Nisan ayı başlarında mültecileri taşıyan bir tekne daha Akdeniz’de battı, yaklaşık 100 kişi öldü. Yine bu ay basına yansıyan bir başka habere göre Afganistan, Suriye, Fas, Tunus ve İran uyruklu mülteciler, Bulgaristan polisi tarafından darp edilip değerli eşyaları alındıktan sonra Türkiye’ye geri gönderildiler. Çoğunun üstlerinin çıplak ve ayakkabısız oldukları görüldü. Fransa’da ise polis, 600’den fazla kişinin Manş Denizi’nden İngiltere’ye geçmesini engelledi... Bunlar nisan ayı içinde yaşanan trajik haberlerin bazıları. Avrupa Birliği, sınırlarını ölümcül bir şekilde mültecilere kapatmaya devam ediyor. Savaştan, iç boğazlaşmalardan, yıkımdan, yoksulluk ve açlıktan kaçıp koruma arayanlar, insani koşulların bulunmadığı mülteci kamplarında hayatta kalmak için direniyorlar.
AB ülkeleri, savaştan kaçan Ukraynalılara karşı ise “çılgınca” denebilecek bir sempati gösterip, kucak açıyorlar. Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi birdenbire mültecilere karşı “insancıl” hale geldi. Savaştan kaçan Ukraynalılar bu sayede çok kısa sürede ikamet statüsü alıyorlar. Bu, iş piyasasına hemen erişebilecekleri, aile birleşimi hakkından sorunsuz yararlanabilecekleri, seyahat özgürlüğüne sahip olabilecekleri, barınma, anaokulu yerleri, dil kursları, psikolojik destek ve entegrasyon hizmetlerine hemen erişebilecekleri vb. anlamına geliyor. Yanı sıra, Ukrayna’dan gelen mültecilere ücretsiz iletişim ve ücretsiz seyahat hakkı da sunuluyor.
Elbette ki yapılması gereken de bu olmalı. Peki ya Afganistan, Suriye, Irak, Sudan, Yemen, Libya ve diğer birçok ülkeden kaçan mültecilere aynı yardım ve imkanlar sunuluyor mu? Tabii ki hayır. İmkan sunmak bir yana, bu ülkelerden gelen insanlara karşı aşılmaz duvarlar örülüyor. Bin bir güçlükle engelleri aşıp AB ülkelerine ulaşanlara karşı ise büyük bir ayrımcılık ve ırkçılık sergileniyor. Örneğin bazı Avrupa ülkelerinde mültecilerin, kamuya açık yüzme havuzlarına ve spor salonlarına girişleri yasaklanıyor. Mültecilerin evlerinin kapılarının kırmızı renge boyanarak ırkçıların hedefi haline getirilmesi de yer yer karşılaşılan bir durum. Bazı yerlerde ise mülteciler ücretsiz yemek alabilmek için parlak renkli bileklikler takmaya zorlanıyorlar. Keza kampların ve yurtların ateşe verilmesi, mültecilerin çalışma izninden mahrum bırakılması, toplu konutlarda-kamplarda yaşamaya mecbur bırakılması, sınır dışı edilme tehdidi altında bunalması insanlık dışı uygulamaların ilk akla gelen öteki bazı örnekleridir.
Bunlar, Avrupa burjuvazisinin çifte standardını ve ikiyüzlülüğünü göstermektedir. Ukraynalılara gösterilen sözde insanlık son derece ikiyüzlücedir. Savaştan ve yıkımdan kaçan Ukrayna vatandaşları üzerinden iğrenç bir istismar ve yüzsüzlük örneği sergilenirken, ayrımcı-ırkçı söylem ve davranışlar da zirve yaptı. Diğer ülkelerden gelen mülteciler aşağılayıcı, onur kırıcı propaganda ve söylemlerin hedefi oldu: “Ukrayna’da yaşayan ancak Ukraynalı olmayan yabancılar kendi ülkelerine geri dönmelidir. Ukrayna pasaportlu Nijeryalılar ya da Iraklılar, 18 yaşındaki Ukraynalı kadınlara birdenbire tecavüz etmesin!”, “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil. Burası … medeni Avrupalılara has bir kent”, “Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa”, “21. yüzyıldayız, bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak’ta ya da Afganistan’daymışız gibi seyir füzesi ateşi var, hayal edebiliyor musunuz!” Bu türden ifadeler ırkçı hezeyanların bazılarıdır.
