Türkiye’nin Libya macerası ve emperyalist odaklar

Nedir ki Libya, diğerleri için olduğu kadar AB emperyalistleri için de her şeyden önce enerji kaynakları üzerinde egemenlik kurma hesaplarında kritik bir yer tutuyor. Dolayısıyla bölge halkları emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin hesaplarını bozacak bir mücadeleyi yükseltmedikçe, Libya’nın kanlı bir av ve paylaşım sahası olmaktan kurtulması mümkün görünmüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Temmuz 2020
  • 08:44

Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları Türkiye de dahil bölgedeki çeşitli devletlerin yanı sıra ABD, Rusya ve AB emperyalistlerinin iştahını alabildiğine kabartıyor. Bölgedeki enerji kaynaklarının “birilerine” peşkeş çekilmesine sessiz kalmayacaklarını karşılıklı olarak birbirilerine ilan etmeleri bunun itirafından başka bir şey değil. 

Doğu Akdeniz ve Libya’da yağma savaşını tırmandıran Türk sermaye devletine karşı en son itiraz Fransa’dan geldi. Paris’te Elysee Sarayı’nda Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile görüşen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Doğu Akdeniz ve Libya’daki faaliyetlerinden dolayı Türkiye’ye yaptırım çağrısı yaptı. Libya’daki son gelişmeleri de değerlendiren Macron, “Libya’da ateşkes ve siyasi çözüm” vurgusu yaparak, müdahil olan devletlere de yaptırım uygulanması gerektiğini duyurdu.

Libya’ya dair emperyalist hesapların, karşılıklı dalaşmaların nereye varacağını kestirmek kolay değil. Emperyalistler ve her biri farklı bir emperyalist odakla iş yapan bölgesel taşeronlar Libya’da ve dolayısıyla Doğu Akdeniz’de pastadan pay kapmak için hummalı bir uğraş içindeler. Mısır Libya’ya asker gönderme tezkeresi çıkarıyor, Putin Erdoğan-AKP iktidarının heveslerini dizginleyen anlaşmalar kotarıyor vs. Türk sermaye devletinin Libya hesapları çerçevesindeki hamleleri de devam ediyor. 

Hatırlanacağı üzere bunlardan biri 17 Haziran’daki tam kadrolu diplomatik çıkarmaydı. AKP şefi ve avenelerinin bir ay önce Libya’ya yaptıkları çıkarmanın ardından basında, “Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile varılan anlaşma gereği, Türkiye yüzen santrallerle, Libya’nın iç savaşta alt yapısı tahrip olan elektrik ihtiyacını stabilize etmek istediği” yönlü haberler yer almıştı. Söz konusu haberlerde Libya hükümetinin 1000 megavatlık enerji santrali kapasitesi sağlama talebinde bulunduğu ve bu talebi Türk şirketi Karadeniz Holding A.Ş. yan kuruluşu olan Karpowership’in üstlendiği belirtilmişti. Bu arada Karpowership’in dünya çapında 25 yüzen enerji santrali işlettiği bilgisine de yer verilmişti. Ardından Türk şirketlerin enerji iş birliği için harekete geçtiği basına yansımıştı. Libya Ulusal Petrol Kurumu ise petrol üretimine ve ardından da ihracata başlanabilmesi için bölge ülkeleriyle görüşmelerin devam ettiğini ve görüşmelerden umutlu olduklarını bildirmişti.

Libya’nın kırsal alanlarında elektriğe ya çok az ya da hiç ulaşılamıyor. Şehirlerde ise elektrik kesintileri günlük 10-12 saati buluyor. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti Türkiye ile varılan anlaşma ile elektrik sorununu çözmek, petrol üretimi için gerekli olan elektriği elde etmek ve yeniden üretime geçerek petrol ihracatını artırmak istiyor. 

Libya’da savaş ve iç savaşın tablosu 

Libya on yılı aşkın bir süredir vekalet savaşları, savaş ve iç savaş nedeniyle gerçekte kabilelere, görünürde ise ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta başında Fayiz es-Serrac’ın bulunduğu Trablus merkezli UMH, diğer tarafta Halife Hafter’in başını çektiği Libya Ulusal Ordusu ve bu ikisinin etrafında kümelenen kabile ağalarından menkul bir Libya tablosu mevcut. Emperyalist odaklar ise kendi çıkarları gereği ya Halife Hafter ya da Fayiz es-Serrac’dan, bazen de her ikisinden yana tavır sergilemekte ve destek vermekte sakınca görmemekteler. 

