Saray rejiminin savaş histerisi dinmiyor

Ülkeyi bu derin bataklığa sürükleyip atan saray rejimi ile aparatları, bir yandan gündemi değiştirmek, şoven ırkçılığı körüklemek, öte yandan yayılmacı heveslerine uygun olarak savaş çığırtkanlığı yarışına girdiler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Ağustos 2022
  • 19:00

Sermaye iktidarının, daha özel planda AKP-MHP şeflerinin kaba/militarist söylemleri toplumun geniş kesimlerini bezdirmiş durumda. Tüm kepazeliklere rağmen halen saray rejimine destek verenlerin de bu dilden hoşnut olup olmadıkları belli değil. Zira söylemde kabalık/tehdit dozu arttıkça, toplumun ezici çoğunluğu için yaşam daha bir zorlaşıyor, hatta eziyete dönüşüyor.

Bu militarist söylemin dış politikaya yansıması kaba hatlarıyla şöyle oluyor: Komşu ülkelerin egemenlik haklarının ayaklar altına alınması, zaman zaman havadan bombalanması, belli toprak parçalarının işgal edilmesi, askeri üsler kurulması, “bir gece ansızın gelebiliriz” türünden tehdit dozu yüksek iğrenç söylemlerin tekrarlanması…

Kronik hal alan bu gözü dönmüş saldırganlık Ortadoğu halklarının dinci-faşist rejimden nefret etmesine neden oluyor. Bir dönem Filistin davasını istismar etme bağlamında İsrail’e bazı “sert” laflar eden AKP şefi, Arap halkları tarafından bir tür “kahraman” zannedilmişti. Gelişmeler bu vahim yanılsamayı da ortadan kaldırdı. Zira artık bölge halkları da AKP ile Siyonist rejim arasındaki çok yönlü ilişkileri biliyor. Tayyip Erdoğan’ın işgalci/ilhakçı bir çizgiyi temsil ettiğinin farkındadır. Filistin halkının davasının Tayyip Erdoğan’ın umurunda olmadığını, o davayı hevesleri için bir araç olarak kullandığının farkına varılmıştır. 

Rejim içi çelişki ve çatışmalar şiddetlendi

İçeride yağma/talan, dışarıda saldırgan/işgalci politika izleyen rejim, ülke ekonomisini iflasa sürüklemiştir. Devletin kurumları da siyasi yapı da iliklerine kadar çeteleşmiş/mafyalaşmış durumdadır. Rejimin temsilcileri, rütbeli askerler, kapitalistler, mafya babaları, dolandırıcılar aynı karelerde buluşuyor. Kapitalizmin yarattığı bu ucube rejimin milyonlarca işçi ve emekçi için anlamı ise açlık sınırının altında bir ücret karşılığında kölece çalışma koşullarına mahkum olmak.

Ekonomik krizin derinleşmesi rejim içi çelişkileri de şiddetlendirdi. Diğer bir ifadeyle mafyalar/çeteler/kontralar arası parsa paylaşımı kavgasında kılıçlar çekildi. Yağma/talan havuzu doluyken bunların hepsi mutlu/mesut bir şekilde geçinip gidiyordu. Ancak havuzun suyu çekilmeye başlayınca iç çatışmalar şiddetlendi. Tehditler, ifşaatlar, suç ikrarları ortalığa saçılmaya başladı. Mafyatik rejimin ayaklarından biri olan tarikat/cemaat gibi karanlık yuvalarında bile birbirini kasetlerle tehdit etme vakaları yaşanıyor. Havuzun doldurulmasında önemli bir kalem olduğu anlaşılan kokain ticareti de aksamaya başlamış görünüyor. Çirkef ortalığı saçıldıkça kolluk kuvvetlerinin, yargı mensuplarının, AKP-MHP şeflerinin de bu pisliğe gırtlaklarına kadar battıkları gerçeği daha bir görünür hale geliyor. Bu iğrenç tablo rejimin sınıfsal açıdan da siyaseten de ahlaken de tam bir çürüme/kokuşma bataklığında yüzdüğünü gözler önüne seriyor. Bu arada özellikle orta boy sanayi işletme sahibi kapitalistler de durumdan şikayetçi olduklarını dillendirmeye başladılar.

“Teröre karşı mücadele” yalanı

Ülkeyi bu derin bataklığa sürükleyip atan saray rejimi ile aparatları, bir yandan gündemi değiştirmek, şoven ırkçılığı körüklemek, öte yandan yayılmacı heveslerine uygun olarak savaş çığırtkanlığı yarışına girdiler. Saldırganlık, Irak’ta rutin bombalamalar ya da suikastlar şeklinde devam ederken, Suriye topraklarına yeni bir saldırı başlatma hazırlığı olarak gündemde tutuluyor. Geçen yıllarda defalarca Suriye topraklarına saldırı düzenleyen, birçok kent ya da kasabayı işgal eden Türk Silahlı Kuvvetleri, saray rejiminin emriyle hem Fırat’ın batısına hem doğusuna saldırı için yine hazırlık yapıyor.  

