Veysel Akgül yoldaşın üçüncü ölüm yıldönümünde yapılan anma etkinliğinde TKİP YDÖ’nün konuşmasını yayınlıyoruz…
Sevgili yoldaşlar, değerli dostlar,
Bir çoğunuzun şahsen de tanıdığı Veysel Akgül yoldaşı, erken bir yaşta, 59’unda yitirdik. Onu sonsuzluğa uğurlamamızın 3. yıldönümünde anmak için toplanmış bulunuyoruz. Böyle bir günde bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederiz. Sizleri TKİP Yurtdışı Örgütü adına devrimci duylarla selamlıyorum…
Değerli dostlar, Veysel Akgül yoldaşı 2019 yılında, tüm dünyayı neredeyse iki yıl boyunca kasıp kavuran ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan Covid-19 pandemisinde kaybettik.
İşçi sınıfının şairi Nazım Hikmet, “ölüme dair” adlı şiirinde, “bir eski acem şairi: ‘ölüm adildir’ diyor, aynı haşmetle vurur şahı fakiri” diyerek, buna itiraz ediyor. Ve devamında, “Biliyorum, ölümünün adil olması için, hayatın adil olması lazım!” diye ekliyor.
Pandemi için de aynı şey söylenmedi mi? Herkesi eşit vurduğu propaganda edilmedi mi? Oysa hiçbir toplumsal olay yoktur ki, tüm sınıflardan insanları aynı oranda etkilesin. Yaşam gibi, ölümün de eşit olmadığına, pandemi zamanı hepimiz bizzat yaşayarak tanık olmadık mı?
Pandemide büyük burjuvalar korunaklı sığınaklarına çekilirken, hayatın devamını sağlayanlar, dünyanın her yerinde işçi ve emekçiler oldu. İşçi sınıfının toplumda tuttuğu benzersiz yer, bu vesileyle bir kez daha tescil edildi.
Veysel yoldaş da pandemi günlerinde bile çalışmak zorunda olan bir işçi olmasaydı, belki de hala aramızda olacaktı. Veysel Akgül ve aynı sebepten dolayı yaşamını yitiren milyonlarca işçi ve emekçinin katili, insanlık dışı bu kapitalist sistemdir. Bu yüzden üzüntümüzle birlikte, öfkemiz ve hesap sorma bilincimiz hiç eksilmeyecek, hep sürecektir.
Veysel Akgül yoldaş, çok genç yaşlarda devrimci mücadeleye katıldı ve ömrünün sonuna kadar da farklı konumlarda örgütlü bir devrimci olma çabası içinde oldu. Sık sık dile getirdiği “örgütlü olmayan savrulur” sözüne sadık kalarak, örgütlü devrimcilikte ısrar gösteren devrimci bir işçiydi o.
O, bu düzeni, sırf devrimci olduğundan değil, aynı zamanda bir işçi olduğu için, yaşamından da tanıyordu. Yaklaşık 30 yıl boyunca çalıştığı Frankfurt Bahnhof’u bunun için ayrıca elverişli bir ortamdı. Birçoğunuzun bildiği Frankfurt Bahnhof’unda bir gün geçiriniz, bu düzenin adeta fragmanını izlemiş gibi olursunuz. Oraya adım atar atmaz, ilkönce sağda solda dilenen, kadınlı erkekli çok sayıda insan görürsünüz. Sonra yine köşede bucakta yatan onlarca evsiz insana tanık olursunuz. Şehre açılan ana kapısından dışarıya doğru ilerledikçe, uyuşturucu ve alkol müptelası, kendinden geçmiş ve çoğu genç onlarca ve hatta yüzlerce insan çıkar karşınıza. Biraz daha ilerlediğinizde, bu sistemin en iğrenç yüzüne, beyaz kadın ticaretine tanık olursunuz. Yüzlerce ve binlerce genç kadın, sırf yaşama tutunabilmek ve ayakta kalabilmek için bedenlerini satmaktadır bu bataklıklarda. Bu perişanlığın ve bataklıkların hemen yanı başında ise, bambaşka bir dünya, lüks oteller, restoranlar ve bürolar, bankalara ait gökdelenler, yani burjuvazinin en şatafatlı yanı yükseliyor. Daha ötelerde, şehrin dışına doğru ise, tüm Avrupa’nın zenginliğinin aktığı Avrupa Merkez Bankası, ihtişamlı eğik binasıyla durur karşınızda.
