Toplumun geniş kesimlerine yoksulluk, sefalet ve eziyet dışında bir şey vaat edemeyen, ülke kaynaklarını pervasızca yağmalayan, krizleri aşmak bir yana günden güne derinleştiren AKP-MHP rejimi, dış politikada çevirdiği kirli oyunlarla bunca sorun yaşattığı emekçilerin dikkatini farklı alanlara çekmeye çalışıyor. Savaş çığırtkanlığından sahte kabadayılık gösterilerine, yapay krizler üretmekten etrafa tehditler savurmaya birçok alanda histerik çıkışlar yapıyor.
Finlandiya ve İsveç’in emperyalist savaş aygıtı NATO’ya katılma talebini pazarlık yapmak için fırsat sayan rejim, ortada ciddi bir neden yokken, Yunanistan’la ilişkileri provoke eden taktikler izlemeye başladı. AKP şefinin vaazlarından taşan histeri, Suriye’ye saldırı hazırlığı ve işgal edilen Suriye topraklarının ilhak edileceğine dair vaazlar da doruğa çıktı.
Suriye’de vahşi katliamlar yapan cihatçı teröristlere destek veren, TSK’yı (Türk Silahlı Kuvvetleri) Suriye’ye saldırtan, birçok Suriye kentini işgal eden ve tam bir pervasızlıkla bununla övünen rejim, yeni saldırı planını “meşru güvenlik adımları” diye pazarlıyor. Suriye topraklarını ilhak etme ile Kürt halkına düşmanlık üzerine kurulan bu saldırgan politika, saray rejiminin bölge halkları için nasıl da büyük bir tehdit oluşturduğunu gözler önüne seriyor.
***
AKP-MHP rejimi, son MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısında saldırganlık, savaş ve ilhak politikasına daha çok ağırlık verme kararı aldı. Yeni saldırılar başlatmaya hazır olduklarını ilan eden AKP şefinin konuşmasında yer alan şu ifadeler saraydaki histeri hakkında fikir veriyor:
“Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı ve Pençe-Kilit’le güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu darmadağın ettik… Güney sınırlarımız boyunca, 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızın yeni bir safhasına geçiyoruz. Tel Rıfat ve Münbiç'i teröristlerden temizliyoruz. Ardından da aşama aşama diğer bölgelerde aynısını yapacağız… Türkiye'nin bu meşru güvenlik adımlarına bakalım kimler destek verecek, kimler köstek olmaya çalışacak, göreceğiz.”
11 yıldan beri cihatçı terörü besleyen, IŞİD dahil tüm cihatçı çetelerle iş birliği/suç ortaklığı yapan saray rejimi, Kürt halkının kazanımlarını ‘terörle’ özdeş göstermeye çalışıyor. Güya Rojava’daki yönetim Türkiye için bir tehdit oluşturuyor. Uydurduğu bu gerekçeden hareketle emperyalistlerden Rojava’ya saldırı konusunda destek talep ediyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay vermeyi de Suriye’ye saldırıya destek vermeleri koşuluna bağlıyor.
***
Suriye’ye saldırı ve sınır boyunca toprak ilhakı konusunda sergilenen histeri, AKP-MHP rejiminin kendi bekası için yeni bir savaşa girişecek kadar gözü dönmüş olduğunu gösteriyor. Bu saldırganlığın altında yayılmacılık heveslerinin dışa vurumu ile Kürt halkına düşmanlık da var elbet.
Tel Rıfat, Menbic, Kobani, Ayn İsa kentlerini işgal edip Suriye topraklarından 30 km. derinliğindeki alanı ilhak edeceklerini ilan eden AKP şefi, Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km. genişliğinde bir koridor oluşturacaklarını söylüyor. Diğer bir ifadeyle Hatay’dan Irak sınırına kadar uzanacak bu alanı bir tür ‘cihatçı teröristler yuvası’ haline getirmek istediklerini ilan ediyorlar.
