“Kendimizden daha emin bir şekilde düşmanlarımıza hodri meydan diyoruz. Karada, denizde, havada karşımıza çıkacak herkes Türkiye’nin çıkarlarını koruma hususunda kararlılığını görecektir.” “Biz mücadeleden kaçmayız, biz bu mücadelede şehitler, gaziler vermekten çekinmeyiz.”
Açıkça savaş çığırtkanlığı yapan AKP şefi, emperyalistlerden umduğu desteği alamayınca hızla tornistan yapmak zorunda kaldı: “Hiçbir komplekse kapılmadan, samimi her çağrıya kulak vererek diplomasiye olabildiğince alan kazandırmak, sorunları diyalog yoluyla herkesin kazanabileceği bir çözüme kavuşturmak niyetindeyiz.”
Böylece dış politikadaki iflas tablosu daha da görünür hale geldi.
***
Doğu Akdeniz, Ağustos ayında önce Yunanistan, Fransa, Kıbrıs Cumhuriyeti ile BAE’nin ortak tatbikatına tanık oldu. Ardından Türkiye ile ABD’nin ortak askeri tatbikatı gerçekleştirildi. Son olarak ABD Yunanistan ile ortak tatbikat yaptı.
Bu gerilim sürerken Oruç Reis gemisini askeri denizaltılar eşliğinde Akdeniz’e süren AKP-MHP iktidarı, savaş çıktı çıkacak havası estirerek içerde milliyetçi hezeyanları körükledi.
“Mavi vatan” üzerine ekranlardan vaazlar veren saray beslemeleri, Yunanistan’ın silahlı kuvvetlerinin iki katıyız, biz savaştan korkacak bir millet değiliz vb., militarist söylemlerle, toplumu meşgul eden hayati sorunların üstünü örtmeye çalıştılar.
Ekonomik kriz içinde olan Yunanistan ise, on milyar Euro ödeyerek Fransa’dan satın aldığı 18 adet savaş uçağı, dört yeni firkateyn ve 15 bin askerle silahlı kuvvetleri güçlendirme kararını ilan etti. Silahlanma hamlesini, “Eğer barış istiyorsanız, her zaman savaşa daha iyi hazırlıklı olmalısınız” sözleriyle gerekçelendirerek, milliyetçi söylemleri tırmandırdı.
Her iki ülkenin gerici iktidarları, kendi sefil amaçları için komşu halkları karşı karşıya getirerek, gerçek sorunlarından uzaklaştırmaya çalıştılar.
Burjuva gericiliğin milliyetçilik zehiri…
Komşu ülkeler arasında zaman zaman alevlenen sınır, kıta sahanlığı anlaşmazlığı, tarihsel haksızlıklar veya suçlar gibi “sorunlar” kapitalist sistem içerisinde nihai bir çözüme bağlanamıyor, bağlanamaz. İnsanlığa karşı bir suç makinesine dönüşen kapitalist sistem, sorunları çözemediği gibi sürekli yenilerini üretiyor. Uykuya yatırılan sorunlar ihtiyaç duyulduğunda piyasaya sürülüyor. Amaçlanan, komşu halkların ufkunu milliyetçilikle karartıp birbirine düşmanlaştırmak.
AKP-MHP rejiminin izlediği politika ise çok daha rezil. Ekonomik kriz derinleşiyor, Türk parası değer kaybediyor, işsizlik artıyor, kontrolden çıkan pandemi hızla yayılıyor. Tüm bu sorunlar emekçilerin sırtındaki yükleri günden güne ağırlaştırıyor. Krizler içinde debelenen AKP-MHP iktidarı emekçilerin öfkesinin patlamasından korktukça, içeride saldırganlığa, dışarıda savaş çığırtkanlığına sarılıyor. Tehditler savuruyor. Libya’da uydurma destanlar yazıyor. Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan gerginlikleri istismar ediyor. “Mavi vatan” safsatasıyla kitlelerin gözünü boyamaya çalışıyor.
“Diplomasiye şans verme” seçeneği
Kıbrıs’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, KKTC Cumhurbaşkanı ile görüşmedi ve “Türkiye’nin bölgedeki eylemleri bizi derinden endişelendiriyor” açıklamasını yaptı. Ardından Avrupa Konseyi, Libya’ya yönelik silah ambargosuna uyulması için çağrı yaptı. AB ise, “Türkiye’nin mevcut dış politikasının ve attığı adımların Suriye dahil bölgedeki istikrara olumsuz etki yaptığını” açıkladı. Eylül sonunda Doğu Akdeniz gerilimini konuşmak üzere düzenlenecek Avrupa Konseyi toplantısında “daha fazla yaptırım getirilebilir” diye uyardı. “Daha fazla yaptırım sadece diyalogla önlenebilir’’ ültimatomunu da verince, saray rejimi “diplomasiye şans verme” seçeneğini hatırlamak zorunda kaldı.
“Bölgesel güç” olma hayalleri ve gerçekler
2013 yılında, Suriye ve Libya’nın dağıtılmasının ilk aşamalarında, “Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi” (CSIS) adlı “düşünce” kuruluşu, Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervleriyle ilgili çatışmaların seyrine dair şunları söylüyordu:
“Doğu Akdeniz’in petrol ve doğalgaz kaynakları, dünyanın jeopolitik açıdan en karmaşık bölgelerinden birinin kalbinde yer almaktadır. İsrail-Filistin çatışması, İsrail ile Lübnan arasındaki gerilimler, Kıbrıs üzerinde donmuş çatışma ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan arasındaki zorlu ilişkiler; bunların hepsi Doğu Akdeniz’den enerji edinme ve satma çabalarını karmaşıklaştırıyor. Suriye iç savaşı, duruma yeni bir ekonomik ve jeopolitik belirsizlik kaynağı kattı ve arka planda, Doğu Akdeniz’deki kârlı enerji işine girmek ve Avrupa pazarları için başlıca petrol ve doğalgaz tedarikçisi konumunu sürdürmek isteyen Rusya duruyor.”
Sermaye devleti, emperyalist güçler arası çatışmaların yarattığı boşluklardan yararlanarak “bölgesel güç” olma hayalleri kuruyordu. Ancak çatışma sertleştikçe, oyunu sürdürmek için gerekli güç ve kapasiteden yoksun olduğu ortaya çıktı.
Girdiği her cepheden yenilgiyle çıkan saray rejimi, son olarak Türk-Yunan düşmanlığına sarılarak diğer düzen partilerini de peşine taktı. AKP-MHP ikilisi bu “milli mutabakat”a dayanarak yaşadıkları hezimetin üzerini örtmeye çalışıyor. Ancak, saray rejiminin bekası için her yolu mubah saysalar da, bu çabaları boşunadır. Artık hiçbir manevra, dinci-faşist iktidarın emekçiler nezdindeki imajını düzeltemez.