İşte bu manzara, kapitalizmin eşitsizliğinin, çifte standardının, adaletsizliğinin ve insanı aşağılamasının kısa bir özetidir. Veysel yoldaş yaklaşık 30 yıl boyunca, hemen her gün bu manzaraya tanık olarak çalıştı. Onun öfkesinin bilenmesinde ve bilincinin diri kalmasında bu koşulların önemli bir etkisi vardı.
Değerli dostlar, kapitalizm bir krizler düzenidir. Bunun bir yansıması ve ürünü olan emperyalist nüfuz kavgası, gelinen yerde o derece keskinleşmiştir ki, artık savaşsız geçen bir yıl yoktur. İkinci yılına girmekte olan Ukrayna savaşı ile sürmekte olan Filistin’deki katliam ve soykırım bunun son halkalarıdır. Hegemonyası sarsılan ve geri dönülmez bir şekilde gerileyen ABD ve diğer ortakları, bunu yeniden tesis etmek için savaş ve saldırganlıkta sınır tanımıyorlar. Bu savaş ve saldırganlık politikası aynı zamanda görülmemiş bir hızla silahlanma ve militarizmi körüklüyor.
Alman emperyalizminin bu militarist yarışa nasıl koşar adımlarla katıldığını hepimiz yaşayarak görüyoruz. Emekçilerden kesilerek savaşa, silaha ve orduya dev bütçeler ayrılıyor. Alman emperyalizminin yöneticileri ve generalleri savaşa hazırlanmamızı ve buna alışmamızı salık veriyorlar. Nerede bir savaş varsa Almanya’nın onda doğrudan parmağı var.
Emperyalist kirli savaşların tüm insani ve maddi bedelini ise emekçi halklar ödüyor. Kirli çıkarları için dün Yugoslavya’yı yakıp yıkarak, halkları birbirine kırdıranlar, sonra bunu Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Yemen’de tekrarladılar. Bugün ise aynısını Ukrayna ve Filistin’de sürdürüyorlar.
Başta ABD olmak üzere, batılı emperyalist çıkarların Ortadoğu’daki has temsilcisi olan Siyonist İsrail, tüm dünyanın gözleri önünde Filistin’i yakıp yıkıyor. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 20 bine yakın insan hunharca katledildi. Hala da sürmekte olan ve soykırıma varan bu katliamlarla Filistin halkı ülkesini terk etmeye zorlanıyor. Başta ABD, İngiltere, Almanya olmak üzere Batılı emperyalistler blok olarak Siyonist İsrail’in katliamlarının arkasında duruyorlar. Türkiye de dahil emperyalistlerin bölgedeki taşeronları olan tüm Müslüman-Arap rejimleri ise ikiyüzlü bir politikayla, bu insan kırımını izliyor ve onaylıyorlar. Filistin’in gerçek dostunun, dünyanın emekçi halkları olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Değerli dostlar, günümüzün en acil ve en önemli sorunlarından biri olan emperyalist savaş, saldırganlık ve silahlanma yarışı eğer durdurulamazsa, bunun bir üçüncü dünya savaşına yol açması kaçınılmazdır. Ve insanlığa dayatılan barbarlık hiç de bundan ibaret değildir. Kapitalizmin kötülüklerine, iklim krizi ile kitlesel göçler gibi çok önemli başka olgular da eklenmiştir. İklim krizinin yol açtığı aşırı doğa olayları, kuraklık ve kıtlık kitlesel göçlere; kitlesel göçler ise özellikle batı toplumlarında ırkçı hareketlerin yükselmesine yol açıyor. Emperyalist merkezler, artan göç olgusunu, ırkçılığı azdırmanın ve sisteme yönelen tepkileri maniple etmenin aracına çeviriyorlar. Bugün sözüm ona “burjuva demokrasisinin” ve “insan haklarının” kalesi sayılan AB ülkelerinin hemen tümünde ırkçı-faşist hareketlerin iktidara gelecek düzeyde güçlenmesinin asıl sebeplerinden biri de savaşın yanı sıra, kitlesel göçlerdir.
