Değerli yoldaşlar, dostlar,
Hepinizin yakından tanıdığı Veysel Akgül yoldaşı bundan tam bir yıl önce sonsuzluğa uğurladık. Onun beklenmeyen erken gidişi hepimizi derinden üzdü. Aradan geçen bir yılda gittiğimiz her eylem ve etkinlikte, yürüdüğümüz sokaklarda, dost sohbetlerinde hep onu andık, onun eksikliğini hissettik. Çünkü Veysel yoldaşın buradaki her faaliyette emeği vardı.
Onun erken gidişine sadece üzgün değiliz, ondan da çok öfkeliyiz. Zira yoldaşımızın ölümü asla normal bir ölüm değil. Bu sistemde normal bir hayat sürdüremeyen işçilerin ve emekçilerin ölümlerinin normal olması da beklenemez elbette. Dünyada ve Almanya’da her gün ve her saat, sayısız işçi iş kazalarından, tedavisizlikten veya sistemin ürünü hastalıklardan hayatını kaybetmektedir.
İki yıldan bu yana hayatlarımızı kabusa çeviren korona pandemisinde dünya çapında on milyonlarca işçi ve emekçi hayatını kaybetti. Başlarda hastalığın herkesi aynı derecede etkilediği söyleniyordu. Bu doğru değildir. Sistemin almadığı önlemlerden dolayı pandemi tam bir emekçi hastalığına dönüştü. İşçiler, sömürü çarkları dönmeye devam etsin diye, göstermelik önlemlerle çalışmaya zorlandılar. Yaklaşık 30 yıl Deutsche Bahn’da çalışan yoldaşımız, milyonlarca sınıf kardeşi gibi, pandemi döneminde çalışmaya zorlanan işçilerden biriydi. Yüksek tansiyon dışında ciddi bir hastalığı olmayan Veysel yoldaş, virüsün bulaştığı ilk günlerden itibaren ağır semptomlarla yüz yüze kaldı. Yoldaşımız bir ayı aşkın hastalıkla cebelleşti. Ayağa kalkmak için sergilediği yoğun çaba ve dirence rağmen hızla ilerleyen hastalık, kısa sürede yoldaşımızın yaşamına mal oldu.
Veysel yoldaş ve onun gibi milyonlarca emekçinin katili insanlık dışı kapitalist sistemden başkası değildir. Kar ve sömürü için insan sağlığını hiçe sayan kapitalistler sadece emekçileri öldürmekle kalmadılar, pandemiyi geride kalanlara karşı da tam bir fırsata çevirdiler. Onlar karlarına kar katarken, emekçiler ise işsizliğin, yoksulluğun, yoğun sömürünün ve sefaletin kucağına itildiler. İşte biz bu insanlık dışı ve aynı zamanda emekçi düşmanı sisteme öfkeliyiz, öfkeli olmalıyız.
Veysel Akgül yoldaş 1961 yılında Maraş-Elbistan’da, Kürt-Alevi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İlkokulu Elbistan’da, ortaokulu ise Malatya-Doğanşehir’de akrabalarının yanında okudu. Maddi olanaksızlıklardan dolayı liseye devam edemedi. Daha ilk gençlik yıllarında devrimci düşüncelerle tanıştı ve TKP/ML Hareketi saflarına katıldı. 12 Eylül faşizmi yıllarında devrimci faaliyetlerinden dolayı gözaltılar yaşadı, haftaları bulan ağır işkenceli sorgulardan geçti. 6 yılı aşkın bir süre değişik cezaevlerinde hapis yattı. Ailesi de bu baskılardan nasibini aldı. Babası da kendisi gibi işkencelerden geçirildi ve yıllarca hapis yattı.
