Geçen yıl turizmden yaklaşık 34,5 milyar dolar gelir elde eden AKP iktidarının hesapları bu yıl salgın nedeniyle boşa çıktı. Sağladığı net döviz girdileriyle Türk kapitalizminin müzminleşen cari açığını kapatmaya olumlu katkı yapan turizm sektörü, AKP-Erdoğan rejimi için önemli bir yere sahiptir. Bu yılın ilk üç ayındaki turizm geliri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,4 azalarak, 4 milyar 101 milyon 206 bin dolar olarak kayıtlara geçti. Geçen yıl turizmden sağlanan net fazlaların cari açığı karşılama oranı %21 iken, bu oranın yapılan en iyimser tahminlere göre bu yıl %15 civarında kalacağı belirtiliyor. Dolayısıyla 55 milyar civarında olan cari açığın da 60 milyar düzeyine çıkacağı hesaplanıyor.
2020 yılı bütçesi daha yılın ilk dört ayında çökerek anlamsızlaşmışken, pandemiye rağmen turizmden üç-beş kuruş kapmak sermaye iktidarı için oldukça önemlidir. Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre, geçen yıl nisan ayında 18,3 milyar lira olan bütçe açığı, bu yıl iki kattan daha fazla bir artışla 43,2 milyar liraya ulaştı. Geçen yılın ilk 4 ayında 54,5 milyar lira olan bütçe açığı ise bu yılın aynı döneminde 72,8 milyar liraya çıktı.
Ekonomide zaten kronikleşmiş krizin, pandemi döneminin getireceği yüklerle birlikte daha da ağırlaşacağı kesinlik kazanmıştır. Ekonomiyi yıkıntıya dönüştürme emareleri gösteren ekonomik bunalım AKP şefi ve çevresinin korkulu rüyası olmayı sürdürüyor. Daha çok saldırganlaşıp muhalif sesleri susturma operasyonlarının, sosyal medyada başlatılıp yandaş-besleme gazetelerin sayfalarından TV ekranlarına taşınarak yaygınlaştırılan ve kapıkulu yargının göremezlikten geldiği katliam tehditlerinin arkasında, büyüyen bu korku vardır.
Geçtiğimiz ay AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın burjuva muhalefet partilerin belediyelerini bile “paralel yapı”, “yerel hükümet” vb. olarak yaftalayarak kaos çıkartmakla suçlaması, keza Özhaseki’nin “Şapka alınıp gidilmez” resti gündeme oturmuştu. Şimdi bunlara mevcudu 21 bin 300 olan bekçi ordusunun takviyesi ekleniyor. Faşist iktidar bu yıl 8 bin 200 silahlı AKP-MHP militanı daha bekçi ordusuna dahil etmeyi planlıyor. Bununla da bitmiyor. Son olarak bekçilere gerektiğinde araç durdurup kimlik sorma ve arama yapmanın yanı sıra zor ve silah kullanma yetkisi de veren yasa teklifi AKP tarafından Meclis’e sunuldu. Tüm bunlar faşist AKP-MHP koalisyonunun iktidarı bırakmamak için hangi kanlı senaryolar peşinde koştuğuna açıklık getiriyor.
Turizm pastasından pay kapmak için her yol mubah
Tam bir ekonomik çöküntüyle yüz yüze olan AKP-MHP koalisyonu iç ve dış politikada sürdürdüğü saldırganlık politikalarını milliyetçi-dinci histeri sosuna buluyor. Faşist koalisyonun temsilcileri, ekonominin tepetaklak olması durumunda bu zehirin saraylarını kurtarmaya yetmeyeceğini görüyorlar. Yaz turizm sezonundan mümkün olan payı kaparak, sürdürülemez olan durumlarına böylelikle nefes aldırmak istiyorlar. AB’nin yaz tatili için sınırlı da olsa uçuşlara izin verileceğini açıklaması üzerine, AKP-MHP faşist blokunun görevlileri ne kaparsak kârdır hesabıyla Avrupa’nın, asıl olarak da Almanya’nın kapılarını aşındırıyorlar. AKP’nin şefinden Dışişleri Bakanı’na, Turizm Bakanı’ndan Kültür Bakanı’na bilumum zevat mümkün olan bütün kapıları çalmaya başladılar. Kapalı kapılar arkasında sürdürülen kirli pazarlıklarla turizm pastasından pay kapma diplomasisine giriştiler. DSÖ’nün salgının görüldüğü ülkelere salgınla mücadele için yardım yapacağını açıklamasından sonra korona vakalarının varlığını hızla tespit eden gerici-faşist rejim, yaz turizmden pay kapmak için de salgının denetim altına alındığını ilan etti. Hafta sonu sokağa çıkma yasaklarını bir hamlede iptal ederek, “Türkiye’nin güvenilir ülke olduğu” propagandasına başladı.
Türkiye’nin, koronavirüs salgınının turizm sektöründe yarattığı ağır darbeden fayda sağlaması gerektiğini söyleyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “İtalya, İspanya ve hatta Fransa’nın aldığı ağır darbenin turizm sektöründe açtığı yeni alanları değerlendirmeliyiz. Evet bu fırsatçılıksa, fırsatçılık” diyerek, küstahlığını arsızlık düzeyine vardırdı. Pastadan parsa kapmak için her yolu mubah gördüklerini alenen ilan etti. Turizm Bakanı’nın 70’e yakın ülkeye mektup gönderdiğini belirten Çavuşoğlu, kendisinin de mevkidaşlarıyla görüşmeler gerçekleştirdiğini, örneğin Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile görüştüğünü, Türkiye’ye en çok turist gönderen Orta Asya ülkelerinin turizm ve dışişleri bakanlarıyla da görüşeceklerini vurguladı. Çavuşoğlu, turizm konusunda Alman mevkidaşı Heiko Maas ile bir video konferans düzenleme noktasında mutabık kaldıklarını da açıkladı. O bu açıklamayı yaparken, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın, koronavirüs kisvesi altında otoriter eğilimlerin güçlenmesine örnek olarak gösterdiği ülkeler arasında Türkiye’yi de saymasını ise yutkunarak geçiştirmeyi tercih etti.