Gelinen yerde kapitalizmin insanlığa savaş, doğanın yıkımı, yoksulluk, ırkçılık, kültürel yozlaşma, baskı ve faşizmden başka verebileceği bir şey kalmamıştır. Burjuvazi, sistemin yarattığı bütün bu sorunları izlenen yanlış politikalara ve kötü politikacılara bağlıyor. Oysa bunlar bu sistemin genlerinde ve özünde vardır. Bu düzen durduğu müddetçe bu melanetleri üretmeye de devam edecektir.
Emperyalist barbarlığı durduracak yegane güç ise tüm dünyada başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi halkların örgütlü mücadelesi ve direnişidir. Dünya halkları ve emekçileri karşı karşıya kaldıkları bütün bu sorunlara karşı hiç de sessiz kalmıyorlar elbette. Kolombiya’dan Arjantin’e, Peru’ya, Yunanistan’dan Fransa’ya, Srilanka’dan Bangladeş’e, İran’dan Kazakistan’a ve Kürdistan’a kadar, dünyanın dört bir yanında, bazen ayları bulan halk isyanları, ayaklanmalar ve grevlerle tepkilerini ortaya koyuyorlar. Çözüm işte bu mücadeleler içerisinde çıkacaktır. Ne var ki, kitlelerin kendiliğinden tepkileri bir yerden sonra geri çekilme akıbetinden kurtulamıyorlar. Doğru devrimci bir teori ile donanmış, devrimci pratiğin ateşinde pişmiş ve sınanmış, geleceği temsil eden devrimci öncü partiler olmadan, emekçi kitle hareketlerinin sonuca varmaları, düzeni aşmaları ve bir toplumsal devrimle sonuçlanmaları mümkün olmuyor. Diğer bir deyimle belirleyici olan, kitlelerin kendiliğinden ve dağınık hareketleri değil, örgütlü-devrimci hareketleridir. Tarih bu tespitin sayısız örnekleriyle doludur.
Çağımızın sonuna kadar devrimci olabilen tek sınıfının ideolojisi Marksizm-Leninizm ile donanmış partimiz, tam 25 yıldır devrimci ilkelerinden ve işçi sınıfını devrimcileştirme çabasından milim şaşmadan yoluna devam ediyor. Yakın zamanda, “Devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz” şiarıyla, VII. Kongresini başarıyla toplayan TKİP, tam bir açıklık ve netlikle, dünya ve Türkiye’deki tüm temel toplumsal sorunlarla ilgili görüşlerini ve politikalarını ortaya koyarak devrimci duruşunu ve iddiasını bir kez daha ispatlamıştır.
Partimiz, başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm emekçi kadınları ve gençleri saflarında örgütlenmeye, ona güç vermeye ve mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor.
Bu duygu ve düşüncelerle Veysel yoldaşın anısı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyoruz. Onun bıraktığı boşluğu gün geçtikçe daha fazla hissediyor, onu arıyor ve özlüyoruz. Desteğiniz için hepinize bir kez daha teşekkür ediyor, sizleri saygı ile selamlıyoruz.
Veysel yoldaş kavgamızda yaşıyor!
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Yaşasın partimiz TKİP!
TKİP Yurtdışı Örgütü