Saray rejiminin şefi, “EYT müjdesini” kamuoyuyla paylaştı. Yapılan açıklamaya göre, kadınlar 20 yıl ve 5 bin prim gününü, erkekler 25 yıl ve 5 bin prim gününü tamamladıklarında, sigorta başlangıçları 8 Eylül 1999 öncesi ise emekli olabilecekler. Henüz prim ve gün sayılarını tamamlamamış olanlar ise tamamladıklarında emeklilik hakkını kazanacaklar. Açıklamada ifade edilen konulardan biri de, şu an için emekli olabileceklerin sayısının 2 milyon 250 bin kişi olduğu. Emekli olacakların çalışmaya devam etmeleri halinde sigorta teşvik primi uygulanacak, kapitalistlere Kredi Garanti Fonu'ndan düşük faizli, uzun vadeli kredi desteğiyle kıdem tazminatlarını ödemeleri için destek verilecek. “Açıklanan müjde” bu ve ayrıntısına dair söylenmiş bir şey yok. Ocak ayı içinde meclis gündemine geleceği, muhtemelen Ocak 2023 sonu itibariyle de yasalaşacağı belirtiliyor. Yasanın Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından hemen yürürlüğe gireceğinin altı çiziliyor.
Şu ana kadar söylenenler bunlar ve meclis gündemine geldiğinde, maddeler üzerine daha somut konuşulabilir. Konu AKP-MHP iktidarı olunca ve hayata geçirdiği bir dizi yasa değişikliği düşünülünce, işler bu kadar basit olmayabilir. Evet, konunun bir seçim yatırımı olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. İktidar kadar burjuva muhalefeti de “oy devşirmenin” bir basamağı olarak kullanacaktır. Ama işçi ve emekçiler için temkinli olmayı elden bırakmamak, 20 yıllık sürecin doğal bir sonucu olmalı. Uzun bir dönemdir üzerinde çalıştıklarını ifade ettikleri EYT düzenlemesinin açıklanan kısmı, “üzerinde çalışılanı” yeteri kadar ifade etmiyor. Örneğin EYT düzenlemesi bu ifade edildiği şekliyle tek başına mı gündeme gelecek, yoksa birçok defa olduğu gibi bir torba yasayla birlikte kaşıkla verip kepçeyle alma politikası mı uygulanacak? Çalışma yaşamında ne gibi sonuçlar ve değişimlerle birlikte ele alınacak? Tüm bunlar şu an için bir muamma ancak bu kadarı üzerine de bir-iki söz söylenebilir.
***
Öncelikle konunun bu aşamaya kadar gelmesinin temel nedeni, sayıları milyonları bulan EYT'li işçi ve emekçilerin ortaya koydukları tepki ve mücadeledir. Yasa Marmara Depremi'nin yıkıntıları vesile edilerek çıkartılmış, tepkiyi hafifletmek açısından ise yaş şartı kademelendirilmişti. O gün itibariyle emeklilik hakkı kazanan ya da emekliliği yaklaşan işçiler haricinde diğer işçileri bugüne kıyasla daha az etkileyen bir içerik taşıyordu. Yasayla öngörülen, yıllar içinde sonuçları ve etkileri daha iyi anlaşılabilecek bir yıkımı devreye almaktı. Öyle de oldu. Mezarda Emeklilik Yasası* yıllar geçtikçe sayıları artan bir EYT'liler toplamı ortaya çıkartı. Yaşlı olduğu için iş bulamayan, genç olduğu için emekli olamayan, hak ettiği halde bir kırıntı düzeyinde sosyal haklardan dahi yararlanamayan işçi ve emekçiler toplamı.
Mezarda Emeklilik Yasası’nın ardından 2008 yılında emekli maaşı bağlama oranlarının da düşürülmesiyle ortaya milyonları ilgilendiren sorunlar yığını çıktı. Sigortalılık süresini ve prim gününü tamamlamış ancak yaş şartı nedeniyle emekli olamayan, tüm şartları yerine getirdiklerinde ise sefaletin sefaleti anlamına gelen emekli aylığı almaya mecbur bırakan bir düzen yaratıldı.
