Sermaye iktidarının yayılmacılık histerisi şiddetleniyor

Ülke ekonomik krizdeyken, pandemi süreci başladı. Pandemiye karşı önlem almak yerine Suriye topraklarını işgal etmekle uğraşan saray rejimi, krizin daha da derinleşmesine zemin hazırladı. İşsizlerin sayısı on milyonlarla ifade edilirken, emekçilerin sefaleti derinleşirken ‘üç cephede savaş’ politikası daha da histerik bir hal aldı. İktidar, zaten kısıtlı olan ülke kaynaklarını savaşa, işgale harcıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Haziran 2020
  • 22:15

Sermaye düzeninin dümenindeki AKP-MHP rejiminin yayılmacı-saldırgan politikası şiddetleniyor. Halihazırda Libya’ya yapılan askeri yığınaklar, savaşa fiilen katılım, ateşkes girişimlerini baltalama, yeni askeri üsler kurma gibi icraatları öne çıkıyor. Bununla birlikte yayılmacılığın ikinci cephesi Suriye’de, üçüncü cephesi ise Irak’ta aktif durumdadır.  

Etkisiz bazı cılız eleştiriler bir kenara bırakılırsa, düzen muhalefetinin bu politikaya pek bir itirazı olmuyor. Düzen güçlerinin yayılmacılık konusunda mutabık olmaları, bu politikanın kapitalist sınıfların çıkarlarına hizmet etmesinden kaynaklanıyor. Yayılmacılık saray rejimine saldırmak için birçok fırsat sağlarken, muhalefetin bunu değerlendirmekten uzak durması da bundandır. Zira sermaye sınıfının çıkarları, düzen muhalefetinin rejime yönelteceği eleştirilerin sınırlarını da belirliyor.  

“Trablus çıkarması”

AKP-MHP rejimi, hafta başında ilan edilmeyen bir ‘Libya çıkarması’ yaptı. Dışişleri Bakanı, MİT şefi, Milli Savunma Bakanı, sarayın üst düzey yamakları dahil kalabalık bir heyet Trablus’a gitti. Ziyaret, NATO bombardımanıyla devrilip öldürülen Kaddafi’nin de memleketi olan Sirte’yi işgal etmek için başlatılan saldırının ardından gerçekleştirildi. Kalabalık bir heyetle gerçekleştirilen ‘Trablus çıkarması’, Libya’nın yağmalanması için yapılan kirli pazarlıkların kritik bir aşamaya geldiğine işaret ediyor. 

İhvancı (Müslüman Kardeşler) kukla hükümetin şefi Fayiz es-Serrac’la AKP rejiminin heyeti arasında yapılan görüşmelerden yansıyan haberler, Libya’da kalıcı işgal planları yapıldığını ortaya koyuyor. Bu kapsamda saray rejiminin Libya topraklarında iki askeri üs kurmaya hazırlandığı söyleniyor. Bu amaca ulaşmaları için Libya’nın bölünmesi gerekiyor. Ya da Libya’yı bölmek için böyle bir maceraya girişiyorlar. Oysa Libya’da çatışan güçlerin saray rejiminin bu hamlesine seyirci kalmaları mümkün değil. Bu da ‘zafer’ havalarına giren rejimin bataklığa saplanma ihtimalini güçlendiriyor. 

Yayılmacılık histerisine kapılan rejim için Libya iştah kabartıyor. Zira Libya, hem zengin enerji kaynakları hem yeniden inşa ihaleleri hem de yayılmacılığı Afrika’nın derinliklerine taşıma hevesleri için uygun bir alandır. Tüm bunlar Libya halkı için bir kabus olsa da bu ‘fırsatlar’ Ankara’daki rejimin Libya’ya ‘özel bir misyon’ biçmesine neden oluyor. Kukla hükümeti korumak için savaşa dahil olmalarının ‘sırrı’ da burada saklı. 

