24 Haziran 2018 tarihinden itibaren kapitalistlerin demir yumruğu görevini üstlenen tek adam rejimi, bu dört yılda işçi sınıfının ve emekçilerin analarından emdiği sütü burnundan getirmiştir. Altın çağını yaşayan kapitalistler ise, tam da bu rejim sayesinde işçi sınıfına katmerli sömürüyü kolayından dayatmış ve haklarını gasp etmiştir. Servet-sefalet arasındaki kutuplaşmanın iyice derinleştiği bu dönemde, işçi sınıfı ülke tarihinde hiç olmadığı kadar yokluk, yoksulluk ve köleliğe maruz bırakılmıştır.
Geçtiğimiz günlerde DİSK-AR, rejimin dört yıllık bilançosunu anlatan raporu kamuoyuna sunarak bu dönemin kaybedeninin işçi sınıfı olduğunu rakamlarla anlattı. “Başkanlık rejiminde enflasyon yüzde 15’ten yüzde 74’e fırladı, ABD doları 4,8 liradan 17,4 liraya yükseldi. 2018-2022 arasında asgari ücret döviz cinsinden 92 dolar geriledi. Geniş tanımlı işsizlik oranı 5,4 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı 2,6 milyon arttı. Emeğin milli gelir içindeki payı yüzde 37,8’den yüzde 31,5’e geriledi. Asgari ücretin Kişi Başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranı yüzde 53’ten yüzde 37’ye geriledi” ifadelerinin yer aldığı rapora bakıldığında, rejimin işçi sınıfı için nasıl da tam bir felakete dönüştüğünü kanıtlamaktadır.
‘60’lı ve ‘70’li yıllarda serpilip gelişen Türkiye işçi sınıfı, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için mücadele yürütmekteydi. Sermaye sınıfı da her defasında karşı saldırıya geçmek için fırsat kollamaktaydı. Tam da bu nedenle 12 Eylül askeri faşist darbesinin işçi sınıfına ve devrimci harekete yönelik yapıldığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Kapitalist-emperyalist dünyanın o dönemki krizlerini aşmak için işçi sınıfına dayattığı neoliberal politikalarını Türkiye’deki adı olan 24 Ocak Kararları, bizzat askeri faşist darbesiyle uygulamaya geçilmiştir. Üretim parçalanmış, güvencesizlik, kayıt dışı çalışmanın önü açılmış ve daha da kötüsü işçi sınıfının örgütlülükleri tasfiye edilerek katmerli köleliğe razı edilmek istenmiştir. Kısacası Türkiye o dönemden bu yana dizginlerinden boşalarak süren uygulamalarla fiilî bir emek cehennemi haline getirilmiştir.
İşte tam da bu nedenle askeri faşist darbesinin ürünü olan Erdoğan AKP’si, 20 yıldır işçi sınıfına kan kusturmaktadır. Kapitalistlerin sömürüde gemi azıya almalarını sağlayan Erdoğan AKP’si, tek adam rejiminin olduğu son dört yıldaki icraatları ile artık işçi ve emekçilere kuyunun en dibini gösterdiği açıklanan verilerle bir kez daha ispatlanmıştır.
Ucuz iş gücü piyasasında neredeyse dünyada birinci sıraya yerleşen Türkiye’ye kapitalist tekeller adeta akbabalar gibi üşüşmektedir. İşçilerin emeğini ucuzlatarak işbirlikçi sermayenin palazlanıp büyümesine ve yabancı sermayenin ise ülkeye akın etmesini sağlayan tek adam rejimi, sömürücü kapitalist sistemin siyasi temsilciliğini layıkıyla yerine getirmektedir.
Artık gericileşmiş ve çürümeye yüz tutmuş tekelci kapitalist sistem, yönetilemez hale gelen yapısal krizleri nedeniyle böylesi rejimlere ihtiyaç duyduğu açıktır. İşçi sınıfının küçük bir taviz dahi koparmasına izin vermeyen sömürücü sermaye sınıfının siyasi temsilcilerinin de tam da o nedenle kendi suretlerine bürünmüş olmaları şaşırtıcı değil. Öyle ki, baskı ve zorbalığı olağan hale getiren tek adam rejimi, kendi kurallarını yeniden oluşturarak, toplumu zapturapt altına alıp sermayeye “yürü ya kulum” demiştir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin bu karabasandan kurtulmaları için Anka Kuşu misali küllerinden yeniden doğması gerekmektedir. Sömürücü asalak sermaye sınıfının bugünden sonra da ancak zorba rejimlere dayanarak ayakta kalabileceği göz önüne alınırsa, işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı dişe diş mücadele dışında kalıcı bir çözüm yolu yoktur. İşçi sınıfının önünde iki seçenek bulunmaktadır: Ya bütün bu olan bitenleri sessizlikle karşılayarak kendisiyle birlikte toplumun barbarlık içinde yok olmasına göz yumacak ya da sömürü sistemini karşısına alıp emeğin özgürleşmesi mücadelesini yükselterek kurtuluşun yolunu açacak...