Yaşanan ekonomik ve sosyal krizin giderek tepkiye ve kendi örgütlenmelerini yaratmasıyla birlikte talepler gündeme geldi. Birçok ilde EYT dernekleri kuruldu, eylem ve etkinlikler gerçekleştirildi, kitlesel mitingler örgütlendi. Burjuva muhalefet partilerinin açık bir istismarla yaklaştığı EYT mücadelesi, son yıllarda neredeyse gündemden düşmedi. Geçtik iktidarı ve muhalefetiyle burjuva partilerini, içlerinde kendi üyeleri olmasına rağmen sendikal bürokrasinin dahi görmezden geldiği mücadele süreci, gücüyle kendine önemli bir yer açtı. Bugün AKP iktidarını yasa değişikliği noktasına getiren, sınırları belli de olsa verilen mücadele ve basınçtır. Ne yazık ki, kamuoyuna yansıyan açıklamalara bakıldığında bizzat bu mücadeleyi örgütleyen, yönlendiren kişi ve kurumların dahi farklında olmadığı temel gerçek bu. İşçi sınıfı ve emekçiler hiçbir ekonomik ve sosyal hakkını mücadele etmeden kazanamadı. Bugün EYT konusunda bir kazanımdan bahsedilebilecekse bu yine sorunun esas muhatabı işçi ve emekçilerin uzun soluklu çaba ve mücadelesi sayesindedir. AKP iktidarının “bir lütuf”, burjuva muhalefetinin “politik başarı” demagojisi yaklaşan seçim süreci için açık bir istismar konusudur. Aynı zamanda hakların mücadele ile kazanılabileceği dolayısıyla sınıf mücadelesi gerçeğinin üstünü örtmeye dönük ve işçi sınıfının bilincini kötürümleştiren bir politik argüman olarak da okunmalıdır.
***
AKP şefi, EYT'lilerin mücadelesinin gözle görülür hale gelmesinden bu yana keskin bir karşıtlıkla konuya yaklaşıyordu. Kimi zaman “çift dikiş” sözleriyle aşağılamaya çalışırken, kimi zaman da “seçim kaybetmek pahasına” hiçbir adım atmayacaklarının hep altını çiziyordu. Ülke ekonomisinin ve çalışma yaşamının dengelerinden, sermayenin ihtiyaçlarından asla taviz verilmeyeceği ifade ediliyordu. EYT konusunda atılmak zorunda kalınan adımla birlikte AKP-MHP iktidarı daha önce hoyratça sarf ettiği sözleri yutarken, öte yandan artık tablonun “seçim kaybetmek” noktasına geldiğini teyit etmiş bulunuyor.
Ancak başta söylediğimiz gibi yine de temkinli olmayı elden bırakmamanın altını çizmek gerekiyor. Henüz yasa maddeleriyle ortaya konulmadı, tam olarak ne getireceği bilinmiyor. Zira sermaye örgütlerinin şerhen onay verdiği, karşılığında ise esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının yaygınlaşmasını, hazinenin ve fonların yağmalanması anlamına gelen teşviklerin artırılmasını vb. istediğini biliyoruz. “EYT'nin kamu kaynaklarına bindireceği yük”, “işgücü piyasası içinde yaratacağı dengesizlik”, “yetişmiş kalifiye işçi açığı” vb. sıklıkla ifade edilen konular. Kriz atmosferinin de etkisiyle bugünün çok daha ötesinde yıkımla sonuçlanacak saldırıları gündeme getirebilir. Son haftalarda Saray-sermaye çevreleri-bakanlar arasında sıklaşan trafik ve belli yönleriyle kamuoyuna yansıyan gerilimlerin ne olduğu henüz açıklığa kavuşmadı. Sermaye örgütlerinin şu ana kadar adet olduğu üzere, “hayırlı olsun” açıklamaları yapmamış olmaları diğer dikkat çeken bir ayrıntı.
***
Yasa ifade edildiği şekliyle çıkarsa, 23 yıllık bir gaspın zorunlu olarak iade edilmesi anlamına gelecek. Ama bu ülkede kapsam dışında bulunan işçi ve emekçiler açısından “emeklilik sorununun” bütün ağırlığıyla yerli yerinde durduğunu unutmamak gerek. Muhtemelen birkaç yıl içinde yine sayıları milyonları bulan, '99 sonrası sigorta başlangıcı olan ve emeklilik yaşını bekleyen milyonlardan söz ediyor olacağız. Türkiye'de çalışma ve yaşam koşulları da gözetildiğinde varolan emeklilik sistemi, bir deyimden öte gerçekliği ifade eden mezarda emekliliği anlatıyor. Ekonomik, sosyal haklarla bütünlüğü içinde, emeklilik hakkının gaspına karşı boşluk bırakılmadan güçlendirilecek mücadele, bugünkü EYT değişikliğini güvencelemek ve yarın için kapsamlı kazanımlar için vazgeçilmez bir yerde durmaktadır.
