Yeni toplumsal hareket dalgası
Son haftalarda Ortadoğu, Asya, Latin Amerika, Avrupa ülkelerinde gerçekleşen kitle eylemleri, yeni bir toplumsal hareket dalgasının ipuçlarını veriyor. Birbirinden bağımsız olmakla birlikte dört kıtaya yayılan kitlesel eylemler, kapitalist emperyalizmin döne döne ürettiği yapısal sorunlara karşı işçi ve emekçilerde biriken tepkinin dışa vurumudur.
Bu hareket kısa sürede büyük bir dalgaya dönüşemezse bile, toplumsal hareketlerin gelişme eğilimini hissettirmesi bakımından önem taşıyor. İşçi ve emekçileri isyan ettiren sorunları kapitalizm her gün yeniden üretiyor. Bu da toplumsal hareketi kaçınılmaz kılan nesnel koşulları oluşturuyor. Zira sistem bu yapısal sorunları aşma gücü ve yeteneğinden yoksundur.
Aynı anda dünyanın dört bir yanında…
Irak, Lübnan, Japonya, Endonezya, Malezya, Guatemala, Danimarka başta olmak üzere pek çok ülkede aynı günlerde yaygın kitlesel eylemler gerçekleştirildi. Farklı sorunların birikiminin ürünü olan eylemlerde yolsuzluk, rüşvet, dinci/mezhepçi politikalar, yabancı düşmanlığı, silahlanma/militarizm, sosyal yıkım yaratan neoliberal politikalar, kadına yönelik şiddet protesto edildi. Sömürü ve yağma düzeni kapitalizmin ürettiği sorunların protesto edildiği eylemlerde işçi ve emekçiler, egemenlerin karşısına somut taleplerle çıktılar. Pek çok ülkede on binlerin katılımıyla gerçekleştirilen eylemler hem yaygınlık hem kitlesellik açısından dikkat çekti.
Kapitalist sistemdeki çürüme ve kokuşmanın vardığı boyutu ortaya koyan sorunların faturası, burjuva iktidarların arsız politikalarıyla işçi ve emekçilerin sırtına yıkılıyor. Çirkefini etrafa saçan kapitalizm, işçi ve emekçileri kullanıp ortalığı temizleme taktiğine başvuruyor. Emekçilerin suskun oldukları dönemlerde işe yarayan bu rezil yöntem, kitlelerin harekete geçtiği yerde ise, burjuvazinin bu fütursuz politikası işe yaramaz hale geliyor.
Aynı dönemde dünyanın farklı kıtalarındaki ülkelerde gerçekleşen kitlesel eylemler, işçi ve emekçilerin hem kapitalizme hem ürettiği rezaletlere artık katlanmak istemediklerini ortaya koyuyor. Kuşkusuz ki, bu sınırlarda kalan eylemlerle gerici burjuva rejimlere geri adım attırmak kolay değil. Zira hem sıkışma içinde bulunmaları hem saldırganlıktaki pervasızlıkları, onları dize getirmenin ancak daha militan daha kitlesel daha uzun soluklu bir mücadele ile mümkün olacağına işaret ediyor.
Lübnan: Yolsuzluğa, rüşvete, dinci/mezhepçi yönetime karşı direniş
Fransız emperyalizminin uğursuz mirası olan etnik/dinsel/mezhepsel esasa göre yönetilen Lübnan’da, uzun süredir bir yönetim krizi yaşanıyor. Zira bu yapı hem çok parçalı hem dış müdahaleye açık bir yönetimi kaçınılmaz kılıyor. Nitekim Lübnan hükümetinin altyapı hizmetlerini bile karşılamaktan aciz olması, ülkenin bir yıldır cumhurbaşkanı seçememesi ve daha pek çok sorun bu çok parçalı yönetim tarzından kaynaklanıyor.
