Saray rejiminin “seçim sath-ı maili”

İşçi sınıfı ve emekçilerin kokuşmuş Saray rejiminden hesap sormak için mücadeleye atılmaları dışında bir çıkış yolları bulunmuyor. Beka sorunu yaşayan bu rejim seçim propagandası devam ederken bile grev yasaklıyor. Yani histerik bir işçi ve emekçi düşmanlığı rejimin iliklerine kadar işlemiştir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Ocak 2023
  • 19:00

Son günlerde “ülke seçim sath-ı mailine girdi” ifadeleri daha sık duyulmaya başladı. Saray rejiminin gündeme getirdiği birçok icraat sıralanarak “Tayyip Erdoğan aynı anda bütün tuşlara bastı” yorumları yapılıyor. EYT, vergi affı, maaş zamları, dolar kurunun sabit tutulması için yapılan müdahaleler, toplu konut projesi, her konuşmada düzen muhalefetinin pervasızca hedef alınması, siyasi cinayetlerin işlenmeye başlaması, rejim sözcülerinin karşıtlarına tehditler savurması vb… Tüm bunlar toplumsal meşruiyetini yitiren Saray rejiminin “oy devşirme” hamleleri olarak gündeme getiriliyor. Rejimin saraylarda sefahat süren şefleri o kadar pişkin ki, kürekle aldıklarından bir kısmını kaşıkla vererek oy devşirebileceklerini var sayıyor.

“Tarihi önem” atfedilen, “hayat/memat meselesi” olarak sunulan seçimlere hazırlık sürecine bakıldığında, mafyatik rejimdeki kesif çürümenin vardığı boyutu gözler önüne seren iğrençlikler dışında henüz bir şey görülmüyor. İcraatları tiksinti verici olmakla birlikte şaşırtıcı değil. Zira halkın çoğunluğunu sefalete sürükleyen, gırtlağına kadar çirkefe batan, din istismarında tüm sınırları zorlayan, yasa-kural tanımazlığı bir “norm” haline getiren, anayasayı paçavra misali ayaklar altına alan, biat etmeyenleri zorbalıkla sindirmeye çalışan bir rejimden başka bir şey beklenemez.

***

Seçimler söz konusu olduğunda anayasayı tanımamak, bir paçavra misali ayaklar altına almak, genelde Saray rejiminin özelde AKP şefinin “sıradan” davranışlarından biridir. Haziran Direnişi’nden sonra “olağan” koşullarda seçim kazanma şansını yitiren AKP ancak hile/hurda, kan dökerek, oy çalarak, mühürsüz oyları sayarak, sonuçları tanımayarak seçimlerde üstünlük sağlayabildi. Yani “milletin iradesi” yaklaşık on yıldan beri bu rejim tarafından kaba bir şekilde çiğneniyor. Bu süreçte düzenin anayasasının pervasızca çiğnenmesi adım adım “olağan” bir icraat haline getirildi. Bu fütursuzluğa yargı aygıtının “Saray rejiminin sopası” haline getirilmesi de eklendi. Örneğin “anayasa” hükümlerine göre Tayyip Erdoğan’ın tekrar cumhurbaşkanı adayı olması mümkün değil. Olabilmesinin tek koşulu, meclisin üçte iki çoğunlukla erken seçim kararı almasıdır. Oysa bunu dikkate alan yok…

“Aday olma” koşulu anayasaya göre böyledir. Ancak anayasayı çiğneme konusunda “ayrıcalıklı” olan AKP şefi, müritleri, dalkavukları ve tüm suç ortakları kendi bildiklerini okuyorlar. “Normal şartlarda” aday olma hakkı bile olmayan Tayyip Erdoğan’ın tam bir pişkinlikle sahneye çıkıp seçim tarihi ilan etmesi dalkavuklar tarafından tezahüratla karşılandı. Düzen muhalefeti ise anayasayı ayaklar altına alan bu karara kayda değer bir itiraz bile gösteremedi. Daha önce bu konuda edilen keskin laflar bir anda unutuldu. Altılı Masa’nın şefleri “14 Mayıs’ta bu rejimi göndereceğiz” demeçleri vermeye başladı.

***

 Düzen muhalefetinin AKP şefinin anayasayı çiğnemesini “olağan” karşılaması, doğal olarak farklı tartışmalara vesile oldu. Saray rejiminin deforme ettiği sistemi düzeltme vaadinde bulunan düzen muhalefeti, anayasanın ayaklar altına alınmasına ses çıkarmayarak, deformasyondan payına düşeni aldığını gösterdi. Devletin tepesindeki kişinin küstahça bir tutumla anayasayı çiğnenmesine bile tepki gösteremeyenlerin deforme olan sistemi nasıl düzeltebilecekleri sorusu orta yerde duruyor.

