Uzun yıllardır, neredeyse tümüyle baskıya, yasaklara ve zorbalığa dayanan Türk sermaye devletini, AKP-MHP’den oluşan dinci-faşist ‘‘Cumhur İttifakı‘‘ yönetiyor. Ordu, bürokrasi, polis, yargı, istihbarat, eğitim kurumları, diyanet, medya, cumhurbaşkanlığı koltuğu, hükümet ve meclis, kısacası bir bütün olarak devlet, dinci-faşist koalisyonun elinde ve denetimindedir. Burjuvazinin sınıf diktatörlüğü ve şiddet aracı olan bu devletin dümenindeki tek adam diktatörlüğü, keyfiliğe ve kuralsızlığa dayalı bir yönetim tarzını adeta olağanlaştırmış durumdadır. İşçi ve emekçi kitlelerin bir kesimini dinci-şoven ideolojiyle sersemletip denetim altında tutmayı başaran AKP iktidarı, öteki kesimlerini de baskı, yasaklar ve çıplak zorla dizginlemektedir.
Türkiye’nin ilerici-demokratik muhalefetini, devrimci hareketi ile Kürt hareketini ezmek ve toplumsal muhalefeti boğmak için devletin kolluk kuvvetlerine dayalı gerçekleştirilen zorbalık yeterli görünmeyerek, kontrgerilla çeteler ve paramiliter gruplar oluşturulmuştur. Ağır toplumsal kriz koşullarında ve çok yönlü sayısız sorunlar karşısında bunalan dinci-faşist iktidar, önemli ölçüde yıpranarak meşruiyetini yitirmiş ve seçmen desteği de giderek erimektedir. Fakat o, seçim yoluyla iktidarı vermemeye kararlı görünmektedir. İktidarda kalmak için iç savaş tehdidi de dahil olmak üzere her türlü gayrı meşru yol ve yöntemi kullanmak niyetindedir. Dolayısıyla paramiliter gruplar, sarayın saltanatını sürdürmesinin temel dayanakları arasındadır.
Kılıçdaroğlu’nun kapısına dayanarak, “terörist yetiştiren paramiliter kurum” ifadeleriyle teşhir ettiği SADAT vesilesiyle Türkiye’de paramiliter gruplar yeniden gündeme geldi. İzmir’de yaşanan bir kavga, yeni bir paramiliter gücün açığa çıkmasına vesile oldu. Kavganın taraflarından birinde ‘‘Türkiye Devlet Fedaileri‘‘ yazılı bir kimlik çıkmış, kimliğin üzerindeki Cumhurbaşkanı forsu ise dikkat çekmişti. Bu olay, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından oluşturulan paramiliter gruplardaki artışı yeniden gündeme taşıdı. Sayısız olay ve olgular, AKP iktidarı ve Türk devletinin, neredeyse kontrgerilla çetelerinden, paramiliter gruplardan, mafya, cihatçı sürülerden, tarikatlar ve yozlaşmış siyasetçilerden oluştuğu gerçeğine tanıklık ediyor.
Bir zamanlar özellikle Kürdistan’da Kürt hareketine ve halkına karşı yaygın olarak kullanılan JİTEM, "JÖH" ve "PÖH" gibi paramiliter cinayet örgütlerinin sergiledikleri ve halen de sergilemekte oldukları vahşetler bilinmektedir. AKP iktidarında ise “Osmanlı Ocakları”, “Milli Beka Hareketi”, SADAT, AK Gençlik Ocakları, HÖH ve yeni olarak gündeme taşınan “Türkiye Devleti Fedaileri” gibi oluşumlar, AKP ve devletin en temel direkleridir. Bunlar, faşist iktidar koalisyonunun iç savaş tehdidinin de araçlarıdır. AKP rejimi altında kontrgerilla çeteler ve paramiliter gruplar, SADAT örneğinde görüldüğü gibi resmi bir kimlik kazanmış bulunuyorlar. Bunların başında ise sarayın şefi Erdoğan bulunmaktadır.
Türkiye‘yi gericiliğe ve karanlığa, yasa-kural tanımaz keyfi bir zorbalığa, çetelere ve mafyaya, tarikat ve cemaatlere teslim eden AKP, iktidarını korumak için her alanda kirli ve kanlı oluşumlar yaratmış durumdadır. Ekonomik rant ve yağma elde eden dernekler, kadrolaşma yaratan oluşumların yanı sıra paramiliter güçler ve cihatçı çeteler örgütlenmesini yaymaktadır. Troll ordusu ve tetikçi medyası, yargısı ve bürokrasisi ise kirli ve kanlı işlerin hizmetindedir.
Paramiliter oluşumların kaynağı, burjuvazinin sınıf egemenliğidir!