ABD ile suç ortaklığı

Dinci-faşist rejiminin işgalci-ilhakçı hevesleri yeni değil elbette. 2011’de “Şam’daki Emevi camisinde namaz kılacağız” vaazları, tarih mezarlığındaki Osmanlı’yı hortlatma heveslerini anlatıyordu. Lakin Suriye kolay bir lokma değildi. Rezil hevesleri Şam’da gömülünce, Afrin-İdlib hattını işgal ederek ilhak planları kurmaya başladılar. Bu heveslerin de kursaklarında kalma ihtimali yüksek. Zira Rusya ile kurdukları ilişkilere dayanarak bu bölgeleri işgal etmelerine göz yumulsa da ilhaka vize verilmiş değil. 

AKP-MHP rejiminin İdlib politikası ABD-İsrail cephesi tarafından takdir ediliyor. Çünkü cihatçı çetelerle bir El Kaide devletçiği kurma çabaları, Suriye’de savaşın bitmesine engel oluyor. Bu hevesler ne Rusya ne Suriye için bir sır. Herkes saray rejiminin ilhakçı heveslerinin farkındadır. İşgal edilen Suriye kentlerinde ilhak için pek çok adım atılsa da bunun kalıcı olma ihtimali halen düşüktür. 

İdlib’de durum belirsizliğini korurken, Trablus’taki kukla Serrac hükümeti düşmek üzereydi. Tam bu noktada Trump, Libya savaşına doğrudan katılmaları için Ankara’daki işbirlikçilerine yeşil ışık yaktı. Hemen ardından NATO şefi de saray rejimine alenen gaz veren bir açıklama yaptı. Efendilerin yeşil ışığı saray rejiminin şeflerini iyice azdırdı. Yükselen itirazlara aldırmadan hem cihatçıları Libya’ya transfer ettiler hem kukla hükümeti silahlandırdılar hem Türk ordusunu cepheye sürdüler. Tüm bunlar yetmedi, yeni kentleri işgal etmek için saldırılar düzenleniyor. Askeri üsler kurmak için hazırlıklar da yapılıyor. 

Emperyalist efendilerinin yeşil ışığıyla azgınlaşan saray rejimi, Güney Kürdistan topraklarını da bombalamaya başladı. Güney Kürdistan topraklarında bulunan PKK’ye karşı hem havadan hem karadan saldırı başlatan rejim, bölge halklarının başına musallat olan bir belaya dönüşmüş durumda. Üç koldan savaşa odaklanan AKP-MHP rejimi zafer kazanmasa da ABD-İsrail cephesinin çıkarlarına önemli hizmetlerde bulunuyor. 

Faturası emekçilere

Ülke ekonomik krizdeyken, pandemi süreci başladı. Pandemiye karşı önlem almak yerine Suriye topraklarını işgal etmekle uğraşan saray rejimi, krizin daha da derinleşmesine zemin hazırladı. İşsizlerin sayısı on milyonlarla ifade edilirken, emekçilerin sefaleti derinleşirken ‘üç cephede savaş’ politikası daha da histerik bir hal aldı. İktidar, zaten kısıtlı olan ülke kaynaklarını savaşa, işgale harcıyor. 

Saraylarda sefahat sürenler için elbette ‘tasarruf’ diye bir yaklaşım yok. Halen lüks, şatafat ve sefahat içinde yüzüyorlar. Oysa emekçiler için durum tam tersidir. On milyonlar, insanca yaşamanın asgari imkanlarından bile yoksun. Durum düzelmek bir yana, daha vahim bir hal alıyor. Derinleşen kriz hayatı zorlaştırırken, zaten sınırlı olan kaynaklar da yayılmacılık için harcanıyor. 

Rejimin izlediği dış politika burjuvazinin işine yarıyor. Buna dayanarak kendi ömrünü uzatmayı da hesaplıyor saray rejimi. Bu pervasızlığın bedelini ödeyen emekçiler savaşa, yayılmacılığa, ilhaka karşı direnmeliler. Zira bu böyle devam ettiği sürece emekçilerin ödedikleri faturalar kabarmaya devam edecek.