İşsizliğin yaygın, genç nüfusun yurtdışına göç oranın yüksek olduğu Lübnan'da hükümet, başkent Beyrut'ta bile uzun süre çöpleri toplamaktan aciz kaldı. Uzun zamana yayılan bu sorunun halk için ciddi bir sağlık tehdidi oluşturacak noktaya varması haftalar süren bir kitle hareketini tetikledi. Beyrut’taki iki meydanda gerçekleştirilen eylemleri "Kokunuz Çıktı" adlı platform organize etti. Kokuşmuş sistemin ortalığı kokutmasına karşı patlak veren eylemlere emekçiler, gençler, kadınlar etkin bir katılım sağladı. Siyasi alandaki etnik, dinsel, mezhepsel parçalanmaya inat kitleler meydanlarda birleşti. Zira parçalı sistemin kokuşmasının bedelini etnik, dinsel, mezhepsel aidiyetinden bağımsız olarak tüm emekçiler ödüyor.
Meydanlarda haftalar süren eylemler gerçekleştiren on binler sistemdeki rüşvetçi yozlaşmaya, sosyal sorunlara dikkat çekmenin yanı sıra etnik, dinsel, mezhepsel temele dayalı parçalı sistemi sorgulamaya da başladılar. Kent temizliği başta olmak üzere altyapı hizmetlerinin karşılanmasını talep eden emekçiler, Çevre Bakanlığı’nı işgal ederek bakanın istifasını, hükümetin gençler için istihdam alanları yaratması ve göçü durdurması için harekete geçmesini istediler.
Bazı tavizler vererek hareketi zayıflatmaya çalışan hükümetin amacına ulaşıp ulaşmayacağı belli değil. Ancak olayların nasıl sonuçlanacağından bağımsız olarak Lübnan’da gelişen bu hareket büyük bir önem taşıyor. Farklı kökenlere mensup emekçileri, gençleri, kadınları alanlarda birleştirmesi, sosyal sorunların yanı sıra etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalanmış sisteme son verilmesinin talep edilmesi Lübnan’ın geleceği açısından umut verici gelişmeler olarak değerlendiriliyor. Zira emekçilerin sınıfsal temelde mücadele alanlarında buluşması bu uğursuz/parçalı/rüşvetçi sistemi parçalayıp aşmanın yegane koşuludur.
Irak: Savaşın yıkımına, yolsuzluk ve rüşvete, işsizlik ve yoksulluğa isyan
Irak’ın güney kentlerinde başlayıp başkent Bağdat’a sıçrayan kitlesel eylemler devam ediyor. Petrol zengini ülkede bazen akaryakıt sıkıntısı çekilirken işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı had safhada. Hal böyleyken ABD emperyalizminin 2003’teki işgalinin ardından kurulan yönetim, yolsuzluk ve rüşvete batmış görünüyor. Emperyalist işgal sonrasındaki dönemde etnik veya mezhepsel çizgiyi temel alan partilerin belirleyici olması Irak’taki kaotik durumu daha da derinleştirdi.
ABD’nin göz yumması Türkiye-Suudi Arabistan-Katar gibi Amerikancı rejimlerin dolaysız desteği ile palazlanan IŞİD, Irak’ın batısının önemli bir kısmını kontrol altına almaya muvaffak oldu. Kürt, Arap Şii, Arap Sünni temelde örgütlenmiş siyasi yapılardan oluşturulan işgal sonrası yönetim ülkede kontrolü sağlamakta başarısız oldu. Nitekim etnik/mezhepsel temeldeki siyasi bölünme, burjuva anlamda bir ”ulusal birlik” sağlamaktan aciz olduğunu kanıtladı. ABD ile işbirlikçilerinin uğursuz müdahale ve yönlendirmelerinin önemli bir rolü olsa da, Şii temelde örgütlenen partiler de mezhepçi çizgiyi aşamadıkları için bütünleşmeyi sağlayamadılar. Emperyalist işgalle hesaplaşma iradesinden de yoksun kalan Iraklı burjuva siyasi yapılar, dar çıkarlara sıkışan ufuksuz tutumlarıyla emekçilere yaşamı zehir ettiler. Görünen o ki, kimi zaman ABD karşıtlığı ile "ulusal birlik" vurgusu yapan Sadr hareketi gibi bazı siyasal güçler ise, gelişmeler üzerinde belirgin bir etki yapma gücünden yoksun kalmış.