AKP şefi Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Tahran zirvesinde buluştuklarında gündem Suriye’ye saldırı idi. Ancak ne Putin ne Reisi saldırıya “yeşil ışık” yaktı. Her iki lider de Suriye’ye saldırının cihatçı terör örgütlerine hizmet edeceğini belirtti. İran yönetimi ise, saldırıya karşı olduğunu kamuoyuna da duyurdu.

5 Ağustos’ta Putin’le görüşecek olan AKP şefinin, yine Suriye’ye saldırı konusunda pazarlık yapacağı söyleniyor. Taraflar arasındaki çıkar ilişkileri kirli pazarlıklara uygun bir zemin hazırlıyor. Buna rağmen Putin’in Suriye’de yeni bir işgal saldırısına onay vermesi pek olası görünmüyor. Yine de içeride çöküşe giden saray rejiminin sınırlı da olsa bir saldırı yapabileceği söyleniyor. Saldırının seçimler öncesi sürece denk getirileceği yönünde değerlendirmeler yapılıyor.

Mafyatik rejimin merkezi olan sarayın bazı görevlileri, ısrarla saldırının yapılacağını söylüyorlar. AKP şefinin sözcüsü İbrahim Kalın, Bloomberg’in sorularına verdiği cevapta şu ifadeleri de kullandı: “…Cumhurbaşkanı yeni bir askeri harekâtın her an olabileceğini söyledi. Bunun için de biz kimseden izin alacak değiliz. Kimseye bir takvim açıklamak zorunda değiliz ama kendi güvenlik risklerimizle ilgili değerlendirmemiz bağlamında böyle bir operasyon her an yapılabilir.”

Bu tehditleri AKP şefinden sarayın savunma bakanına, medyadaki tetikçilerden dışişleri bakanına kadar pek çok kişi dillendiriyor. Bu kaba-saba saldırganlığın bahanesi ise, “teröre karşı mücadele” diye pazarlanıyor. Oysa Suriye’de dünyanın en büyük cihatçı terör ordusunu besleyen de kullanan da AKP-MHP rejimidir. Yani dünyada en çok teröristi himaye eden, onlara maaş bağlayan bu rejim, yayılmacı/ilhakçı heveslerini “terörle mücadele” söylemiyle örtmeye çalışıyor. Elbette bu zırvaya inanan yok. Zira yayılmacılık/ilhakçılık histerisinin baki olduğu dikkate alındığında, bu ‘motivasyon’ esas olarak Kürt halkına düşmanlıktan besleniyor. Bir türlü dinmeyen saldırı histerisinin üç temel nedeni olduğu görülüyor: Resmi politika haline getirilen yayılmacı ilhakçılık, Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarını ortadan kaldırmak, iç politikada çöküşü şu veya bu şekilde ertelemek… 

Kürt sorununun çözümünde tam bir açmaz

İç politikada öne çıkartılan ve şoven/ırkçılığı körüklemenin bir aracı olarak kullanılan Kürt halkına düşmanlık, rejimin en çok üzerinden durduğu konu. Zira halkın büyük çoğunluğu sağlıklı beslenme imkanından bile yoksunken, her gün milyonlarca dolara mal olan, komşu halklara ise büyük bedeller ödeten bu kaba saldırganlığı kitlelerin desteklemesi için hiçbir neden yok. Irkçılığı körükleyen rejim, buradan kitle desteğindeki erimeyi güya durdurmayı hedefliyor.  

Bir asırlık ömrü olan Türkiye Cumhuriyeti, Kürt halkının taleplerini gözeten bir çözüm yolu arayacağına, Kürt halkının diğer ülkelerdeki kazanımlarını ortadan kaldırmak için çatışma ve savaş bataklığına saplanmayı göze alıyor. Bu hem iç politikada hem dış politikada hem Kürt sorununun çözümü konusunda rejimin tam bir açmaz içinde olduğunu gösteriyor.

Bu kokuşmuş rejimin meşruiyeti de toplumsal desteği de ortadan kalkmış bulunuyor. Çeteler arası çatışmaların vardığı boyut ve ortalığa saçılan pislikler, rejimin üstünde bastığı zeminin kayganlığını da gözler önüne seriyor. Sorun bu iğrenç rejim belasını çöplüğe atacak olan sınıf ve kitle hareketinin henüz gelişmemiş olmasıdır. Dolayısıyla ayakta kaldığı her gün yeni belalar üretiyor. Böylece hem Türkiye hem bölge halklarının ödediği bedeller de ağırlaşıyor. Toplumu bu musibetten kurtarabilmenin tek yolu var; o da devrimci bir sınıf ve kitle hareketinin örgütlenmesidir.