Gerici-faşist sermaye iktidarı son yıllarda sağlık alanında yaptığı düzenlemeler ile sağlık sistemini çöküşe sürükledi. Sağlık, eğitim gibi en temel kamusal hizmetleri eşi benzeri görülmemiş bir çapta ve hızda piyasalaştırdı. Yandaş sermayedarlara milyonlarca işçi ve emekçinin sağlık ve eğitim hakkını peşkeş çekti. Üstelik başta sağlık alanında olmak üzere bütün bunları yaparken büyük bir aymazlıkla bu soygunu “sağlıkta gelişim/dönüşüm” adı altında topluma sundu ve göz boyamaya çalıştı. Yandaş medya kanallarında “hastanelerde sıra beklemeye son!” propagandası yaptı. Pandemi döneminde yaşananlar ise, bu dönüşümün sundukları gibi övünülecek bir dönüşüm olmadığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Covid-19 pandemisi sağlıkta piyasalaşmanın sonuçlarını doğrudan topluma yaşattı. Kapitalizmin sağlık politikasının “paran kadar sağlık!” olduğunu işçi ve emekçilere gösterdi. Pandemi ilk çıktığı günden bugüne en çok yoksul işçi ve emekçileri etkiledi. Erken tanı konamayan, teste erişemeyen, yoğum bakımda yer bulamayan binlerce işçi ve emekçi yaşamını yitirdi. Kendisi de sağlık tüccarı olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, pandemi boyunca bütün bir toplumla alay edercesine “hastalığa karşı en büyük silahınız yakalanmamak” gibi anti-bilimsel ve içi boş açıklamalar yaptı.
Çöken sağlık sisteminin en ağır faturalarından biri de sağlık emekçilerine kesildi. Bütün pandemi döneminde insan üstü bir emekle çalışan sağlık emekçileri alınmayan önlemler, uzun çalışma saatleri, yetersiz koruyucu ekipman ve düşük ücretlerle “ölümüne çalıştırıldı.” Nitekim bu dönemde pandemiden kaynaklı yüzlerce sağlık emekçisi yaşamını yitirdi.
Pandemi, sömürücü sermaye düzeninin sağlık politikalarının, işçi ve emekçiler için ne denli büyük bir yıkım anlamına geldiğini gösterdi.
Peki sağlık sisteminde yaşanan sorunlar yalnızca bunlar mı? Pandemide, sağlık sisteminde yaşanan sorunlar buzdağının görünen bir kısmıydı. Görünmeyen kısmında ise sağlıkta şiddet, sağlık emekçilerine performans dayatmaları, şehir hastaneleri soygunu gibi gerçekler yatıyor.
Muayene sürelerini 5 dakikaya düşüren, sağlık emekçilerine performans dayatması ile günde yüzlerce hastaya bakmaya mecbur bırakan gerici-faşist rejim, sağlık emekçilerinin emeğini sömürmeye devam ediyor. Sağlık emekçilerinden beş dakika içinde hastaları muayene etmesi ve tanı koyup tedavi etmesi bekleniyor. Uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, aile hekimliği ceza yönetmeliği gibi düzenlemeler ile sağlık emekçileri gerici-faşist rejimin baskı ve saldırılarına maruz kalıyor. Bu sorunlar sağlıkta şiddetin adeta önünü açtı. Sağlık emekçileri bu sorunların kaynağı gibi gösterilerek hastalarla karşı karşıya getirildi. Her gün bir hastaneden sağlık emekçilerine dönük şiddet haberi geliyor. Sağlık emekçilerinin en temel taleplerinden olan “Sağlıkta Şiddet Yasası” uzun yıllardır gerici iktidar eliyle sürüncemede bırakılıyor. Bütün bunlara karşı Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) başta olmak üzere meslek odaları ve sendikalar, 2022 yılını Türkiye çapında yaygın ve önceki yıllara göre daha kitlesel iş bırakma eylemleri ve grevlerle karşıladı. Bu grev, protesto eylemler karşısında Erdoğan, sağlık emekçilerini, sendika ve meslek odalarını hedef göstererek “giderlerse gitsinler” dedi. Yanında onlarca sağlık emekçisi ve taşınabilir bir hastane donanımı ile dolaşan Erdoğan, işçi ve emekçilere “onlar giderse gitsin, siz de sağlık hakkına erişmeyiverin!” dedi.