Başka zamanlarda, özelikle seçim dönemlerinde olsa böyle bir açıklamaya karşı esip gürleyeceği kesin olan Çavuşoğlu gibi onun şefi de turizm pastasından pay kapabilmek hatırına Merkel’in kapısını çaldı. AKP’nin başındaki despot, 9 Mayıs Avrupa günü vesilesiyle yayınladığı mesajda “Ülkemizin tam üyeliği... AB’yi küresel bir aktör haline getirecektir” demiş, AB’nin patronu Almanya’nın yayılmacı hayallerini okşayarak, “bu zor günlerde yardımlaşma” çağrısında bulunmuştu. Mesajın yayınlamasını takip eden günlerde Merkel’le bir telefon görüşmesi yapan Erdoğan’ın yaltaklanmasının üzerinden haftalar geçmesine karşın bir sonuç alınamadı. Saray tarafından Merkel’le yapılan telefon görüşmesine dair açıklama yapılmasına karşın, Almanya hükümeti tarafından resmi bir açıklamanın yapılmaması da oldukça manidardır. Bu durum Almanya’nın işi ağırdan aldığını, kuyruğunu kaptıran Erdoğan ile sürdürülen kirli pazarlıkların sonuçlanmadığını gösteriyor.
“Kısa vadeli ve esnek çözümler”in anlamı
Çok sayıda seyahat acentesini çatısı altında toplayan Avrupa Türk Seyahat Acenteleri Birliği (Coop TRR) Başkanı Cumhur Sefer, pandemi kısıtlamalarının başladığı mart ayından beri işlerinin tamamen durduğunu, yeni yeni açılmaya başlayan acentelerin de neredeyse sadece iptallerle uğraştığını söylüyor. Sefer, 1999 yılından beri turizmci olarak çalıştığını, o zamandan bu yana yaklaşık her iki yılda bir Türkiye turizminde bir kriz yaşandığını, ancak kısa vadeli ve esnek çözümlerle bunların atlatıldığını da hatırlatıyor. (Deutsche Welle)
Merkel ile Erdoğan arasında süren kirli pazarlıktan bu defa da “kısa vadeli ve esnek çözümler” çıkar mı? Erdoğan’ın içerisinde bulunduğu zor durumu çok iyi bilen Merkel, Erdoğan’a istediklerini kabul ettirmek için yakaladığı ve lehine olan bu durumu elbette tepmeyecektir. Batılı emperyalistler, ABD’ye “Ver papazı, al papazı!”, “Bu görevde olduğum sürece o teröristi (papazı) alamazsınız!” diyen, Deniz Yücel’in Almanya’ya iade edilmesine ilişkin sorulara da “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” şeklinde salvolar savuran AKP şefinin, sonraki gelişmelerin de gösterdiği üzere nasıl bir “tükürdüğünü yalama ustası” olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla Alman tekelleri, kuyruğunu kıstıran “dünya liderinden” istediklerini almadan yeşil ışık yakmayacaklardır.
15 Haziran’dan itibaren 31 Avrupa ülkesine uçuşlara izin veren Almanya’nın, bu ülkeler arasında Türkiye’ye yer vermemiş olması, süren pazarlıkların sonuçlanmadığını gösteriyor. 7 Haziran günü yaptığı açıklamada Türk hükümetiyle görüşmelerin sürdüğünü ve seyahat uyarısının “kalıcı” olmayacağını söyleyerek AKP-Erdoğan rejiminin umutlarını canlı tutmaya çalışan Almanya Dışişleri Bakanı Maas, yasakların ne zaman kaldırılacağını pandeminin gidişatının belirleyeceğini söyleyerek, aslında “pandeminin gidişatı”na dair değerlendirmenin pazarlıkların sonuçlarına bağlı olduğunu diplomatik bir dille açıklamış oluyordu.
Arka tarafta, karanlık dehlizlerde süren kirli pazarlıklardan bir uzlaşma çıkması durumunda bu kirli pazarlıkları perdelemek için politik bir rehine olarak elde tutulan Osman Kavala’nın serbest bırakılması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Böylece, yapılan kirli pazarlıklar yalnız kamufle edilmeyecek, aynı zamanda Alman emperyalizmine demokrasi bayraktarlığı da bahşedilecek. Şantaj ve rehine almayı dış politikanın önemli enstrümanlarından biri yapanların payına ise tükürdüklerini döne döne yalamaktan başka bir seçenek kalmıyor.
“Evet bu fırsatçılıksa, fırsatçılık” diyerek, başka ülkelerin yıkımından ganimet devşirmeyi marifet sayan kan emiciler dünyasında herkes haddini ve layık olduğu yeri bilmek zorunda. Nitekim Türkiye’de devlet zorunu elinde toplamanın verdiği güçle rakiplerine “had bildirme”yi marifet sayanlar, daha güçlüler karşısında kuyruklarının üzerine oturmasını bilecek kadar “görgü”ye sahipler.