Bu utanç verici tutumdan da vahim olanı, eleştirilere verdikleri yanıtlarda mafyatik rejimin tüm dayatmalarına teslim olduklarını itiraf etmeleridir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, anayasa ihlali karşısındaki pasifliğini, yargının Saray rejiminin hizmetinde olmasıyla izah ediyor. Yargının bir aparat gibi kullanıldığı elbette doğrudur. Zira Anayasa Mahkemesi’nden Yargıtay’a, Yüksek Seçim Kurulu’ndan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na, alt kademe hakim ve savcılara kadar her kademede Saray rejiminin dalkavukları var. Bunların çoğunlukla üstten gelen emirlere uyduğu, buna göre kararlar aldığı da bir gerçek. Yani anayasa yargının en üst kurumları tarafından pervasızca çiğneniyor. 

Kılıçdaroğlu’nun bu rezaleti dile getirmekle yetinmesi, ancak buna karşı mücadele etme gücünden yoksun olduğunu göstermesi, düzen muhalefetinin açmazının göstergesidir. “Yargı onun elinde, dolayısıyla istediği gibi anayasayı çiğner, biz buna karşı bir şey yapamayız” demek, bir tür teslim bayrağını çekmektir. Hal böyleyken düzen muhalefetinin “yüksek” vaatlerde bulunması, kaba bir tutarsızlığın dışa vurumudur. Zira on yıldır kan dökmek dahil her türlü kirli yöntemle seçim sonuçlarını eğip/büken bu rejimin, 14 Mayıs’ta aynı şeyi yapmasının önünde nasıl bir engel olduğu belli değil. Düzen muhalefeti hem vaatlerle kitlelerin tepkisini sakinleştiriyor hem “yasa/kural/hukuk tanımayan diktatöre bir şey yapamıyoruz çünkü yargı onun elinde” diyor. Bu durum rejimdeki çürümenin vardığı boyutu göstermekle birlikte, düzen muhalefetinin vaatlerinin altının boş olduğunu da gösteriyor.

***

21 yıldır iktidarda olan AKP şefi her zamanki pişkin tutumuyla “yeter, söz milletin!” lafını ediyor. Bu kadar süreden beri “milletin” sırtında boza pişiren rejimin tepesindeki kişi, “bize oy verin ki, sizi içine sürüklediğimiz sefaleti kalıcı hale getirelim” diyebilecek kadar işçi ve emekçileri küçümseyen bir tutum sergiliyor. Zira “düşük yoğunluklu şeriat” ve “koyu sefalet” dışında vaat edebileceği bir şey kalmadı.

Saray rejimini devireceğini vaat eden düzen muhalefeti ise, Tayyip Erdoğan’ın yasa/kural tanımazlığı karşısındaki utanç verici tutumuyla, seçimden galip gelse bile derinleşen sorunlara çözüm üretme gücünden yoksun olduğunu hissettiriyor. Aldıkları tutumlar, işçilere, emekçilere, gençlere, kadınlara ve toplumun ezilen diğer kesimlerine verdikleri vaatleri yerine getirmekten aciz olduklarını gösteriyor. Saray’ın zorba rejimi karşısında sergiledikleri teslimiyet, bu tür vaatlere bel bağlamanın işçi ve emekçiler için hayal kırıklığından başka bir şey yaratması mümkün değil.

İşçi sınıfı ve emekçilerin kokuşmuş Saray rejiminden hesap sormak için mücadeleye atılmaları dışında bir çıkış yolları bulunmuyor. Beka sorunu yaşayan bu rejim seçim propagandası devam ederken bile grev yasaklıyor. Yani histerik bir işçi ve emekçi düşmanlığı rejimin iliklerine kadar işlemiştir. Sermayeye hizmette sergilenen bu pervasızlığın hesabının emekçiler tarafından sorulması büyük önem taşıyor. Zira işlediği ağır suçlara rağmen rejimden hesap sorulmazsa, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadeledeki heybeti zayıflamış olacak.

Bu koşullarda işçi ve emekçilerin, kendileri de sermayenin şu veya bu kesimini temsil eden düzen muhalefetinden medet umması veya vaatlere kanarak meşru-fiili mücadeleden uzak durması büyük bir kayıp olacaktır. Elbette Saray rejiminin sorunları görülmemiş derece derinleştirdiği bir gerçek. Ancak bu, sorunların bizzat kapitalist sistemden kaynaklandığı gerçeğini değiştirmez. Düzen muhalefeti istese de -ki böyle bir isteği olduğuna dair hiçbir belirti görünmüyor- bu sorunları çözemez. İşçi ve emekçiler lehine bazı demokratik-sosyal düzenlemelerin yapılması bile, ancak işçi ve emekçilerin örgütlü, fiili-meşru mücadelesinin gücüyle mümkün olabilir. Buna karşın bu düzende işçi ve emekçiler için bir kurtuluşun olamayacağı, sınıfsız-sömürüsüz sosyalist bir dünya kurma süreci başlamadan kapitalizmin yapısal sorunlarının ürettiği yıkımdan kurtulmak mümkün olmayacaktır.