Yüzlerce kilometre uzunluğundaki bu alanı işgalci bir güç olarak TSK’nin uzun süre tek başına kontrol etmesi mümkün değil. Dolayısıyla IŞİD ve onun türevlerinden ‘Suriye Milli Ordusu’ adıyla birleştirilen cihatçı çetelerin cirit atacağı bir alan oluşturmaya çalışıyor. Cihatçıları yayılmacı heveslerinin aparatı olarak kullanan rejim böylece hem Suriye yönetimine hem PYD’ye karşı kullandığı cihatçı çeteler için kalıcı ve korunaklı bir alan yaratmak istiyor. Bu ise, Suriye başta olmak üzere tüm bölge halklarının geleceğinin tehdit altına alınması anlamına geliyor. Zira cihatçı terörün ürediği bir bataklığın oluşturulup TSK tarafından koruma altına alınması sadece Suriye için değil, Türkiye ve tüm bölge halkları için de yeni felaketlere zemin hazırlamak anlamına geliyor.
***
‘Gösterişli’ bir vaazla ilan edilse de Suriye’ye saldırı için kesin bir tarih verilemedi. Göründüğü kadarıyla Rusya böyle bir saldırıya karşı çıkıyor. Zira hedef alınacağı söylenen bölgenin bazı noktalarında Suriye ordusu ile birlikte Rus ordusunun askerleri de mevcut. Bazı haberlere göre Rus güçleri bölgeye askeri takviye de yapıyor. Bu arada ABD’nin de saldırıya onay vermediği anlaşılıyor. Saray rejiminin yaptığı açıklamalarla Suriye ve Rojava’daki ‘özerk yönetimi’ tehdit etmesine rağmen saldırının başlatılmaması, en azından şimdilik Rusya ile ABD’nin ‘yeşil ışık’ yakmadığını gösteriyor. Bu arada ABD, saray rejiminin cihatçı çeteleri beslemesine, bazı kentleri işgal etmesine ve Suriye’de istikrarı bozmasına destek veriyor. Zira bu politikalar emperyalist/siyonist güçlerin çıkarlarına hizmet ediyor. Ancak Biden yönetimi, Fırat’ın doğusuna saldırı için şimdilik onay vermiyor.
Saldırının başlayamaması dinci-faşist rejimin niyetlerinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Beslediği cihatçı çeteleri ortalığa salarak ‘gövde gösterisi’ yaptırtan rejimin kendisi de askeri yığınak yapmaya devam ediyor. Saray borazanı medyanın aktardığına göre saldırı için gerekli olan tüm hazırlıklar yapılmıştır. TSK himayesindeki cihatçı çeteler askeri konvoylarla gösteriler yaparken, Suriye ve Rus ordularının bölgeye takviye güçler sevk etmeleri, YPG’nin ise olası bir saldırıya karşı hazırlık yapması, saldırı tehdidinin ciddiye alındığını ve çatışma riskinin devam ettiğine işaret ediyor.
***
Sefil bekası için saldırganlık, savaş, ilhak histerisine bu kadar kendini kaptıran saray rejimi, bu politikalarını hayata geçirebilmek için devasa bir bütçe ayırıyor. Rejim ve etrafındaki kapitalist asalaklar ise ülke kaynaklarının kayda değer bir kısmını yağma ve talan projeleriyle gasp ediyor. Bütün bu yağmanın/talanın faturası Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerinin sırtına yıkılıyor.
Tüm veriler çöküşün eşiğine gelen AKP-MHP rejiminin toplumun geniş kesimlerini sefalete sürükleyen bu uğursuz politikalarında ısrarlı olduğunu gösteriyor. Her şeyi seçimlere endeksleyen düzen muhalefetinin bu politikalara ne kadar muhalif olduğu belli olmasa da bunları toplum nezdinde teşhir edebilecek ya da durdurabilecek durumda olmadığı ise kesin. Rejimin bu pervasızlıklarını ancak örgütlü bir toplumsal muhalefet durdurabilir. Bu da ancak işçi sınıfı ve emekçilerin kendilerine dayatılan sefaleti/eziyeti reddetmeleri ve topluma karşı bu ağır suçları işleyen rejimden hesap sormalarıyla mümkün olacaktır.