Bir yanda saldırı, diğer yanda direniş…
Bir yanda katliam, diğer yanda bedenini ölüme tereddütsüzce yatıran nice yiğit devrimci…
Katliamcı geleneğe sahip sermaye devleti, devrimci güçler şahsında işçi sınıfı ve emekçi kitleleri teslim alabilmek, sosyal yıkım politikalarını kolayca hayata geçirebilmek ve kölelik rejimini sürdürebilmek amacıyla 1990’lı yılların başında, hapishanelerde hücre saldırısını gündeme getirmişti.
Çelikten yoğrulmuş irade
12 Eylül karanlığının yarıldığı ‘80’lerin ikinci yarısı da kapanırken, ilk olarak 1991 yılında çıkarılan “Terörle Mücadele Yasası”yla yeni saldırı dalgası başlamış oldu. Bu yasayla hedeflenen, devrimci tutsakları disiplin cezalarıyla hücrelere kapatmak ve tutsaklık süresi boyunca hücrelerde tutmaktı. Bu yasanın çıkarılmasının birkaç ay sonrasında Eskişehir tabutluğu gündeme getirildi. Ancak tutsak devrimcilerin çelikten yoğrulmuş iradeleri ile başlattıkları açlık grevi sayesinde bu saldırı geri püskürtüldü.
Eskişehir Tabutluğu, 5 sene sonra, 1996 yılında yeniden açılmak istendi. Tutsak devrimcilerin buna yanıtı yine netti. Saldırıya karşı kurdukları Cezaevi Merkezi Koordinasyonu’nda (CMK) aldıkları karar doğrultusunda bedenlerini ölüm orucuna yatırdılar. Süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eyleminde 12 karanfil ölümsüzleşti. Direniş karşısında sermaye devleti yine aciz kalmıştı.
’96 direnişi öncesi ve sonrası devletin diğer hapishanelere yönelik saldırı ve katliamları devam etti. ’95 yılında Buca’ya, ’96 yılının başında Ümraniye’ye ve sonlarına doğru Diyarbakır hapishanelerinde bulunan tutsak devrimcilere yönelik işkenceler ve katliamlar gerçekleştirdi.
Habiplerin, Ümitlerin, On’ların direniş destanı
1999 yılı başında başbakanlık koltuğuna oturan Bülent Ecevit hapishanelerde yeniden başlatılacak saldırıların sinyalini şu sözlerle vermişti: “İçeriyi teslim almadan, dışarıyı teslim alamayız.” O bu sözleri bir ABD ziyareti için yola koyulurken, tam da Türkiye’nin AB’ye girişi sürecinde, bizzat emperyalist AB ve ABD devletlerinin destekleri üzerinden sarf etmişti.
Sermaye devleti, ‘99 yılında, devrimci iradeyi teslim almak ve devrimci tutsakları kimliksizleştirmek hedefiyle hücre saldırısını yeniden gündeme getirdi. Tarih 26 Eylül’ü gösterdiğinde yeni bir acımasız katliama uyandı Türkiye. Sermaye devleti, 10 yiğit devrimciyi vahşice işkencelerden geçirerek katletti. Habipler, Ümitler, On’lar Ulucanlar’da direniş destanı yazarak bu vahşi saldırıyı da geri püskürttüler.
Sermaye devleti, Ulucanlar Katliamı ve Direnişi’nin ardından F Tipi hücrelerin inşasına hız verdi. 5 Temmuz 2000’de ise bir “prova” olarak Burdur Hapishanesi’ne saldırdı. 60 tutsağın bulunduğu koğuşlara polisler, özel timler ve iş makineleriyle girildi. Bu vahşi saldırı sonucu ağır yaralanan tutsaklar 15 gün “iş göremez raporu” almıştı. Ardından Bergama hapishanesi hedef seçildi. 26 Temmuz 2000’de gerçekleşen bu saldırılarda da yalnız gardiyanlar, polisler değil, iş makineleri ile de tutsaklara saldırıldı.
Bu saldırılar ile F tipi hücrelerin yolunun düzlenmesine karşı devrimci tutsaklar, 20 Ekim 2000’de Ölüm Orucu Eylemi’ne başladı. Devletin hücre saldırısına içeride de dışarıda da direnişle karşılık verildi.
