AKP şefi Erdoğan’ın ABD tarafından Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) “Eşbaşkanı” tayin edilmesi, yayılmacı-fetihçi hevesleri körüklemişti. Bu hevesler ABD’nin bölgedeki “etkin taşeronu” misyonuyla hareket etmenin mükafatı olarak talep ediliyordu.
AKP’yi “ılımlı İslam modeli” olarak Ortadoğu halklarına yutturma politikası işe yarasaydı, fetihçi heveslerin kısmen de olsa gerçekleşmesinin önü açılabilirdi. Ancak bölge halkları, patenti emperyalist-siyonist güçlere ait olan bu modele talip olmadılar. Beşşar Esad AKP şeflerinin attığı zehirli yemi yutmadı. Müslüman Kardeşlerin (İhvancılar) AKP desteği ile Şam’da bayrak dalgalandırmaları hesapları tutmadı.
***
İlk girişim fiyaskoyla sonuçlanınca, devşirdikleri cihatçı tetikçileri Suriye’nin üzerine salarak heveslerine ulaşmaya çalıştılar. AKP şeflerinin hesabına göre devşirme cihatçılar, “hazır kıta” bekleyen İhvancılarla birleşecek, üç beş ayda Şam’ın burçlarına bayraklarını dikeceklerdi. Erdoğan ile müritleri de Emevi camisinde Cuma namazını kılarak “zaferi” kutlayacaklardı.
Bu kanlı oyunun Suriye halklarına bedeli çok ağır oldu ama beklenen sonucu vermedi. Cihatçı -İhvan ittifakı beklenen misyonu oynayamadı. O saatten sonra Suriye’de Türkiye ile suç ortaklığını sürdürmekte yarar görmeyen Körfez şeyhleri, cihatçıları saray rejiminin kucağına bırakarak çekildiler.
Histeri halini alan yayılmacı-fetihçi heveslerin esiri olan AKP gericiliği, Türk ordusunu doğrudan savaşa sürdü. Cihatçı çeteleri kullanan Türk Ordusu Suriye topraklarını işgal etti. Cihatçılarla kol-kola giren AKP-MHP rejimi bugünlerde Afrin-İdlib hattını ilhak etmek için zemin hazırlıyor. “Ortadoğu sultanlığı” hedefiyle yola çıkanlar, hiç olmazsa Afrin-İdlib hattını ilhak edelim noktasına geldiler. Ancak bu kirli hesabın tutması da kolay görünmüyor.
***
Dinci-faşist rejimin yayılmacı-fetihçi hevesleri gelip-geçici bir olgu değil. Kırıp dökerek kendilerine alan açmaya çalışıyorlar. Hem ABD hem Rusya ile “oyun kurarak” heveslerine ulaşmak için yol açabileceklerini hesaplıyorlar. Bundan dolayı rejim Suriye’den sonra Libya’ya uzandı. 2012’de Libya’dan Suriye’ye taşıdığı cihatçı tetikçileri, bu sefer de Suriye’den Libya’ya taşımaya başladı. Ancak bu kadarı yeterli değildi. Türk ordusu da bir şekilde savaşın içine sürüldü.
Libya’daki dayanakları, Trablus’taki kukla İhvancı hükümet ve cihatçı tetikçiler. Doğu Akdeniz’deki gaz paylaşımı için kurulan kurtlar sofrasına oturmak için de Libya “bulunmaz bir nimet”ti. En azından hesapları öyleydi. Geçtiğimiz Kasım ayında kukla hükümetle anlaşarak Akdeniz’deki gaz paylaşımı kavgasına balıklama dalan AKP-MHP rejimi, askeri güç gösterisi yaparak, Yunanistan’a tehditler savurarak sahaya indi.
Ekonomi iflasta, pandemi kontrolden çıkmış, on milyonlar işsizken, bir saatlik uçuş masrafı 25 bin dolar olarak hesaplanan F-16 savaş uçaklarını gece-gündüz Akdeniz üzerinde uçurdular. Zorbalıkla ayakta kalabilen rejimin başı Erdoğan, AKP’deki dağılmayı da durdurabilme hesabıyla Akdeniz’de gerilimi tırmandırdı. Güç gösterisiyle, şantajla, tehditle fiili bir durum yaratabileceğini var saydı. Çapını hesap etmeden “büyük çıkışlar” yaptı ama bir kez daha bölge gerçeklerinin duvarına tosladı.