Özellikle ‘90’lı yılların Türkiye’sinde ve 20 yıllık AKP iktidarı altında kontrgerilla ve paramiliter yapılar gerçekliğini açığa çıkaran sayısız gelişme yaşandı. Gelinen yerde mafyalardan, çetelerden, paramiliter güçlerden ve çeşitli suç örgütlerinden oluşan devlet olgusu bütün yalınlığıyla ortadadır. Neredeyse hemen her gün AKP rejimi ve devletin tüm dokularına sirayet eden çürüme ve kokuşma örnekleri, kirli-kanlı işler ve ilişkiler ağı ortalığa saçılıyor. Paramiliter yapılar gerçeği gizlenemez hale geldiği gibi yenileri ortaya çıkıyor. Bu yapılar aracılığıyla Kürdistan başta olmak üzere işlenen faili meçhul cinayetler, insan kaçırıp kaybettirmeler, katliamlar, suikastler, her türlü kirli işler, düzenin ve onun devletinin bekası için yapılıyordu/yapılıyor. Bizzat devlet eliyle örgütlenen cinayet çeteleri ve suç örgütlerinin kanlı icraatları ve pisliklerininin kimi örnekleri, çıkar çatışmaları nedeniyle Peker’in itirafları üzerinden de biliniyor.
Hüküm süren sömürü, yağma ve talan düzeninin ve AKP saltanatının devamı için Kürt hareketi-halkı ve devrimci akımlar başta olmak üzere, ilerici, demokratik yapı ve kurumlara, işçilere ve emekçilere karşı örgütlenen kontrgerilla ve paramiliter güçler, yeri ve zamanı geldiğinde daha etkin şekilde kullanılacakları gibi bir iç savaş tehdit ve aracı olarak da hazır tutuluyorlar. Yenilerin ortalığa saçılmasıyla varlığı gizlenemez hale gelen suç ve cinayet örgütleri, sadece ilerici, devrimci akımlara ve Kürt hareketine karşı değil, muhtemel kitle hareketlerinin yanı sıra adli cinayetlerden uyuşturucu ve silah kaçakçılığına, çek-senet mafyacılığına ve mülklere ‘‘çökmeye‘‘ kadar her türlü kirli ve kanlı işler için kullanılmaları, adeta normal bir devlet işleyişi halini gelmiştir. Devlet neredeyse kurumsal olarak paramiliterleşmiştir.
Çıkış: Devrimci bir sınıf hareketi yaratmaktır!
Çürümeye varan, çeteler ve paramiliter güçlerden oluşan bu tablonun gerisinde elbette ki bir sınıf egemenliği sistemi durmaktadır. Bu, tekelci burjuvazinin sınıf egemenliğidir. Her türlü pisliğin, mafyalaşma ve çeteleşmenin kaynağı bizzat bu sınıfın kendisidir. Bu sınıf adına ülkeyi yöneten AKP-MHP iktidarı, çok yönlü kriz batağı içinde her türlü pisliğe daha fazla batmaktadırlar. Paramiliter grupların, suç örgütlerinin, çürümenin kendisini bu denli dışa vurması, devletin ve AKP’nin kirli ve kanlı yüzünün emekçi kitleler tarafından görülmesini daha da kolaylaştırmaktadır.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler, bu sömürü ve zulüm düzeninin, onun çeteleşen ve mafyalaşan devletinin kendilerinin daha fazla yoksulluğa, sefalete ve açlığa ittiğini görebilmektedirler. Öfke, tepki ve hoşnutsuzluk gün geçtikçe birikip büyümekte ve kendisine çıkış kanalları aramaktadır. Devrimci bir kanal açılamadığı sürece, sınıf ve ezilen-sömürülen kitleler ya zorbalık ve devlet terörü ile sindirilmekte ya da öfke ve tepkileri bin bir biçimde düzen içinde yatıştırılmaktadır. Dolayısıyla sorun, işçi sınıfına ve toplumun öteki ezilen kesimlerine çıkış kanalı açabilmektir. Bu çıkış kanalını ise ancak devrimcileşmiş bir işçi sınıfı hareketi açabilir.
Burjuvazinin karşısına bu sınıfı yıkma yeteneğine sahip tek sınıf olan işçi sınıfı, iktidar mücadelesi alanına çıkarılamadığı koşullarda, sermaye düzeni, paramiliter güçlerden ve çetelerden oluşan egemenliğini sürdürecektir. Devletin bu derece paramiliterleştiği, zorbalığın zirve yaptığı, zamların, işsizlik, yoksulluk ve açlığın isyan ettirici boyutlara ulaştığı bugünkü koşullarda, sınıf ve emekçi kitleleri devrimci sınıf mücadelesi alanına çekmenin imkanları her zamankinden daha çoktur.