Pandemi koşulları; işsizlik, yoksullaşma, kamusal hizmetlerden yoksunluk, sosyal eşitsizlikler vb. gibi, gerisinde kapitalist sömürü düzeninin yer aldığı tüm sorunları görünür kılmakla kalmadı, her birini kendi içerisinde daha da derinleştirdi.
Bugün özellikle sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere erişim konusunda yaşanan sorunlar ve bu iki alanda ortaya çıkan kaos, tablonun en belirgin yanını oluşturuyor. Öyle ki, üretim birimlerinden yansıyan bir dizi sorun bir tarafa bırakılırsa, bugünün Türkiye’sinde en çok tartışılan iki konu var: Eğitim ve sağlık!
Bu iki alanda pandemi ile birlikte ayyuka çıkan iflasın gerisinde ise neo-liberal dönüşüm süreçleri yer alıyor: “Özellikle son kırk yıl, yani sistemin neo-liberalizmle belirlenen o karşı saldırı dönemi, akla gelebilecek hemen her şeyin, bu arada her türden kamusal hizmet ya da ihtiyacın piyasalaştırılması, böylece kârlı bir sömürü alanına dönüştürülmesi dönemi oldu. Bundan sağlık hizmetleri de payına düşeni fazlasıyla aldı. Neo-liberal saldırı toplum sağlığını kamusal bir sorun ve sorumluluk alanı olmaktan çıkardı, piyasanın aç gözlü insafına terk etti.” (Pandemi ve sosyalizm, www.tkip.org)
Tam da bu nedenle, piyasacı eğitim ve sağlık politikalarının tüm sonuçları bugün toplum yaşamında belirgin bir ağırlığa dönüşmüş durumda. Gerek bu hizmetlere ihtiyaç duyan geniş işçi ve emekçi yığınların gerekse bu alanlarda çalışan kesimlerin yaşadığı sorunlar yumağı pandemi ile birlikte yeni boyutlar kazandı. Öyle ki, salgın tedbirleri kapsamında en basit materyallerin (maske, dezenfektan vb.) dağıtımını bile organize edemeyen, tutarlı ve bilimsel temellere dayalı test çalışması yapamayan, uzaktan eğitimin daha ilk gününde fiyaskolar yaşayan ve yüz yüze eğitimde ne yapacağını bilemeyerek sorumluluğu öğrenci, veli ve eğitimcilerin omuzlarına bırakan bir sistem gerçekliği ile karşı karşıyayız.
Kamusal hizmet alanlarında yaşanan bu çöküntü toplumsal yaşamın en temel gündemi haline gelmiş bulunuyor. Çünkü sistem, evine ekmek götürme kaygısıyla ölümle burun buruna çalışan işçileri yaşamın bu alanlarında da kaderine terk etti. Bugün Covid-19 testi pozitif çıkan onlarca işçi hastane kapılarından geri çevriliyor. Daha vahimi, belirti gösterdiği halde test bile yapılmadan fabrikalara ya da evlerine gönderiliyor. Yine milyonlarca emekçi eğitim sisteminde yaşanan kaos nedeniyle çocuklarının yaşamı ve geleceği konusunda büyük tedirginlikler yaşıyor... Örnekler çoğaltılabilir.
Bu durum, işçi ve emekçilerin toplumsal sorunlara dönük ilgi ve tepkisinin artmasına yol açıyor. Zira bu sorunlar en çok onları vuruyor, yaşamlarına doğrudan etkide bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde metal işçilerinin Gebze’deki kimi fabrikalarda eğitim ve sağlık hakkı üzerinden gerçekleştirdiği eylemler, tepkileri ortaya koymak açısından sınırlı da olsa anlamlı örnekler oldu. Benzer gelişmelerin sınıfın diğer bölüklerinde, özellikle duyarlı ve görece ileri kesimlerinde de yaşanması muhtemeldir.
Bu nedenle, giderek derinleşen sosyal sorunları kapitalist sistemle bağlantısı içerisinde daha etkin bir politik çalışmanın konusu haline getirmek ayrı bir önem kazanıyor. Bu tür bir yoğunlaşma, hem sınıf içerisinde genel toplumsal sorunlara dönük ilgiyi arttıracak hem kapitalist sistemin çok yönlü teşhirine olanak sağlayacaktır. İkisi bir arada sınıfın bilincini güçlendiren sonuçlar yaratacaktır. Yine bu tür ortak sorun alanları, toplumun farklı duyarlı kesimleri ile işçi sınıfının birleşik mücadele zeminlerini de güçlendirecektir.
Elbette sınıf devrimcileri bu tür bir çabayı fabrika merkezli çalışmayla birlikte ele alacaklardır. Bu ise, bir yandan kriz-pandemi ikilisinin yoğunlaştırdığı sömürü, işsizlik, ağır çalışma koşulları gibi sınıfı çalışma yaşamı üzerinden kuşatan sorunlar üzerinden ve fabrikaları hedef alan sistemli bir çalışma yürütmek, öte yandan eğitim, sağlık vb. alanlarda yaşanan çöküşü daha genel planda yaygın bir faaliyetin konusu haline getirmek anlamına geliyor.
***
Sürecin bir diğer boyutunu ise, temel haklar üzerinden yükseltilmesi gereken mücadele oluşturuyor.
Ulaşılabilir, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti gelinen yerde geniş bir toplum kesimi için çok daha yakıcı bir hal almış durumdadır. Parasız, bilimsel, nitelikli, ulaşılabilir eğitim de bir diğer yakıcı sorun alanıdır. Sermaye düzeninin on yıllardır uyguladığı neo-liberal saldırı programlarıyla bu alanlardaki kazanımlar adım adım işçi ve emekçilerin ellerinden alınmıştır. Pandemi süreci ise bu gerçeği toplumun yüzüne döne döne çarpmaktadır.
Başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun ezilen ve sömürülen diğer kesimleri açısından “haklar” ve “gelecek” sorunu, denebilir ki hiçbir dönem bu denli yakıcı bir hal almamıştır. Zira bugün işçi ve emekçiler açısından hayatta kalabilmek bile, en temel hakları savunmak ve geri kazanmak için verilecek mücadelelerin seyrine bağlıdır.
Toplumun ezici bir kesimi bu gerçeği tüm acımasızlığıyla yaşamakta, sağlık, eğitim, ulaşım, barınma, beslenme vb. en temel insani ihtiyaçların nasıl piyasanın insafına terk edildiğini daha somut olarak görmektedir.
Geriye, bu en temel insani ihtiyaçların kamusal hizmet olarak karşılanması için “haklar ve gelecek” mücadelesini büyütmek kalıyor. İşçi ve emekçiler içerisinde bu bilinci geliştirmek, örgütlemek ve harekete geçirmek sorumluluğu ise elbette devrimci ve ilerici güçlerin omuzlarında duruyor.