AKP şefi T. Erdoğan, muhalif köşe yazarlarına hücum ederken, “Bunları tasmalarından biz kurtardık” demişti. 2012 yılında yaptığı konuşmadaki bu hiddet, AKP’nin tasmalarını takmayı reddedenlerden duyduğu rahatsızlığın dış vurumuydu. Kabalığın uç örneği olan açıklama, özünde açık bir tehditti. Nitekim iktidar o tarihten itibaren medyayı ele geçirme planını görülmemiş bir pervasızlıkla uyguladı.
“Tek tip-tek ses” medya yaratma taarruzu amacına ulaşmış görünüyor. Zira Türkiye’de burjuva medyanın %90-95’i dinci-faşist saray rejiminin borazanlığını yapıyor. Televizyon, radyo, internet sitesi, basılı gazete-dergi gibi yayınların azımsanmayacak bir kısmı, beslendikleri saray rejiminin “basın bülteni” niteliğindedir. Diğerleri ise, ödlekçe iktidara biat etmiş sermayedarların saraya dalkavukluk yayın organlarıdır.
***
Ülke tarihinde medyanın bu oranda “tek tip-tek ses” olduğu bir dönem olmamıştır. Hal böyleyken, rüşvet ya da tehditle biat etmeyen gazetecileri hapse tıkayan rejim yine de rahat değil. Birkaç istisna dışında Türk medyasını ele geçiren saray rejimi, uluslararası medya çalışanlarının çoğunu biat ettirmeye muvaffak olamadı. Bazılarını hapse atsa da, diplomatik baskılar sonucu serbest bırakmak zorunda kaldı.
Bir dikta rejim doğası gereği gerçeklerin kısmen de olsa haberlere/yorumlara konu edilmesinden rahatsızlık duyar. AKP-MHP gibi dinci-faşist bir rejimde ise bu rahatsızlık çoğu zaman histeri halini alıyor. AKP’nin aparatı olan SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) uluslararası medya çalışanlarını fişleyip hedef göstermesi, rejimin yeni bir histeri nöbetine tutulduğuna işaret ediyor.
BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika’nın Sesi, Sputnik Türkiye, Euronews Türkçe, Independent Türkiye, CRI Türk (Çin Uluslararası Radyosu) gibi yayın organlarında çalışanları fişleyen bir rapor hazırlanması, saray rejiminin bazı gerçeklerin haberleştirilmesinden duyduğu korkunun nasıl derinleştiğini, sarayda korkunun paçaları nasıl sardığını gözler önüne seriyor.
***
Yalan-çarpıtma-saptırma-uydurma kampanyasını bir medya ordusuyla 7/24 icra ettiren saray rejiminin, biat etmeyen az sayıda gazetecinin yaptığı haber/yorumdan duyduğu rahatsızlık dikkat çekici. Bunun temel nedeni kuşkusuz ki rejimin çöküş hattına girmiş olmasıdır. Bu trendi tersine çevirmek mümkün değilken, yandaş-besleme medyanın kitleler nezdindeki saygınlığının yerlerde sürünmesi yaraya tuz-biber ekiyor. Zira toplumun çoğunluğu için beş paralık itibarı kalmayan bu medya ordusunun işlevi günden güne azalıyor-cılızlaşıyor.
Saray borazanlarına duyulan güven azaldıkça, biat etmeyenlere gösterilen ilgi artıyor. Önemli konularda rejimin belirlediği manşetleri atan yandaşlar-dalkavuklar medyası, ortalama bir izleyici-okur nezdinde bile inandırıcılığını büyük oranda yitirmiş görünüyor. Okurunu-izleyicisini aptal yerine koymayı adet edinen bu medya organları, beslendikleri rejimin çöküş sürecine girmesiyle daha da itibarsızlaştılar. Çünkü rejimdeki her yozlaşmanın her rezaletin alası onların bünyelerinde de mevcuttur.
***
Dikta rejimin biat etmeyen gazetecileri fişlettirip hedef göstermesi, zorbalığın vardığı boyutu gözler önüne seren ibret verici bir kepazeliktir. Buna rağmen yapılanlar şaşırtıcı değil. Zira böyle bir rejimin gerçeklerden korkması kaçınılmazdır. Hal böyleyken fişlemeye gösterilen tepkiler, hedef alınan gazetecilerin biat etme kuyruğuna girmeye hevesli olmadıklarını kanıtlıyor.
Görünen o ki, çöküş sürecini tersine çevirme gücünden yoksun olan tek adam rejimine biat edecek gazeteci kalmamıştır. Buna göre rejim, itibarları yerlerde sürünen tetikçilerle-biatçılarla-dalkavuklarla yetinmek zorundadır. Bu itibarsız orduyu beslemekse astarı yüzünden pahalı bir iş haline gelmiştir. Gerçeklerin üstünü örtme kapasitesi ise, günden güne gerilemektedir. Takke düşüyor, kel görünüyor...