Emperyalist işgal ve savaşın dehşet verici yıkımına/katliamlarına yıllardır devam eden dinci terörün sivil halkı hedef alan vahşi katliamları eklendi. Bu ölümcül iklimde hüküm süren yönetimin yolsuzluk ve rüşvete batması, yoksulluk ve işsizliğe çözüm konusunda başarısız kalması, Iraklı emekçinin isyanına yol açtı. Yöneticilerin din adına hırsızlık yaptıklarını belirten emekçiler "ekmek, hürriyet, ‘sivil yönetim’" talebinde bulunuyorlar. Toplumsal sorunların çözülmesini talep eden, petrol gelirlerinin yiyici bir azınlıkla büyük şirketler tarafından gasp edilmesine tepkili olan on binler, talepleri kabul edilene kadar mücadeleye devam edeceklerini ifade ediyorlar.
Suriye’de olduğu gibi, ABD işbirlikçisi Türkiye-Suudi Arabistan-Katar "şer üçlüsü"nün eylemleri hedefinden saptırmak için çaba harcadıkları, bu amaçla kuklalarını alana sürdüklerine dair ciddi veriler var. Buna karşın eylemi örgütleyen ve sürdürmekte kararlı olan güçlerin buna prim vermedikleri gözleniyor.
Iraklı işçi ve emekçiler ciddi handikaplarla karşı karşıya bulunuyorlar. İşsizlik/yoksulluk belası, siyasi arenaya hakim etnik/mezhepsel bölünme, yolsuzluğa batmış bir yönetim, IŞİD belası, emperyalist işgalin fiili yıkımı ve bıraktığı uğursuz miras gibi ciddi sorunlarla boğuşan emekçilerin başlattıkları direniş önemli bir başlangıçtır. Etnik/mezhepçi ayrımın aşılması, gerici müdahalelere karşı net bir duruşun sergilenmesi, hükümetin belli talepleri karşılamaya zorlanması, geleceğin sınıf eksenli devrimci mücadelesinin yolunu açabilir. Olayların bu yönde gelişmesi durumunda -ki emekçiler için başka bir çıkar yol da yoktur- bu kararlı kitle hareketi ilk amacına ulaşmış olacaktır.
Japonya’da silahlanma karşıtı gösteriler
Kitlesel eylemlerin yaşandığı bir diğer ülke Japonya’dır. Ekonomik alanda "dev" bir güç kabul edilen Japon emperyalizmi siyasi, askeri, diplomatik alanlarda ise halen bir "cüce" konumundadır. Fırsat buldukça bu dengesizliği dile getiren Japon rejiminin şefleri, maruz kaldıkları "haksızlığın" giderilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Ekonomik gücüne paralel bir siyasi, askeri, diplomatik güç kazanmanın yollarını arayan Japon burjuvazisi, bu yönde somut adımlar atmaya çalışıyor.
Asya/Pasifik’te Çin’le hegemonya rekabetinde bulunan ABD’nin işbirlikçisi olan Japonya, ikinci paylaşım savaşı yenilgisinden sonra kendisine dayatılan "pasifist" hükümlerin sonucu olan askeri kısıtlamaları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Anayasadaki "pasifist" hükümleri silip savaş aygıtına dış ülkelere saldırı gerçekleştirme yetkisi vermeye hazırlanan Japon emperyalizmi, militarist yüzünü yeniden göstermeye başladı. Yeni bir silahlanma hamlesi eşliğinde atılan bu adımlar Japon işçi ve emekçilerin sert tepkisine yol açıyor.
Şinzo Abe başkanlığındaki gerici hükümetin atmaya çalıştığı militarist adımlar Japon emperyalizminin militarist/faşist geçmişini hatırlattı. Buna tepki gösteren on binlerce işçi, emekçi ve genç, rejimin silahlanma ve savaş politikasını kitlesel sokak eylemleriyle protesto etti.
Bu militarist girişime karşı Tokyo’da sokağa çıkan on binlerce kişi, 1960’lı yıllardan bu yana ülkedeki en kitlesel eylemlerden birini gerçekleştirdi. Bu adımın Japonya’yı ABD emperyalizminin yedeğinde yeni savaşlara sürükleyeceğine dikkat çeken eylemciler, “Abe diktatör müsün!”, “Asla affetmeyiz!”, “Faşist bozguncular!” yazılı dövizler taşıdı. Bu arada yapılan anketler, halkın çoğunluğunun Abe hükümetinin militarist girişimine karşı olduğunu ortaya koydu.