Libya’da “Arap Baharı”na paralel olarak gelişen protestolar ve emperyalist odakların her türlü açık ve gizli müdahalesi sonucu, 2011 yılında Muammer Kaddafi devrilmişti. O günden bu yana sürekli derinleşen bir savaş ve iç savaş dramı yaşanıyor. Ülke 2014 yılında yapılan ve katılımın düşük olduğu seçimlerin ardından fiilen ikiye bölündü. Bugün Trablus’a hükmeden güçler, seçim sonucunu kabul etmeyerek, kendilerini Libya’nın temsilcisi ilan ettiler. Tartışmalı seçimi kazanan ve bugün General Hafter’le anılan Temsilciler Meclisi ülkenin doğusundaki Tobruk kentine çekildi. Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin askeri gücünü General Halife Hafter’in başında bulunduğu “Libya Ulusal Ordusu” oluşturuyor. 

2014 seçimlerinin ardından siyasi kaosun daha da derinleştiği Libya’da Birleşmiş Milletler’in arabuluculuğu ile Aralık 2015 tarihinde imzalanan “Libya Siyasi Anlaşması” kapsamında Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti kuruldu. Trablus hükümeti, Birleşmiş Milletler tarafından Libya’nın meşru hükümeti olarak tanındı.

Hafter ve Tobruk merkezli parlamento, Fayiz es-Serrac’ın, Türkiye ile imzaladığı “Akdeniz Kıta Sahanlığı Anlaşması” nedeniyle vatana ihanet ettiğini ve bu nedenle yargılanması gerektiğini ilan ederek, Trablus’a karşı askeri harekât başlatmıştı. Trablus merkezli UMH, Halife Hafter güçlerinin Trablus hükümetine karşı başlattığı operasyonlar nedeniyle Türkiye’den askeri destek talebinde bulunmuştu. Türkiye bunun öncesinde araç-gereçler, askeri danışman ve istihbaratıyla zaten sahadaydı. Bu sahada olma durumu Fayiz es-Serrac’ın “daveti” ile “resmiyete” de kavuştu. Bu “davetin” dayanağını, Fayiz es-Serrac ile Türkiye arasında Kasım 2019’da imzalanan “Güvenlik ve İşbirliği Mutabakat Anlaşması” ile “Akdeniz Kıta Sahanlığı Anlaşması” oluşturmaktadır. “Davetin” akabinde AKP şefi Libya’ya asker gönderilebileceğini açıklamıştı. Nitekim AKP-Erdoğan iktidarı, zaman kaybetmeden parlamentodan geçirttiği bir teskereyi de dayanak yaparak, Suriye’den devşirdiği binlerce cihatçı çete elemanı ve savaş ekipmanları ile Libya sahasında cirit atmaya başladı. 

Libya’daki savaş ve iç savaş yıllardır Türkiye’nin de dahil olduğu bir vekalet savaşına dönüştü. Halife Hafter cephesini Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Rusya destekliyor. Fransa her ne kadar Fayiz es-Serrac hükümetini resmi olarak tanısa da yarı açık, yarı gizli Halife Hafter’i destekliyor. Fayiz es-Serrac’ın başında bulunduğu “Ulusal Mutabakat Hükümeti” ise siyasi ve askeri olarak Türkiye’den beslenmektedir. 

İtalya, eski sömürgesi Libya’da Fayiz es-Serrac hükümetini desteklemektedir. ABD resmiyette Trablus merkezli Fayiz El Serrac hükümetini tanımakla birlikte, kah Fayiz El Serrac kah Halife Hafter’in arkasında durmakta bir beis görmüyor. Güçler dengesinden hareketle, açık bir pozisyon almasa da duruma göre güçlenen tarafa meylediyor. 

“Libya seferi”nden umulanlar

AKP şefi, mirasını savunduğu Osmanlı’da olduğu gibi, her sıkıştığında ‘sefere’ çıkarak, şovenizmi şahlandırarak sıkışmışlığını gölgelemek ve sisli havada her türlü aykırı sesi bastırmak hevesinde. Bu dönemde yine iç siyasette tıkanma ve ekonomik darboğazda debelenme hali yaşanıyor ve sefer ihtiyacı doğuyor. Yaşanan çöküntüden doğan her türlü faturanın işçi ve emekçilere ödettirilmesi için ne gerekiyorsa yapmaya kararlı görünüyor. Var olan kaynakları yağmalayan, kasaları boşaltan AKP şefi ve yandaşları çarkı döndürmek için kaynak bulmakta iyice zorlanır hale gelmiş durumdalar. Son olarak kıdem tazminatına göz dikmiş bulunuyorlar. Bunun için de her türlü muhalefeti zapturapt altına almak istiyorlar. Meclis’ten geçen “Barolar Yasası” bunun en son örneğini teşkil ediyor. 

