler, sevgi yaşıyorsa evlilikleri yaşayacak, beraberlikleri sürecektir. Sevginin bittiği yerde ilişkilerin sona ermesinin önünde çıkara ya da maddiyata dayalı herhangi bir engel olmayacaktır. Ekonomik-maddi engeller olmayacağı gibi kültürden, toplumsal zihniyetten gelen engeller de olmayacaktır. Bu toplumun kadını, özellikle de emekçi kadını sürdüremez duruma geldiği bir evliliğe, salt ekonomik nedenlerle değil, en az bunlar kadar önemli olmak üzere aile ve çevre baskısı nedeniyle de katlanır. Çocuklarının bakımı, eğitimi, geleceğine ilişkin kaygılar nedeneyile ayrıca katlanmak zorunda kalır. Bu zorunlu beraberlik hem kendisi, hem sevgi ve saygı bağını yitirdiği eşi ve hem de bu sorunların içinden yaşayarak büyüyen çocukları üzerinde yıkıcı ve bozucu etkiler yaratır.
Geleceğin ailesi nasıl bir biçim alacak, bunu bugünden bilemeyiz. Onu geleceğin toplumsal koşulları kendine uygun düşen tarzda zaman içinde biçimlendirecektir. Ama evlilik ve sevgi ilişkilerinin bugünkü pragalarından kurtulacağını kesin olarak biliyoruz. Bugünkü sınırlayıcı ve sakatlayıcı bağlardan kurtulmanın geleceğin insanını özgürleştireceğini, insanlaştıracağını bugünden biliyoruz. Önemli olan da bu kadarının bilinmesidir. Sömürmeyen, ezmeyen, insana insan olarak bakabilen bir toplumda, yarının sosyalist toplumunda, kadın-erkek ilişkileri her açıdan sağlıklı bir zemine kavuşacaktır, bugün bizim için önemli olan bunu bilmektir.