Acılar ortak ve eşit, yardımlar eşitsiz
Mültecilere yönelik bu akıl almaz eşitsiz muamele, Avrupa egemenlerinin insan onuruyla, yaşam hakkının güvenceye alınması ve çaresiz insanlara yardım etmekle ilgilenmediğini çok açık bir şekilde göstermektedir. Ukrayna’daki savaş, özünde Batılı emperyalist blok ile Rusya arasındaki bir savaştır ve bu savaş Avrupa’nın kapısında yaşanmaktadır. İşte Batı burjuvazisi tam da bu nedenle birdenbire bazı mültecilerin “esenliği, mutluluğu ve güvenliği” için “büyük endişeler duyuyor” ve “insancıl” bir maske takınıyor. Gerçekte ise bu insanların yaşadığı yıkım ve acıyı umursamıyorlar. Zira kendileri de bunun dolaysız sorumluluğunu taşıyorlar. Ukrayna’daki savaşa benzin döküp uzatmak çabası içinde olanlar, bu insanların acı ve yıkımını da gündelik olarak derinleştiriyorlar. Fakat sistematik bir ikiyüzlülük sergilemekten de vazgeçmiyorlar.
Ukraynalı mülteciler şahsında mültecisever maskesi takınanlar, öte yandan da barbar sınır koruma örgütü olan Frontex’i genişletmek ve güçlendirmek için çırpınıyorlar. Frontex, Batılı emperyalist sermayenin Avrupa’nın sınırlarındaki çıkarlarını koruyan ve binlerce insanın şiddet, sefalet ve ölümünden sorumlu olan sınır koruma örgütüdür. Frontex güçleri, “Avrupa Kalesi”ni korumak için mülteci teknelerini yok ediyor ve insanları Akdeniz’in derinliklerine terk ediyorlar. Sınırlarda yakaladıklarını ise geldikleri cehenneme-ölüme geri gönderiyorlar. AB’nin bu örgütü çeşitli devletler tarafından tam da bunun için yıllardan beridir ortak finanse ediliyor ve şimdi büyük ölçüde genişletilmek isteniyor. Bunun için yüz milyonlarca euro harcanıyor. Zira “Avrupa’yı kontrolsüz göçten korumak” onun asli misyonudur.
İnsanları ülkelerinden kaçmaya zorlayan tüm nedenlerin kaynağı, emperyalistlerin yıkım ve sefalet yaratan insanlık dışı iğrenç sistemidir. Savaşın acı ve yıkımını yaşayan Ukrayna halkı ve emekçileri, Avrupalı emperyalistlerin mülteci politikalarının istismarına da konu edilmektedir. Bizzat emperyalistlerin yol açtığı felaketler sonucunda, on milyonlarca insan yerlerini-yurtlarını terk edip güvenli yaşam alanı olarak Avrupa’ya gelmek istediklerinde karşılarına aşılmaz duvarlarla çıkanlar, binlercesinin yollarda ölümüne, tecavüz ve şiddete uğramasına neden olanlar, on binlercesini çadırlarda insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum edenler, milyonlarca Ukraynalı mülteci için sahte gözyaşı dökmekte ve onları kabul ederek, kirli ve kanlı mülteci politikalarını maskelemeye çalışmaktadırlar. Bu kabulün gerisinde, Alman devletinin de itiraf ettiği gibi, aynı zamanda kalifiye işgücü başta olmak üzere Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu işgücünün karşılanması olgusu da var.