Veysel Akgül yoldaş 1988 yılında yurtdışına çıktı. Devrimci faaliyetlerine yurtdışında da devam etti. Bir süre eski örgütünde mücadele yürüttükten sonra, ‘90’lı yılların ortalarından itibaren tercihini sınıf devrimciliğinden yana yaparak, EKİM saflarında yer aldı. Veysel yoldaş, o tarihten bu yana, yaklaşık 25 yıldır, TKİP saflarında örgütlü bir devrimci olarak mücadele ediyordu. Partisine büyük bir bağlılık, ideolojik çizgisine büyük bir güven duyan, neredeyse bütün bir yaşamı devrimci mücadele saflarında geçen emektar bir devrimci, devrimci bir işçiydi.
Veysel yoldaş okumaya ve araştırmaya ilgi duyan birisiydi. Komünistlerin 12 Eylül yenilgisinin ardından küçük-burjuva devrimciliğinden koparak, proleter sınıf devrimciliği temelinde ortaya koydukları ideolojik, politik ve örgütsel platformları onun da dikkatinden kaçmamıştı. Ne var ki, yurtdışında büyük bir umut ve heyecanla yer aldığı politik ortamda başlangıçta proleter sınıf devrimciliği çizgisiyle buluşamadı. Zira bu dönem, komünistlerin mücadele sahnesine yeni çıktıkları, son derece sınırlı güç ve olanaklarla yeni bir çizgi, yeni bir örgüt ve yeni bir gelenek oluşturmanın sancıları yaşadıkları bir dönemdi. Bu tabloyu, Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından dünyada ve Türkiye’de devrimci hareket saflarında ideolojik, politik ve örgütsel dağılma ile karakterize olan bir tasfiyecilik dalgası tamamlıyordu.
Veysel yoldaş, partimizin “zor dönem” olarak tanımladığı, dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de sayısız insanın devrimci safları terk ettikleri bir dönemde, zaman zaman moral zayıflama yaşasa da, hep devrimci kalmayı başarmış biridir. Yaşadığı Frankfurt’ta, ön plandaki bazı insanlar geriye düşerlerken, Veysel yoldaş her zaman örgütlü ve ilkeli devrimciliği savunmuş, bunda ısrar etmiş ve ayakta kalmayı başarmıştır. Bulunduğu bölgede hep en ileri sorumluluklar almaya çalışarak, bayrağı yere düşürmemiştir. Frankfurt’ta örgütsel sürekliliğin sağlanmasında onun tartışmasız çok özel bir rolü vardır. Sınırlı maddi olanaklarına rağmen, uzun yıllar boyunca mücadeleyi maddi açıdan da fedakarca desteklemekten geri durmayan bir yoldaşımızdı.
Veysel yoldaş örgütlü devrimciliğe hep özel bir vurgu yapardı. Bir devrimciyi devrimci yapan asıl şeyin örgütlü kimlik olduğunun bilincindeydi. Örgütlü yaşamdan kopan ve safları terk edenlere karşı mesafeliydi. “Örgütlü olmayan bir devrimci savrulur” sözünü sık sık tekrarlardı. 40 yıla yaklaşan örgütlü devrimci yaşamı, onun bu konudaki ısrar ve samimiyetinin kanıtıdır. Örgütlü yaşamı bozan her türlü anlayışa karşı tavrı da bu hassasiyetinden bağımsız değildir. İnsanları sınıfsal konumları ve politik duruşları üzerinden değerlendiren Veysel yoldaş, “hemşehricilik”, “mezhepçilik” gibi sınıf dışı liberal tutumları mahkûm eden bir yoldaştı.
Yoldaşımızın özel bir duyarlılık gösterdiği alanlardan bir de kadın sorunu idi. Eşiyle eşit ilişki kurma konusunda örnek duruşa sahip devrimcilerden biriydi. Yoldaşın evlilik ilişkisi, günümüzde seyrek görülen örnek bir ilişkiydi.
Veysel yoldaş iki çocuk babasıydı. Çocuklarının devrimci olmasını içtenlikle istiyordu. Daha küçük yaşlarda gençlik kamplarına göndererek, kültür-sanat çalışmalarına katmaya çalışarak onlara devrimci kimlik kazandırmak için çok çaba gösterdi. Onun hedeflediği düzeyde olmasa da bugün çocuklarının politik bir duruşa sahip olmaları bu çabanın ürünüdür.
