Koronavirüs salgını gündemi meşgul ederken, dinci-faşist rejim rezil icraatlarını aksatmadan sürdürüyor. Bu icraatlardan biri de Kürt halkının tercih ettiği belediye başkanlarının zorbalıkla görevden alınması, bir kısmının ise zindanlara kapatılmasıdır. “Milli irade” lafını bıktırırcasına tekrarlayıp duranlar, Türkiye’de en yüksek oylarla seçilmiş belediye başkanlarını -tıpkı faşist askeri cuntalarda olduğu gibi- kolluk kuvvetleri marifetiyle görevden alıyorlar.
Irkçı-faşist zorbalığa rağmen HDP geçen yerel seçimlerde 3’ü büyükşehir olmak üzere toplam 65 belediye kazandı. Saray rejiminin şeflerini diken üstünde bırakan Kürt hareketinin bu başarısı, iktidarın ilkel-intikamcı saldırısıyla yok edilmek isteniyor. Bu faşist yöntemi daha önce de uygulamışlardı, ancak seçim sonuçları pek değişmemişti. Tüm ayak oyunlarına rağmen Kürt halkı rejimin istediği yönde tercih yapmadı. İnadına HDP’li adayları seçti.
***
Son kayyım saldırısının ardından HDP’li 40 belediye başkanı görevden uzaklaştırılmış oldu. Kayyım diye atananlar farklı görevlerde bulunan dinci-faşist zihniyetin tetikçileridir. Böylece rejim, Kürt kentlerinin ve beldelerinin yerel yönetimlerini darbeci bir yöntemle ele geçiriyor. Ancak olay bununla bitmiyor. Her kayyım atamasını bir sürek avı takip ediyor. Kolluk kuvvetlerini sokaklara salan devlet gece yarıları evleri basıyor, insanları zindanlara kapatıyor. Yetmiyor, belediyede çalışan emekçileri işten atıyor, belediyenin katkılarıyla yapılan kültürel, sanatsal, sosyal etkinlikleri sabote ediyor…
Görüldüğü gibi kayyım atamaları Kürt hareketini pasifize etme hırsının yansıması olduğu gibi, Kürt halkının iradesini hoyratça çiğneme ilkel-güdüsünün de bir dışavurumudur. Irkçılığın, keyfiyetin, zorbalığın, riyakarlığın karşımı olan bu saldırganlığa, yazık ki pek tepki gösterilmiyor. Düzen yargısı sarayın aparatı durumuna itildiği için, yasal zeminde bir şey yapılamıyor. Kürt halkı ise, seçtiği başkanların maruz kaldığı saldırıyı fiili-meşru bir direnişle engelleyemiyor. Kürt hareketinin tepkisi de belli sınırlarda kalıyor. Düzen muhalefeti ise ya zımnen destekliyor ya da izlemekle yetiniyor.
***
Amerikancı İslamcıların en ayırt edici özelliklerinden biri, gerçeği itibarsızlaştırma konusunda sınır tanımamalarıdır. İlke, değer, ahlak vb.nin zerresini taşımadıkları için gerçeğin yüz seksen derece zıddı olanı “mutlak gerçek” diye sunabiliyorlar. Darbe ve darbecilik konusu ise en çok kullandıkları retoriklerden biridir. Oysa onların önünü açan 12 Eylül faşist cuntasıdır. Nitekim hem 12 Mart hem 12 Eylül darbelerini desteklediler. Buna rağmen her zaman kendilerini “darbe mağduru” diye pazarlıyorlar.
Son günlerde piyasaya sürülen darbe tartışmaları, kepazelikte hiçbir sınırlarının olmadığını bir kez daha ispatladı. Yapay bir darbe tartışması başlatıp gündemi işgal ettiler. Oysa birçok icraatları faşist cuntaları aratır cinstendir. Tam da yapay darbe zırvalarıyla ortalığı işgal ettikleri günlerde, HDP’li 5 belediye başkanına karşı ‘kayyım darbesi’ yaptılar. Yine ev baskınları, yine gözaltılar, yine işten atmalar, yine tutuklamalar…
***
Kayyım darbesi, yerel yönetimlerin hareket alanlarının bu düzende ne kadar güdük olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu, elbette yerel yönetimleri kazanmak için çaba harcamaktan vazgeçmeyi gerektirmiyor. Ancak durum bu iken, yerel yönetimlere dayanaktan yoksun büyük anlamlar atfetmek de abesle-iştigaldir.
Yerel yönetimlerin kolluk kuvvetlerinin marifetiyle etkisiz hale getirilmesi, yalın bir geçeği yeniden hatırlattı: demokratik mevziler yaratmanın da hak kazanmanın da kazanımları korumanın da yolu kitlelerin fiili-meşru mücadelesinden geçer. Yani bu düzende güvence altına alınmış bir kazanım yoktur. Diğer bir ifadeyle demokratik hakların güvence altına alınması için bile kapitalist sistemin parçalanıp yıkılması şarttır.