Batılı emperyalistler, kirli hesap ve çıkarlara dayalı nedenlerden dolayı Ukraynalı mültecilere gösterdikleri ilginin zerresini öteki ülkelerden gelenlere göstermemektedirler. Bizzat neden oldukları çok yönlü yıkım ve acıların bedelini ödemek zorunda kalıp ülkelerinden kaçan Afganistan, Suriye, Irak gibi ülkelerden veya Afrika’nın çeşitli yerlerinden gelen mültecileri, gerisin geri geldikleri cehenneme geri göndererek, aynı insanlara tekrar bedel ödetiyorlar. Avrupa’ya ulaşan mültecileri ise iltica merkezlerindeki yoksulluk, ayrımcılık, tecrit, ırkçılık ve geri gönderme tehdidi dışında pek bir şey beklemiyor. Yunanistan, Türkiye, Libya, Ürdün, Balkanlar ve daha nice ülkelerdeki çadır kamplara gönderilen mülteciler ise buralarda insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkûm edilmektedirler.
Örneğin Libya’da gözaltına alınan göçmenlerin dramı, insanlığın vicdanını kanatan türdendir. Libya’daki gözaltı merkezlerinde insanlık dışı koşullar altında tutulan mültecilere hayvan muamelesi yapılmaktadır. Birleşmiş Milletler gözlemcileri raporlarında şok edici koşulları döne döne tanımlıyorlar. İnsan ticareti, adam kaçırma, işkence, tecavüz ve diğer cinsel şiddet biçimleri, zorla çalıştırma, sömürü, yoğun fiziksel şiddet, açlık ve keyfi öldürmeler gibi vahşet türleri sistemli olarak raporların konusudur. Libya gözaltı merkezleri ve kampları tam bir köle pazarıdır. Bunlardan Avrupa Birliği de (AB) sorumludur. Bu nedenle AB’nin Libya politikası çeşitli kurumlarca “insanlık dışı” olarak nitelendirilmektedir.
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi insan hakları aktivistleri ve STK’lar defalarca işlenen ciddi suçlara dikkat çektiler ve uluslararası toplum tarafından derhal harekete geçilmesi çağrısında bulundular. Libya köle pazarları hakkında raporlar yayınladılar. Ancak bu raporlar AB tarafından görülmedi. Nijer’deki Alman Büyükelçiliği ile Berlin’deki Federal Dışişleri Ofisi arasındaki resmi diplomatik yazışmalar, Libya mülteci kamplarındaki göçmenlerin ve sığınmacıların korkunç durumunu‚ “toplama kamplarıyla karşılaştırılabilir” olarak tanımlanıyor. Sadece Libya mülteci kamplarında değil, öteki ülkelerdeki mülteci kamplarında ve gözaltı merkezlerinde de benzeri vahşetler yaşanmaktadır.
Herkes için insanca bir yaşam!
Doğrudan sebep oldukları ve sorumluluğunu taşıdıkları mülteci ve göçmen sorununa çözüm bulmak iddiasındaki Batılı emperyalistler, düzenledikleri zirvelerde on milyonların yaşamı üzerine tiksindirici pazarlıklar yapmaya devam ediyorlar. Çözüm adına göçmenler için yaptıkları şey, aşılmaz bir Avrupa kalesi yaratmak ve Frontex’i daha da etkili hale getirmektir. Yıkıma uğratıp harabeye çevirdikleri diğer ülkelerdeki mültecilerin gelmesini engellemek için AB’ye üye ve üye olmayan bir dizi ülkelerin sınır boylarına kilometrelerce uzunlukta ve metrelerce yükseklikte örülen dikenli teller ören, savaş gemileri ve hücum botlarını harekete geçirenlerin, Ukrayna savaşından kaçanlar için gösterdikleri “insanlık” davranışı kirli çıkarların olduğu kadar, ırkçılığın da ürünüdür.
Tüm mülteciler için tam hareket özgürlüğü ve çalışma hakkı, herkes için daha iyi yaşam koşulları, yeterli konut, iyi bir eğitim ve sağlık hakkı talebi yükseltilmeli, her türlü ırkçılık mücadelenin konusu edilmelidir. Hangi ülkelerden gelirlerse gelsinler tüm mültecilerle tam dayanışma ve destek içinde olunmalıdır. Kapitalistler, herkes için insanca yaşam sunmak bir yana, insanca yaşam olanaklarını sistematik olarak yok etmektedirler. Emperyalist-kapitalist ülkelerin yarattığı vahşet, ancak milyonların örgütlü mücadelesiyle durdurulabilir. Bu da işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalizme karşı birleşik mücadelesini gerektirmektedir.