Çocuklara karşı büyük bir duyarlılığa sahipti ve onlarla çok iyi ilişki kurardı. Bunun gerisinde, kültür ve sanata özel bir ilgi duyan “sanatçı” kişiliğinin önemli bir payı vardır. Nazım Hikmet’in çoğu şiirini ezbere bilirdi. Kendisinin de bazı şiir denemeleri vardı. Kültür-sanatın önemli bir mücadele aracı olduğunun bilinciyle, bulunduğu bölgede şiir, tiyatro gibi kültürel faaliyetlerin örgütlenmesine öncülük etti. Başta Nazım Hikmet’i anma etkinliklerinin düzenlenmesi olmak üzere, Frankfurt’ta yapılan her etkinlikte onun büyük bir emeği vardır.
Veysel yoldaşın mütevazi ve sade görüntüsünün altında kendine özgü bir derinlik, deneyim ve bilgelik vardı. Çevresinde sevilen, dürüst, güvenilir, emekçi, evi herkese açık olan yardımsever bir devrimciydi. Ölümünün ardından, devrimci çevrelerden ve emekçilerden arayan, üzüntülerini belirten, pandemiye rağmen cenaze törenine katılmak isteyen çok sayıda kişinin olması, onun doğru bir yerde durduğunun ve onurlu bir yaşam sürdüğünün kanıtıdır.
Sınıf bilinçli bir işçi olarak bu insanlık dışı sisteme karşı büyük bir öfke ve kararlılıkla mücadele eden yoldaşımızın bünyesi salgın karşısında yenik düştü. Bunun gerisinde geçmişte gördüğü işkence ve zindanların da rolü olduğuna kuşku duymuyoruz.
Değerli dostlar, yoldaşlar
Veysel Akgül yoldaş bir işçi ve devrimciydi. Bizlere devrimci bir miras bıraktı. Bu mirası sürdürmek ve ileriye taşımak bizlere düşmektedir. Bu yüzden de onun anısını yaşatmak demek, bu mücadeleyi büyütmek demektir. Bu, biz işçi ve emekçiler için bir gereklilikten öte, bir zorunluluktur artık.
Bir sömürü ve baskı sistemi olan kapitalist sistem kriz üzerine kriz üretiyor. Korona pandemisi var olan krizi daha da derinleştirdi. Dünyada ve Almanya’da eşitsizlik, gelir uçurumu, yoksulluk ve sefalet tarihte hiç olmadığı kadar artmış bulunuyor. Sözüm ona hala “sosyal adaletin ve refahın” kalesi olarak nitelenen Almanya’da 13,5 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Üst üste gelen zamlar ve artan hayat pahalılığı emekçileri gün geçtikçe daha fazla yoksulluğa itiyor.Buradan giderek dünyanın geri kalanın ne halde olduğunu anlayabiliriz. Nazım Hikmet’in deyimiyle “büyük insanlığın” yani emekçilerin büyük bir kısmı dünyada derin bir sefalet ve hatta açlık içinde yaşamaktadır.
Buna rağmen kapitalistler, pandemi koşullarında bile toplumsal kaynakları savaşa, silaha ve militarizme aktarmaya devam ediyorlar. Tüm dünyada silahlanmaya ayrılan para 2 trilyon doları bulmaktadır. Diğer her şey bir yana, sırf bu miktar bile, dünyadaki yoksulluğu ve açlığı bitirmeye fazlasıyla yetmektedir. Bunun önündeki tek engel kapitalist sermaye düzenidir. Bu da kapitalist sistemin nasıl bir insanlık dışı barbarlık düzeni olduğunu anlatmaya yetmektedir.
Kapitalizmin ekonomik, siyasal ve sosyal krizlerine günümüzde bir de iklim krizi eklenmiştir. Yarattığı diğer sorunlar bir yana, sırf iklim krizi bile tek başına insan soyunun ve gezegendeki tüm canlı yaşamın tehlike altında olduğunu kanıtlamaya fazlasıyla yetmektedir.