Kanla yazılan tarih silinmez!
“ÖO direnişi her şeyden önce yeniden doğmaktır. Umudu, direnci, sevdayı hücre hücre eriyen bedenlerimizle yeniden var etmektir. F tipi cezaevi saldırısıyla teslim alınmak istenen toplumun özneleri devrimci güçler şahsında tüm toplumun direnme umudunu, geleceğe yönelik olan inanç ve özlemleri öldürmek, öncüsüz bırakmaktır. Katliamlarla bir teslimiyetçilik, bir muğlaklık yaratmak, yıkım programlarını rahatça hayata geçirmektir” demişti Alaattin Karadağ.
Hücre hücre eriyen bedenler karşısında devletin saldırıları yenik düşüyor, bir kez daha kanla yazılan tarih, devrimci iradenin kolayca teslim alınamayacağını kaydediyordu.
Şan olsun Ölüm Orucu direnişi!
Hatice Yürekli, Ölüm Orucu direnişinin 1. ekibinde yer alarak zindan direnişçiliğinin gereğini komünist bir devrimci olarak tereddütsüzce yerine getirmişti. Ulucanlar davasının savunmasında, “Ben gönüllü bir Ölüm Orucu direnişçisiyim” diyor ve ekliyordu:
“Bizim Ölüm Orucu’na ‘örgüt baskısıyla’ gittiğimiz söyleniyor. Bu çok çirkin/çaresiz bir yalandır. Bizler siyasi kimlikleri, gelecek idealleri olan ve bu idealler doğrultusunda yaşayan insanlarız. Devletin bizleri teslim alıp imha etmeye dönük planlarına karşı en önde durmak, ölümüne direnişin ilk gönüllüleri olmak bir onurdur bizim için. Hiç kuşku duymuyorum ki, tüm arkadaşlarımız ilk gönüllüler içinde olmayı istemektedirler.”
Nice yiğit devrimci, ölüm orucu direnişiyle 2000’de gerçekleşen devletin azgınca saldırılarına karşı bedenlerini siper ettiler.
Nitekim ölüm orucunun 60. gününde bu kez devlet, 19 Aralık 2000’de, Türkiye’nin dört bir yanındaki hapishanelerde Nazi saldırılarını aratmayan yöntemler kullanarak 4 gün süren bir saldırı ve katliam gerçekleştirdi. Katliamda 28 tutsak ölümsüzleşti. Devlet bir kez daha destansı direnişlerin önünde politik yenilgi aldı. Katliam sonrasında tutsaklar F tipi hücrelere kapatıldılar. Devrimci tutsaklara yönelik ağır tecrit koşulları altında işkenceli dönem başladı. Ölüm Orucu direnişleri F tipi zindanlara taşındı. Ölüm Orucu direnişi boyunca 122 devrimci şehit düşse de katil sermaye devleti, devrimci iradeyi teslim alamadı.
Devrimci irade teslim alınamaz!
Günümüzde de sermaye devleti, yaşadığı ekonomik krizin ağır faturasını işçi sınıfına ödettirmek istiyor. İşçi ve emekçilerin haklarını gasp ederek sosyal yıkım politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor. Devlet, buna karşı gelişebilecek her türlü eylemi baştan engelleyebilmek için yine teslimiyet politikaları dayatıyor. Sınıf ve emekçi kitlelere devrimci öncüleri şahsında diz çöktürebilmek amacıyla hapishanelere yönelik tek tip elbise, yasaklamalar, ağır tecrit koşulları vb. yeni saldırılar gündeme getiriyor.
Ancak ‘91’lerden ‘96’da ölümsüzleşen 12 karanfile, Ulucanlar’dan 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu’na çelikleşmiş devrimci irade önünde nasıl ki devletin saldırıları yenik düşmüşse, bugün de hapishanelerde devrimci tutsaklar aynı inanç ve bilinçle, devrimci iradeyi kuşanıp, devletin gerçekleştirmek istediği saldırılara gereken cevabı vereceklerdir.
20 Ekim 2000 Ölüm Orucu Direnişi’nin 19. yıldönümünde, hapishane direnişlerinde ölümsüzleşen tüm devrimcileri saygıyla anıyoruz…