Kapitalist sistem kadınları hedef alan şiddet sorununu döne döne yeniden üretiyor. Dinci dikta rejimlerin hakim olduğu Türkiye gibi ülkelerde ise sorun daha da derinleştiriliyor. 2019 yılında açıklanan verilerden de bunu görebilmek mümkün.
Avrupa Birliği ortalamasına göre; aynı işi yapan kadınlar erkeklerden yüzde 16 daha az kazanç sağlıyor. Örneğin Almanya’da kadınlar aynı işi yapan erkeklerden ortalama yüzde 21 daha az ücret alıyor.
Avrupa Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü’nün (EIGE) yayınladığı 2019 Endeksi, Avrupa Birliği ülkelerinin cinsiyet eşitliğinden çok uzakta olduğunu ispatlıyor.
Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksinin 167 ülke üzerinden yaptığı araştırma ise, dünya ülkelerinin yüzde 90’ında cinsiyetçi yasaların geçerli olduğunu gösteriyor, Türkiye listenin 114. sırasında yer alıyor.
187 ülkenin değerlendirildiği, Dünya Bankası’nın Kadın, Çalışma Hayatı ve Yasalar 2019 raporuna göre kadınların çalışma yaşamının tüm alanlarında erkeklerle eşit haklara sahip olduğu ülkeler 6’yı aşmıyor. Ki kadının çalışma hayatındaki yerini yasalarla destekliyor olsalar da, bu ülkelerde bile ücret eşitsizliğinin olduğu ortaya konuluyor.
Türkiye’de kadınların çalışma yaşamındaki oranının %22’lerde olduğu tahmin ediliyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı 2018 Kamu İşletmeleri Raporu’na göre; 2018 yılsonu itibarıyla kamu iktisadi teşebbüslerinde (KİT) istihdam edilen çalışanların sadece yüzde 10,3’ünü kadınlar oluşturuyor.
Kadının çalışma yaşamına dâhil edilmesi, ekonomik bağımsızlığını kazanması kadına yönelik şiddetin önlenmesinde önemli bir adım olarak sayılır. Bu veriler ise zengin kapitalist ülkelerde, çalışma yaşamında yer alsa dahi kadınların yaşadığı ayrımcılığın yapısal bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlara dönük tacizin, şiddetin, mobbingin işyerlerinde de devam ettiğini de belirtelim. Kadınların eşit olması şöyle dursun, ücret meselesinde dahi dünyanın hiçbir yerinde gerçek eşitlikten bahsetmek mümkün değil.
Kapitalizmin yapısal sorunu olan krizlerin ağırlaştığı bir süreçte ise eşitsizlik keskinleşmekte, şiddet uçurumu daha da derinleşmektedir. Yoksulluk, işsizliğin tırmanışı, bunalımlar, intiharlar, toplumun en korunmasız kesimleri olarak kadın ve çocukların ölümleriyle sonuçlanıyor. Savaşlar, göçler, mültecilik gibi belalar da kadına yönelik şiddetin artmasına neden olmaktadır.
Coğrafyamızda AKP iktidarının dinsel gerici politikaları bu sorunu ayrıca ağırlaştırıyor. Kadını aşağılayan cinsiyetçi açıklamalar yapılmakta eğitim, hukuk, kamusal alanlar ve toplumsal yaşam kadını ikinci sınıf gören dinsel referanslara göre dizayn edilmektedir. AKP-saray rejimi kadına yönelik şiddetti “suç” olmaktan çıkarıp “meşru/olağan” hale getirmek için elinde geleni yapıyor.
Örneklersek; Türkiye’de kadınların boşanma isteği ölümlerle sonuçlanırken, kadınlar “Nafaka Hakkı”ndan mahrum bırakılmak isteniyor. Çocukların tecavüzcülerle evlendirilmesine yönelik düzenlemelerle, istismar “yasal güvence”ye kavuşturulmak isteniyor. Şiddet olaylarında tedbir alınmasına, bunların önlenmesine ve kadınların korunmasına yönelik 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi ise yok sayılıyor. Bunun ötesinde bu yasa ve sözleşme “aile birliğini” bozduğu gerekçesiyle hedef gösterilmektedir.
Kişi/kişileri korkutma, sindirme, şiddetin farklı biçimlerini uygulama Türkiye’de faşist tek adam diktasının “rutin” işlerindendir. Sermayenin ‘demir yumruğu’ olan bu kokuşmuş rejim hem işçi sınıfıyla emekçilerin hem kadınların demokratik hak ve özgürlük taleplerini şiddetle bastırmaya çalışıyor.
Kısa süre önce AKP şeflerinden birinin evinde işlenen Nadira Kadirova cinayeti, “kaza” süsüyle örtülmek istenen Mirabel Kardeşler’in cinayeti gibi “intihar” denilerek kapatılmak istendi. Rabia Naz’ın cinayete kurban gitmesinin üstü de benzer şekilde örtülmeye çalışılıyor. Kadın cinayetlerinde beraatler, ödül gibi verilen ceza indirimleri saymakla bitmez. Tek adam rejimi dizginsiz sömürü ve şiddeti keyfilikle, kuralsızlıkla, arsızlıkla tamamlıyor.
AKP-saray rejiminin icraatları zaten karanlık olan Türkiye tablosunu daha da kararttı. Bu bağlamda 25 Kasım’ın güncel çağrısı, tek adam rejimine karşı bilinçlenme, örgütlenme ve mücadeleyi yükseltmektir. Kadına yönelik şiddetin esas kaynağı ise kapitalizmdir. Dolayısıyla dikta rejime karşı mücadele kapitalizme karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Kadına dönük ayrımcılık ve şiddeti yeniden üreten kapitalizmi yıkıp sosyalizmi inşa süreci başlamadan bu sorunların gerçek çözüme kavuşturulması mümkün değil. Bu nedenle 25 Kasım’ı sınıfsız, sömürüsüz bir dünya, yani sosyalizm uğruna mücadelenin bir çağrısı olarak da ele almak gerekiyor.
Yaşamak için sosyalizm!