Kısacası kapitalist sistem tıkanmış ve yolun sonuna gelmiştir. İnsanlığa karanlıktan, sömürüden, savaştan, ırkçılıktan, sefaletten ve açlık başka sunabileceği bir gelecek yoktur. Yaşadığı her gün insanlığı ve doğayı yıkıma uğratmaya devam etmektedir.
Değerli dostlar,
Kapitalizmin karanlığından kurtulmanın tek bir gerçek yolu vardır. O da devrim ve sosyalizmin yoludur. Kapitalizmin tek gerçek alternatifi sosyalizmdir. Tarih de, bilim de, teori de bunu yeterli açıklıkta kanıtlamıştır. Ne var ki, bunun kendiliğinden olmayacağı da yeterince açıktır. İşçi ve emekçilerin fiili ve meşru mücadelesi bu yolu yeniden açacaktır, bundan kuşku duymuyoruz. Dünyanın dört bir yanında işçi ve emekçiler ile ezilen halkların kapitalist barbarlığa karşı ortaya koydukları direnişler, grevler, isyanlar, ayaklanmalar bunun somut kanıtları durumundadır. Yani dünya halkları saldırıları hiç de uysalca kabul etmiyorlar.
Fakat tarihin bize verdiği ve unutmamamız gereken bir ders daha var. Kendiliğinden kitle hareketleri ne derece güçlü olurlarsa olsunlar, öncü devrimci partiler olmadan başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Tarih ve günümüz dünyası bunun zengin örnekleriyle doludur. İşte bu yüzden de sadece mücadele vermek yetmez, tayin edici olan örgütlü-devrimci mücadeledir. Yani devrimci mücadelede “devrimci örgüt yaşamsaldır.” Veysel yoldaşımızın en üstün yanlarından biri de buydu. O her türlü, liberal, reformist ve legalist savrulmaya karşı, hep devrimci, ihtilalci ve örgütlü bir mücadeleden yana oldu.
Bu vesileyle bir kez daha sizlere ve tüm emekçilere, devrimci-örgütlü mücadeleyi daha fazla desteklemeye ve devrimci alternatifi güçlendirmeye çağırıyoruz. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin Türkiye coğrafyasındaki devrimci öncüsü olan partimiz TKİP’yi her yerde, daha ileriden sahiplenmeye, ona güç vermeye ve onu güçlendirmeye çağırıyoruz. Hem sınıf çıkarlarımız, hem geleceğimiz ve hem de bu mücadelede yitirdiklerimizin devrimci anılarına bağlılığın asıl gereği budur.
Son olarak diyeceğimiz şudur: sevgili yoldaş, gözün arkada kalmasın! Verdiğin emekler boşa gitmeyecek. Partin, yoldaşların, sevgili eşin ve çocukların, tüm yaşamın boyunca inançla, ısrarla, sabırla ve emekle taşıdığın kızıl bayrağı yere düşürmeyecekler. Senin de ölümüne sebep olan bu sömürü ve zulüm düzeni eninde sonunda tarihe gömülecek. “Aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen ellerimiz” kızıl bayrağı sömürünün ve zulmün burçlarına mutlaka dikecek. Dünyanın dört bir yanında sömürüye, zulme ve açlığa karşı mücadelenin yolunu tutan milyonlarca işçi, emekçi ve yoksul bunun müjdesini şimdiden veriyor bize.
Onu erken yitirmenin derin acısını ve öfkesini taşıyoruz. İşçi sınıfı ve devrimci hareket onun şahsında değerli bir neferini kaybetti. O, devrimci bir işçi ve örgütlü bir devrimci olarak, devrim ve sosyalizm davasına hep içtenlikle bağlı kaldı ve başı dik olarak yaşadı. Bize bıraktığı bu onurlu mirası devrim ve sosyalizm mücadelemizde yaşatacak, onu asla unutmayacağız.
Anısı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyoruz.
Veysel Akgül yoldaş ölümsüzdür!
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
TKİP Yurtdışı Örgütü