Saray rejiminin "zor" dönemi

Yaşanan süreç, bir toplumsal muhalefetin gelişebileceğine dönük beklentileri arttırırken, zorbalığın da bir araç olarak kullanılacağını, kullanıldığını göstermektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Ocak 2022
  • 08:00

Saray rejiminin şefi 2022 yılı mesajında “ekonomide başlattıkları dönüşüm ve uyguladıkları yeni model ile Türkiye ekonomisini dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi haline getirme” sözü verdi. Bu sözün karşılığı olarak yeni yıla zam yağmuru ile girildi. Asgari ücretin vergi dışında bırakılması hikayesinin maliyeti de emekçilerin sırtına yüklenmiş oldu.

Sermayenin birikmesine, “kalkınma” hikayelerine, yandaşların cebinin dolmasına neden olan sömürü sisteminin devamcısı olan AKP’nin tek derdi olabildiğince uzun süre iktidarda kalmak. Bu kapsamda rejimin şefi 20 Aralık’ta yeni olduğunu iddia ettiği modeli tanıtırken “serbest piyasa ekonomisi”nin kurallarına bağlılığını teyit etti.

Erdoğan ve iktidarı, gündemdeki krizi Türkiye kapitalizminin 24 Ocak kararları ile uyguladığı neoliberal politikaların mirasçısı olarak aşmaya çalışıyor. Saray rejimi ve şürekasının krizi aşma yollarından en bilindik olanı faturanın işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmasıdır.

20 Aralık gösterisi

Saray rejiminin illüzyonu çok basitti. Doları üç ayda 8 TL’den 18 TL’ye çıkardı. Ardından bir gecede 13 TL’ye düşürdü ve bunu “büyük başarı” olarak sundu. Merkez Bankası’nın olmayan rezervleri doları düşürme amacı ile harcandı. Bu süre zarfında sermaye sınıfını, yandaşlarını ve bankaları sevindiren AKP iktidarı böylece yine bir “başarı hikayesi” yazdı.

Milyarlarca doların sermayeye peşkeş çekilmesi pahasına astronomik düzeye çıkarılan dolar kurunun illüzyon ile indirilmesinin ardından, yandaş kesimler tarafından AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın “başarılı politikacı” olduğuna dair yorumlar yapılmaya başlandı. Bir tür “Tayyip Erdoğan güzellemesi” şeklinde sunulan bu “derin analizler”in kof olduğu birkaç günde ortaya çıktı. Sonuç ise halka “soğan-ekmeğin” ne kadar faydalı olduğu telkini oldu.

24 Ocak kararları yükselen toplumsal muhalefet nedeniyle ancak darbe ile hayata geçirilmişti. AKP’yi iktidara getiren 2001 krizi bu politikaların devamı niteliğindedir. 2001 sonrası topluma “refah” söylemleri vaat eden iktidar bugün büyük bir zam furyası altında açlığa dayanma reçeteleri sunmaya çalışıyor. Tek adam rejimine geçiş ile birlikte yaşanan süreçte emekçilerin sırtındaki yükün artması AKP iktidarının ekonomi politikalarının sonucudur. 2018’den bu yana elektriğe yüzde 370, benzine yüzde 110, doğalgaza yüzde 70 zam yapıldı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mücahit Bilici “Zam geldiği gibi gider anlık tepkilere lüzum yok!” dedi. Enerji Bakanı, “Avrupa’da en ucuz enerji Türkiye’de” yalanını savururken, Suçişleri Bakanı Soylu da “Bize bunları Allah yaptırıyor” diyerek koydu noktayı.

Yaşanan sürecin özü şudur: Faiz indirimi, kurun yükselmesi, emek maliyetlerinin aşağıya çekilmesi üzerine kurulu “yeni ekonomi modeli” safsatasının ve ihracatı fiyat rekabeti ile ayakta tutmaya çalışmanın neticesi zamların artması olarak karşımızda çıktı. “Krizi hafifletme” yeteneğinden yoksun iktidar, toplumun büyük bir çoğunluğu içinde bu krizin sorumlusu olarak görülmektedir.

AKP-MHP iktidarını ayakta tutan zorbalık

Ekonomik ve siyasal alanda çıkışsızlık yaşayan mafyatik saray rejiminin uyguladığı politikalar, çürüdüğünü ve kaba şiddet dışında elinde etkili bir araç kalmadığını gösteriyor. Sermaye devleti ve dümenindeki AKP’nin manevra alanı daraldıkça saldırganlığı artıyor. Krizi yönetemedikçe şiddet aygıtlarına daha fazla sarılıyor. Yaşanan süreç, bir toplumsal muhalefetin gelişebileceğine dönük beklentileri arttırırken, zorbalığın da bir araç olarak kullanılacağını, kullanıldığını göstermektedir.

Türkiye’yi yöneten dinci-faşist güç koalisyonunun 12 Eylül faşist darbesi ile önünün açıldığını, 15 Temmuz darbe girişiminde “eski kardeşler”e alabildiğine acımasız ve “zor”lu bir son reva görüldüğünü unutmamak gerekiyor. Ara dönemde olur olmaz yapılan tehditler bir yana, “Geçinemiyoruz” eylemleri sonrası söylemler, son MGK kararları, İBB’de yaşananlar ve muhalefete dönük “İnsan içine çıkamayacaklar”, “15 Temmuz'da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün aynı dersi evvelallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.” vb. tehditler, Kürt halkına yönelik katliamlar saray rejiminin giderek daha fazla sıkıştığını göstermektedir.

TKİP VI Kongresi’nde altı çizilen şu durum hala güncelliğini korumaktadır:

“Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullanageldiği seçmen desteği giderek erozyona uğratmaktadır. Fakat patlak verecek güçlü bir halk hareketiyle yerin edilmediği sürece, o bir iktidar gücü olarak kalmak kararlığındadır. Bunun için iç savaş tehdidi de dahil her türlü gayrı meşru yol ve yöntemi kullanmak niyetinde olduğunu şimdiden göstermiştir. Fakat düzen içi siyasal güç dengelerinde işler başka türlü seyretse bile, en azından iktidar ortağı olarak kalacaktır. Emperyalist odakların ve onunla uyumlu büyük sermaye gruplarının manevraları konusunda yanılgıya düşmemek için bunu göz önünde bulundurmak önemlidir.”