Gerici-faşist iktidar düzenli aralıklarla gerici bir histeri dalgası yaratarak TTB, SES ve meslek odalarını hedef gösterdi. Bu hedef göstermenin gerisinde “sağlıkta piyasalaşmayı gizlenme” amacı yatıyor. Çünkü gerici rejimin bütün bu uygulamaları ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunlar yumağı sağlıkta piyasalaşma adımlarının birer sonucudur. Sağlıkta piyasalaşmanın bir diğer önemli adımını ise Şehir hastaneleri soygunu oluşturuyor.
Şehir hastaneleri soygunu
Şehir hastaneleri kamu kaynaklarının, işçi ve emekçilerin alın terinden gasp edilen çeşitli vergilerin yandaş şirketlere eşi benzeri görülmemiş bir soygun mekanizmasıyla aktarılmasının adıdır. Türkiye’nin birçok kentinde onlarca kritik devlet hastanesi kapatılarak şehir hastaneleri açıldı. Şehir hastaneleri yap-işlet-devret modeliyle yapılıyor. Şehir hastaneleri için yandaş şirketlere büyük teşvik ve vergi muafiyetleri veriliyor. Hastanenin kurulduğu arazi hazineden ücretsiz olarak tahsis ediliyor. Sağlık Bakanlığı hastaneyi yapacak yandaş sermayeye belli bir hasta garantisi ve kira/hizmet bedeli ödüyor. Sözleşme Sağlık Bakanlığı ile sermayedarlar arasında en az 25 yıllık süre ile yapılıyor. Üstelik döviz kuruna endeksli olarak...
Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan haberlere göre, döviz kurunun yükselmesi sonucu şehir hastanelerine ayrılan bütçe Sağlık Bakanlığı’nın toplam hizmetlerine ve projelerine ayrılan bütçeyi geçmiş durumda. 2022 Sağlık Bakanlığı bütçesinde tüm sağlık yatırımlarına 29 milyar lira ayrılmışken, şehir hastanelerinin kira ve hizmet bedellerine 21,5 milyar lira ayrıldı. Bugünkü döviz kuruyla bu hastanelerin kira ve hizmet bedelleri 33 milyar 769 milyon liraya kadar çıkmış durumda. Altı ayda bu hastanelerin kira ve hizmet bedeli toplamında yaklaşık 11 milyar 900 milyon TL bir artış yaşandı. Eski Ekonomi Bakanı Berat Albayrak, döviz kurunun yükselişini protesto edenler için “dolarla mı maaş alıyorsunuz?” demişti. İşçi ve emekçiler elbette dolarla ücret almıyor. Ama anlaşılan o ki, işçi ve emekçilerin alın terinden yapılan kesintiler ile fonlanan devlet hazinesi, yandaş sermayedarlara dolar olarak döviz aktarıyor. Şehir hastaneleri işte bu yüzden kurulduğu günden bu yana birer soygun makinesi gibi çalışıyor.
Gerici-faşist sermaye iktidarı sağlık alanında milyonlarca TL’yi yandaşlarına aktarırken işçi ve emekçiler sağlık hakkına erişimi imkanını günbegün kaybediyor. Sağlık emekçileri ise, az personelle çok iş yapmaya zorlanıyor. Bütün bunlar sağlık sistemini büyük bir çöküşün eşiğine sürüklemiş bulunuyor. Kapitalist sistemin yasaları hüküm sürdükçe, bu çöküş kaçınılmaz olacaktır. Çünkü kapitalist sistem sağlık hakkını satılabilir bir meta, sağlık emekçilerini ise birer sömürü nesnesi olarak görüyor. Bütün bu sorunların bir yanında sermayedarlar, gerici-faşist sermaye iktidar ve yandaş yiyiciler ordusu var. Öte yanında ise yoksul işçi ve emekçiler, sağlık emekçileri var. O yüzden, sağlık hakkı ve sağlık emekçilerinin hakları için yürütülen mücadelede birlik ve dayanışma en güçlü silahtır.