Japon hükümetinin militarist hamlesi, kapitalist devletlerin güç buldukları anda emperyalist/yayılmacı politikalara yöneldiklerini bir kez daha kanıtlamıştır. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda Naziler safında katılan Japon emperyalizmi hem milyonlarca insanın katledilmesinin suç ortağı olmuş, hem ABD’nin attığı atom bombalarıyla pekişen Japonya’nın ağır bir yıkıma uğramasına yol açmıştı. Bunun farkında olan Japon işçi ve emekçiler, yeni bir yıkım ve felaketi önlemek için militarizme karşı mücadele ediyor. Abe hükümetinin bu militarist hamlesinin durdurulması büyük bir önem taşıyor elbet. Buna karşın militarizm ve savaş tehlikesini tamamen ortadan kaldırmak için kapitalist sistemi de ortadan kaldırmak şarttır.
Malezyalı emekçiler yolsuzluğa karşı ayakta!
Ücretli emeğin sermaye tarafından sömürüsüne dayanan kapitalizm aynı zamanda bir kumarhane, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet düzenidir. İşçi sınıfının ürettiği artı-değere el koyan kapitalistler, yağmadan daha çok pay almak için birbirleriyle alabildiğine iğrenç bir rekabet ve kapışmaya girişirler. Bir kısmı artı-değerden "yasal" zeminde pay alırken, bir kısmı burjuva hukukunu da ayaklar altına alarak payını arttırır. Tıpkı 17-25 Aralık hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet skandalında AKP şefi ile bakan kılıklı müritlerinin yaptığı gibi…
Son günlerde yolsuzluğa karşı kitlesel gösterilere sahne olan Malezya’da da, başbakan Necip Rezak’ın 700 milyon dolarlık bir vurgun gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Başkent Kuala Lumpur başta olmak üzere ülkenin çeşitli kentlerinde sokaklara dökülen on binler, 1MDB adlı devlet fonundan 700 milyon dolarlık vurgun yapan başbakan Necip Rezak’ın derhal istifa etmesini talep ediyorlar.
Yapılan eylemleri “yasadışı” ilan ederek hırsız başbakanı korumaya çalışan polis, yolsuzluğu protesto eden emekçilere saldırıyor. Kuala Lumpur, Kota Kinabalu, Kuching gibi önemli kentlerde yapılan eylemler kolluk kuvvetlerin saldırgan ablukasına maruz kaldı. Polisin yeterli olmaması durumunda ordunun da emekçilere saldırı için hazır bekletildiği bildirildi. Saldırganlığa sarılan hırsız başbakan, devlet terörüyle iktidardaki konumunu korumaya çalışıyor. Buna karşın emekçiler yolsuzluk ve rüşvete karşı mücadelede kararlı olduklarını, hırsızları koltuklarından indirene kadar da mücadelenin devam edeceğini belirtiyorlar. Hırsız başbakanın yolsuzluğu "siyasi bağış" diye yutturmaya çalışması işe yaramadığı gibi, emekçilerin öfkesini daha da şiddetlendirdi.
Yolsuzluğa karşı başlayan bu kitlesel eylemlerin hırsız başbakanı koltuğundan etme ihtimali yüksek görünüyor. Ancak asıl önemlisi bu Asya ülkesindeki yozlaşmış sistemin neo liberal saldırılarına karşı başlayan mücadelenin daha güçlü daha militan bir kitle hareketine sıçrama potansiyeli taşımasıdır.
Guatemala’da on binler hırsız başkanı kovmak için sokaklarda
Yolsuzluk ve rüşvetle çalkalanan bir diğer ülke Guatemala’dır. Bu Orta Amerika ülkesinde hem bakanlar hem Devlet Başkanı Otto Perez gırtlaklarına kadar çirkefin içine batmış haldeler. Yoğun tepkiler üzerine Perez’in yardımcısı ile 13 üyeli kabineden 5 bakan istifa etmek zorunda kaldı. Ancak tıpkı yatak odasına yığdığı euro ve dolarları Bilal’e sıfırlattırıp yasaları ayaklar altına alan AKP şefi gibi, Otto Perez de paçayı kurtarmaya çalışıyor. Buna karşın Perez AKP şefi kadar "şanslı" görünmüyor.