* * *
* Mezarda emeklilik yasası...
Mezarda Emeklilik Yasası olarak ifadelendirilen yasa 1999 yılında gündeme getirilmişti. Dönemin DSP, MHP, ANAP hükümetinin 12 Temmuz 1999'da meclise sunduğu 4447 Sayılı Yasa ile emeklilik için yaş şartı getiriliyor ve prim gün sayıları artırılıyordu. Gerekçe olarak SSK'nın darboğaza girdiği, finansman sıkıntıları yaşadığı, 1992 yılından itibaren açık verdiği ifade ediliyordu. Sermaye düzeninin ve hükümetlerinin çözümü, faturayı işçi ve emekçilere çıkartmak oldu. SSK'nın darboğazını aşabilmek adına, “çalışan-emekli” dengesinin birbirini finanse edeceği bir çözüm yolu olarak daha uzun yıllar çalışıp prim ödeyen, daha kısa emekli maaşı alan bir toplum düzeni ortaya koydular. Doğal ve haklı bir belirlemeyle yasa “mezarda emeklilik” olarak isimlendirildi. Çalışma ve yaşam koşullarında bir dizi yeni sonuç ve sorun böylelikle ortaya çıktı.
İşçi sınıfı ve emekçiler açısından önemli bir hak gaspını içeren yasa önemli tepkilere yol açtı. Tabandan gelen şiddetli basıncın bir ürünü olarak sendikalar yasaya karşı adım atmak zorunda bırakıldı. İşçi ve memur sendikalarından oluşan Emek Platformu kuruldu. 24 Temmuz'da Ankara'da, '80 darbesinin ardından gerçekleşen en kitlesel işçi mitinglerinden biri hayata geçirildi. 13 Ağustos 1999'da ise saldırıya karşı bir günlük genel grev gerçekleştirildi.
Emeklilik hakkının gasp edilmesi girişimi, işçi sınıfı ve emekçilerde güçlü bir öfkenin açığa çıkmasına vesile oldu, sendika bürokratlarını da önüne katarak, birleşik mücadele zeminlerini güçlendiren bir mahiyet kazandı. İşçi sınıfı '80 darbesiyle üzerine serpilmeye çalışılan ölü toprağını, '89 Bahar Eylemleri ile atmaya çalışmış ama önündeki engelleri yıkabilecek bir irade ortaya çıkartamadığı için geri çekilmişti. Genel bir sınıf hareketliliği olarak mezarda emeklilik saldırısına karşı verilen mücadele, sınıf mücadelesini birleştiren ve kaynaştıran dinamikleri açığa çıkartmak için önemli bir gündem oldu. Bu dinamik yasanın geri çekilmesinin yanı sıra, işçi sınıfının geriye çekilen mücadelesinin kendini farklı bir düzlemde ifade edebilmesi için ciddi olanakları da beraberinde getirdi.
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ile süreç kesildi. Depremin yarattığı yıkım, binlerce insanın hayatını kaybetmesi toplumda büyük bir sarsıntı yarattı. Meclis bir hafta tatil edildi. Tatilin bitiminde depremin enkazı altında kalanlar henüz çıkartılmadan, üç gün içinde mezarda emeklilik meclisten çıkartılarak onaylandı ve yürürlüğe girdi. Bu üç günlük süre içinde dikkat çeken bir diğer önemli olay ise, dönemin Çalışma bakanı Yaşar Okuyan ile Türk-İş'in başındaki tescilli işçi düşmanı Bayram Meral'in kapalı kapılar ardında yaptığı gizli toplantı oldu. Bu toplantıda neyin konuşulduğu, nasıl bir anlaşma yapıldığı bilinmiyor ancak sonrasında yaşanan suskunluk ve ortaya çıkan sonuçlar çok şey anlatıyor.