AKP-Erdoğan iktidarının tam da böyle bir dönemde yeni bir ‘sefere’ ihtiyaç duyması boşuna değil. Bölgesel güç olma hevesi ile Suriye’ye yönelik başlatılan başarısız ‘sefer’ iyice ayağına dolanmadan yeni bir milliyetçilik ve şovenizm atmosferi yaratması lazım. ‘Suriye seferindeki’ başarısızlığın ardından ‘bölgesel güç olma’ iddiası yara alan Türkiye için “Libya Seferi”, yeni bir kapının açılması demek oluyor. 

Kaddafi devrilmeden önce çok sayıda Türk firması, özellikle inşaat alanında Libya’da faaliyet gösteriyordu. Libya’da yaşanan iç savaş sonrası Türkiye burada büyük bir ekonomik kayıp yaşadı. “Libya seferinde” Türkiye’ye yeniden ve daha iştah açıcı bir şekilde ticari fırsatlar sunmayı da taahhüt eden Fayiz es-Serrac, Türkiye’yi dolu dizgin yanına çekmiş oldu. 

Fakat Türkiye’yi sahaya çeken sebeplerin başında, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler yer alıyor. Türkiye geçen yıl Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştı. Avrupa Birliği, İsrail, Yunanistan ve Mısır’ın yanı sıra bir dizi başka bölgesel ve küresel gücün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini yasadışı sayıp tepki göstermeleri, Doğu Akdeniz’in uluslararası arenada yeni bir çatışma alanı olarak ortaya çıkmasına yol açmıştı. 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çabalarını boşa çıkaracak adım Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’in Atina’da imzaladığı ‘EastMed’ adlı doğal gaz boru hattı anlaşmasıyla atıldı. Türkiye’nin tepki gösterdiği bu anlaşma, Türkiye dışlanarak, Doğu Akdeniz’den çıkan gazın Avrupa’ya taşınmasını amaçlıyor. Türkiye ise Trablus’taki hükümetle yaptığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Anlaşması” ile elini güçlendirdiğine inanıyor. 

Avrupa’nın ikiyüzlü oyunu

Avrupa Birliği’ne üye emperyalist odaklar bir yandan Doğu Akdeniz ve Libya’daki enerji kaynaklarını kendi lehlerine güvence altına almaya çalışıyorlar, diğer taraftan Libya üzerinden Avrupa’ya yönelen Afrika kaynaklı göç dalgasını engellemek için bir dizi kirli hesap içindeler. Avrupa, göçmenlerin Avrupa’ya geçiş için kullandığı güzergahların başında gelen ülkelerden biri olan Libya ile yaptığı sınır anlaşmalarıyla yasa dışı göçü engellemeye çalışıyor. 

Birleşmiş Milletler verilerine göre Libya’daki mülteci kamplarında yaklaşık 50 bin kayıtlı mülteci ve sığınmacı bulunuyor. Bu mülteci kampları Avrupa Birliği fonlarıyla finanse ediliyor. Kamplar dışında Libya’da kayıt altına olmayan 800 bin göçmenin daha bulunduğu söyleniyor. Libya’daki mülteci kamplarında yaşayan göçmenlerin maruz kaldığı insanlık dışı muameleler sıklıkla dünya kamuoyuna, basına ve raporlara yansıyor. Uluslararası Af Örgütü’nün değerlendirmesine göre Libya’daki göçmen kamplarındaki koşullar, Nazi dönemini andırıyor. Avrupa Birliği ülkeleri durumu bile bile yaşananlara göz yumuyor. Libya’da bulunan 800 bini aşkın göçmenin karşı karşıya kaldığı bu insanlık dışı muamele ve mevcut otorite boşluğu, Avrupa’ya ölümüne yolculuğu daha da tetikliyor. Böyle bir göç riski Avrupa’nın uykusunu kaçırıyor. Avrupalı emperyalist odaklar da bu ölüm yolculuğunda bir ferdin bile sağ olarak karaya çıkmaması için her türlü yolu deniyorlar. 

Nedir ki Libya, diğerleri için olduğu kadar AB emperyalistleri için de her şeyden önce enerji kaynakları üzerinde egemenlik kurma hesaplarında kritik bir yer tutuyor. Dolayısıyla bölge halkları emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin hesaplarını bozacak bir mücadeleyi yükseltmedikçe, Libya’nın kanlı bir av ve paylaşım sahası olmaktan kurtulması mümkün görünmüyor.