Cumhuriyet tarihinin en iğrenç yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet skandalına imza atan AKP hükümetinin şefleri, dünya aleme rezil olsalar da, sarsıcı protestolarla karşılaşmadılar. Oysa Guatemala’da sokaklara inen on binlerce emekçi, hırsız başkanı koltuğundan alaşağı etmeye kararlı görünüyor. Nitekim başkent Guatemala’nın merkezinde toplanan emekçiler, ”hırsız” ilan ettikleri Otto Perez’in derhal görevini bırakmasını talep ettiler.
Bu arada başkentin yanı sıra ülkenin birçok bölgesinde de yol kesme eylemleri gerçekleştirildi. Tepkiler üzerine harekete geçen Guatemala Yüksek Mahkemesi, hırsız başkan Perez’in dokunulmazlığının kaldırılmasını onayladı. Meclisin de bu kararı onaylaması durumunda Perez yargılanacak. Türkiye’de ise yargı da dinci gericiliğin vesayetine girdiği için, hırsızlarla rüşvetçiler hakkında henüz kayda değer bir dava bile açılmadı. Buna karşın AKP şefi ile müritlerinin paçalarını kurtarmaları kolay görünmüyor.
Görünen o ki hem sınıf hareketinin hem devrimci hareketin güçlü bir geleneğe yaslandığı Guatemala’da hırsız başkanı kovmak zor olmayacak. Asıl önemli olan bu mücadelenin hırsızlardan da öte, bu hırsızların boy verdiği kapitalist bataklığı kurutacak bir niteliğe sıçraması ve kitlelerdeki devrimci potansiyelin bu yönde seferber edilebilmesidir.
Kapitalizmle nihai hesaplaşma için işçi sınıfın devrimci önderliği
Bunalımlar, krizler, savaşlar, isyanlar, devrimler çağında yaşadığımız dikkate alındığında toplumsal hareketlerin yeni dalgalarla kendini ortaya koymaya devam edeceği kolayca anlaşılır. Tunus’ta başlayan halk isyanları dalgasının kısa sürede yayılması işçi sınıfında, emekçilerde, sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklardaki devrimci mücadele potansiyellerinin gücünü açığa çıkardı.
ABD emperyalizmi ile bölgedeki suç ortaklarının karşı-devrimci müdahalesi, bu süreçte IŞİD gibi bir çetenin halkların başına bela edilmesi Arap dünyasındaki halk hareketlerinin gelişimini şimdilik sakatlamış olsa bile, mücadelenin dinamikleri ortadan kalkmış değil. Zira halkları isyana sürükleyen sorunların hiçbiri çözülmüş değil. Tersine toplumsal sorunlar ağırlaşarak devam ediyor. Nitekim halk isyanlarından fazla etkilenmeyen Irak’la Lübnan’da gelişen kitle hareketleri, mücadele dinamiklerinin halen diri ve akacak kanal arayışında olduğuna işaret ediyor.
Sık sık vurguladığımız gibi, bu kitle hareketlerinin halen en büyük açmazları, genelde devrimci önderlikten, özelde işçi sınıfının devrimci önderliğinden yoksun olmalarıdır. Kuşkusuz ki, direniş süreçleri devrimci önderliğin inşasının potansiyellerini de içinde barındırır. Ancak hem tarihsel hem güncel deneyimlerin gösterdiği gibi, işçi sınıfının harekete önden hazırlıklı olması, sonuç açısından hayati önemdedir. Bu da tüm samimi devrimcilerin zaman yitirmeden yüklenmeleri gereken halkayı ortaya koyuyor. Bu halkayı yakalamak toplumsal hareket dalgalarını halk isyanlarına, halk isyanlarını devrimlere, devrimleri zafere taşıyabilmenin olmazsa koşullarından biridir.