Burjuva düzen siyasetinde yerel yönetimlerden milletvekiline, bakanlık ve hatta en tepedeki başbakanlıktan cumhurbaşkanlığı kadar koltuklara talip olanlar seçilmeden önce sarf ettikleri onca cafcaflı vaatlere karşın asıl olarak kapitalist düzenin sunduğu pastadan daha fazla pay kapmak için bir yarış içinde olurlar.
Kapitalist düzenin egemen olduğu dünyamızda birçok ülkede de seçimler pastadan pay kapma savaşı olarak karşımıza çıksa da Türkiye geldiğimiz yerde birçok ülkeyi bu konuda fersah fersah geride bırakarak pastadan daha fazla pay kapmak için yolsuzluk ve hırsızlığın aleni şekilde yaşandığı bir ülke duruma gelmiştir.
Kuşkusuz geçmişte başa gelen diğer düzen partileri döneminde de sayısız yolsuzluk yapılmıştır. Ancak AKP ile birlikte bu durum çok daha pervasız bir hal aldı. Öyle ki çok açık şekilde belgeleriyle birlikte basına da yansıyan yolsuzlukların dahi üzeri örtülmüş, adı yolsuzluklara bulaşanlar ise cezasızlık zırhıyla bizzat iktidar tarafından korunup kollanmıştır.
Her dönemde yaşanan bu yolsuzluk AKP'nin kurucu kadrolarından olan ve bu tablonun sorumlularından biri olan Abdüllatif Şener'in de dediği gibi "AKP iktidarında yapılan yolsuzluk, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan tüm yolsuzlukları toplasanız fazladır."
600 milletvekilinin seçileceği 24 Haziran seçimleri için sadece AKP'ye yapılan aday adayı başvuru sayısının 7 bin 329 olması ve bu kişilerin hem aday olabilmek hem de propaganda için yüz binlerce lira harcamış olması bile ortadaki pastanın ne kadar büyük olduğuna işaret etmektedir.
Yolsuzluk tırmandı, yapanlar kollandı!
Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin her yıl açıkladığı Yolsuzluk Algı Endeksi'ne yansıyan veriler bile Türkiye'deki yolsuzluk düzeninin geldiği noktayı ortaya koymaktadır. Yolsuzluk konusunda en temiz ülkelere 100 puan verilen raporda; 2012 yılında 49 puanla 54. sırada yer alan Türkiye, 2021 verilerine göre 38 puanla 180 ülke arasından 96. sırada yer almıştır. Avrupa Birliği üyesi 27 ülke ile kıyaslanan Türkiye, bu verilere göre en son sırada; yani yolsuzluğun en çok yapıldığı ülke olarak açıklanmıştır.
Yine Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin Yolsuzluğun İhracı Raporu’nda Türkiye'nin yolsuzluk yapanlara yönelik yaptırım uygulamadığına işaret edilirken, Türkiye “kara para aklama” ve “terörizmin finansmanı” ile mücadele konusunda 'yeterince çaba göstermeyen' ülkelerin bulunduğu ‘gri liste’ye alınmıştır.
'Yolsuzluğun olmayacağı Türkiye'den yolsuzluk düzenine
"Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların olmadığı bir Türkiye" vaadiyle birçok liberali de yedeğine almayı başararak ilk kez başa geldiğinden devlet erklerini tamamen denetim altına alan ve işi tek adamın talimatlarıyla bütün kararların verildiği bir aşamaya getiren AKP iktidarı; adrese teslim ihalelerle yandaş şirketleri beslerken bal tutan bürokratları da parmaklarını yalayarak kendi paylarını almıştır.
Fethullah Gülen ile başladıkları çıkar çatışması sonucunda gerçekleştirilen 17-25 Aralık operasyonu ile görüldü ki bu tablo AKP şefinden en dibe kadar yayılmış bir durumda. Ortaya çıkan tapelere, belgelere, ayakkabı kutusundaki dolarlara rağmen bir yıl dahi geçmeden bu dava takipsizlik ile sonuçlandırılmıştır.
Keza Reza Zarrab hakkındaki yargı süreci de aklamayla sonuçlandırılmış, valizler içerisindeki dolarlar Zarrab'a iade edilmiştir.
İsimleri kara para aklama, rüşvet ve altın kaçakçılığı ile anılan 4 eski bakanın yargılanması da ha keza AKP ve MHP tarafından engellenmiştir.
Eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'ın kendisine bağlı bakanlığa; eşine ait şirketten 100 TL'lik dezenfektanı 175 TL'ye alması da cezasızlık politikasıyla ödüllendirilmiştir.
Devlet Demiryolları Ankara-İstanbul hattı rehabilitasyon işinde T-26 tünelinin inşaatı için 59 milyon dolara anlaşılan beşli çete denilen yandaş inşaat şirketlerine 332 milyon dolar ödendiği ortaya çıkmış, AKP'li bürokratların da buradan payını aldığı ortaya saçılmıştır.
5-10 maaş alan AKP'li bürokratlar gerçeği de sürekli karşımıza çıkan bir olgudur.
Varlık Fonu ile de kâr marjı yüksek olan devlet kurumları tek elde toplanarak denetlenmesinin önü tamamen kapatılmış, sonuç olarak da bunların 'zarar ettiği' açıklanmıştır.
Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin geçtiğimiz hafta SGK'daki yolsuzluğu itiraf etmek zorunda kalmış ve 1 milyar TL civarında bir yolsuzluğun yapıldığını açıklamıştır.
Bunlar yolsuzluk ve rüşvet çarkının ortaya serildiği sadece birkaç örnek. Gerici iktidarın en tepeden en dibe kadar içinde olduğu gerçeğini düşündüğümüzde tablonun ne kadar vahim bir boyutta olduğu anlaşılacaktır.
Raporlar engellendi, cezasızlık sürdü
Yolsuzluk ve rüşvet çarkının bu kadar aleni bir şekilde ortaya serilmesine rağmen bu çamurun içinde yüzen hiç kimsenin ceza almaması; AKP'li Burhan Kuzu'nun da yüzsüzce itiraf ettiği gibi "Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde..." gerçekliğinde saklıdır.
Ancak bu yolsuzluk çarkı o kadar büyük ve aleni ki, Sayıştay tarafından yapılan denetimlerde sürekli olarak ortaya çıkmaya devam etti. Son olarak iktidar, Sayıştay denetçilerinin tespit ettikleri yolsuzlukları raporlaştırmasını yasaklamıştır. Sayıştay Başkanı Metin Yener'in 2021 Ekim ayı sonunda açıkladığına göre tespit edilen 4204 yolsuzluk-usulsüzlük dosyasını da askıda bırakarak aynı politikayı sürdürmektedir.
Bütün bu yolsuzluk ve rüşvet çarkı işçi ve emekçilerin yoksulluklarının daha da katmerlenmesi ile sonuçlanırken daha da tehlikeli olanı ise din kisvesi altında bu pervasızlığı sergileyen iktidarın toplumu da bir çürümeye doğru sürüklemesidir. Ortaya çıkan onca belge ve raporlara rağmen toplumun önemli bir kesimi dinci-milliyetçi propaganda ile sessiz kılınabilmekte, bu tabloyu meşru görebilmekte.
Ancak şunu bilmek gerekir ki onların çaldıkları her kuruş işçilerden, emekçilerden çalınmakta, kendileri ceplerini doldururken emeğiyle geçinen toplumsal kesimlerin yaşadığı yoksulluk ise daha da derinleşmektedir.