***
Türk ordusunun Suriye, Irak, Libya topraklarına girmesi kolaydı. Zira emperyalistler buna yeşil ışık yakıyorlar. Yunanistan söz konusu olunca işin rengi değişti. Hamasi nutukların ömrü uzun olamadı. Washington’daki efendiler de onaylamayınca, gerici rejime geri çekilmek dışında bir yol kalmadı. Trump’ın Dışişleri Bakanı Mike Pompeo emri verdi, “yerli ve milli” AKP-MHP rejimi bunu ikiletmedi. Önce gemileri “onarım için çektik” yalanına sığındılar. Ardından Erdoğan, “diplomasiye şans tanımak için gemileri çektik”lerini itiraf etti. Sarayın sözcüsü İbrahim Kalın, sorunun diplomatik yollarla çözülmesinden yana olduklarını açıkladı. Hamasi nutuklar şimdilik rafa kaldırıldı.
Geri adım bununla da sınırlı kalmadı. Konuyla ilgili açıklama yapan Kalın, “Siyasi ihtilaflarımız olabilir. Evet, bizim de şu anda İsrail ile Mısır ile bazı siyasi görüş ayrılıklarımız var, ihtilaflarımız var. Bunlar enerji konusunda işbirliği yapmanın önüne illa da bir engel olmak zorunda değil” diyerek, İsrail ve Mısır ile işbirliğinin yollarını aradıklarını dile getirdi. Bu elbette şaşırtıcı değil. Zira üç devlet de ABD emperyalizminin bölgedeki sadık uşaklarıdır.
Akdeniz’de yelkenler indirilirken, AKP-MHP iktidarının Libya’daki dayanağı Faiz el Serrac istifa edeceğini açıkladı. Bu durum, Libya’nın yağmasından daha büyük bir pay almak için izlenen saldırgan politikanın yeni sorunlarla yüz yüze kalması demek. Çünkü Libya’da çatışan taraflar emperyalistlerin yönlendirmesiyle ateşkes imzalayınca, saray rejiminin Trablus’ta dayandığı zemin kayganlaşmaya başladı. Ateşkesi bozma şansları olmazsa, Libya’ya taşıdıkları cihatçılar da kucaklarında kalacak.
***
Dinci-faşist iktidarın Ortadoğu’daki dostları Katar Emiri ile cihatçı teröristlerden ibarettir. “Bölge gücü” olma hayallerine kapılarak yola çıkan rejim bölgede tümüyle yalnızlaşmış durumda. Hem bölgenin gerçekliğini hiçe sayan hem kendi çapının sınırlarını kabul etmeyen rejimin izlediği politika, bozgunculuk konusunda belli bir başarı sağlasa da, ilan edilen “büyük hedeflere” yaklaşamadı bile. Tersine, cihatçı çetelerin saray rejiminin kucağında kalması, Türkiye’nin sokaklarını “pimi çekilmiş bombalar”ın dolaştığı bir alana çevirdi. Sonuçta saray rejimi, emperyalistlerin bahşedeceği kırıntılara razı olmak zorunda kalacak.
Öncesi bir yana son on yılda izlenen dış politika, Suriye başta olmak üzere tüm bölge halklarına büyük zararlar verdi ve vermeye devam ediyor. Bu politikanın Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerine de ağır bir maliyeti oldu. Pandemi ile birlikte iyice ağırlaşan ekonomik-mali krizin faturası bölgedeki kirli savaşlara ayrılan bütçe ile daha da büyüyor. On milyonlarca emekçinin sefaleti derinleşiyor. Bu bedelin daha da ağırlaşmaması için işçi sınıfı ve emekçiler kirli gerici savaşlara ve saldırganlığa karşı durmalı, AKP-MHP iktidarına karşı mücadeleyi yükseltmelidir.