CHP’nin kurallı neoliberal düzen vizyonu

Bu vizyonla CHP’nin yapacakları, krizin faturasını yine işçi sınıfı ve geniş emekçi kitlelerinin sırtına yıkmaktan başka bir şey olmayacak. Kılıçdaroğlu ekibinin tek umudu küresel fonların hızla Türkiye’ye akmasını sağlayarak ortaya çıkacak hasarı biraz zamana yayma şansı yakalamak. Ancak küresel piyasa koşulları CHP’ye bu şansı vermeye pek müsait değil.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 14 Aralık 2022
  • 17:00

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığı altında İstanbul’da yaptığı kitlesel toplantı ile seçimler öncesindeki ekonomi vizyonunu açıkladı. Açıklanan belgede, doğal olarak CHP iktidar olursa bu vizyon ile 5 yıl sonra ekonomiyi nereye getireceklerine dair bazı rakamsal hedefler de var. Ancak bu hedeflere ulaşmak için vizyon belgesinin genel çerçevesinin dışında somut olarak nasıl bir yol izleneceğine dair bir açıklama olmadığı için hedefler havada kalıyor. Bu nedenle ekonomik hedeflerin tartışmaya değer bir anlamı yok.

Vizyon belgesinin pratikteki asıl önemi ve anlamı, içinde bulunduğumuz ekonomik ve sosyal krizden çıkışa ilişkin sonuçları. Ekonomide iyice sıkışan Saray yönetiminin bütün çabası, sistemin tamamen tıkanmasını birkaç ay için önleyip sorunları daha da büyüterek seçim sonrasına yığmaktan ibaret. Saray yönetimi “seçimden sonrası tufan” kafasıyla hareket ettiği için, seçimlerden sonra ekonomi bir enkaz haline dönüşmüş olacak. Seçimi kim kazanırsa kazansın ilk işi, artık kesinlikle sürdürülemez hale gelmiş olan ekonomik kriz olmak zorunda. CHP’nin vizyon belgesinde, krizden çıkmak için izlenecek ana yol ve daha önemlisi krizin yükünün kimin veya kimlerin sırtına ne ölçülerle yıkılacağı sorusunun yanıtı var. Vizyon belgesinin asıl önemi burada.

Toplantıda en çok alkışı, toplantının iki kadın konuşmacısı, CHP Yoksulluk ve Dayanışma Ofisi Koordinatörü Hacer Foggo ile CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke aldı. Her ikisinin konuşmasında da salonda en yüksek etki yaratan bölümleri, toplumda yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluğun geldiği boyuta değindikleri ve CHP’nin bu konudaki vaatlerini sıraladıkları yerler oldu.

CHP’nin sosyal yardım sisteminin farkı ne?

CHP’nin bu konudaki temel vaadi aile destekleri sigortası kurumu ve tüm sosyal yardımların tek çatı altında toplanması. Aile destekleri sigortasının temel işlevi, belirlenen asgari geçim düzeyine yetecek gelire sahip olmayan ailelerin gelirini bu düzeye çıkartacak farkın bu kurum tarafından karşılanması olacak.  

AKP iktidarının sosyal yardımlar için ayırdığı bütçe yıldan yıla ciddi bir artış gösteriyor. Bunun bir nedeni, yoksulluğun giderek daha da yaygınlaşması ve derinleşmesi. Bir diğer nedeni ise AKP iktidarlarının, sosyal yardım dağıtımını siyasi bir istismar aracına çevirmiş olması. AKP rejimi, sosyal yardımların dağıtımını partizanca ayrımcı bir tarzda yapmanın yanı sıra, bunu yoksul aileleri kendi siyasi hesaplarına destek olmaya zorlamanın bir aracı olarak kullanıyor. Yoksulluk yardımlarını bir siyasi istismar silahı haline getiren AKP, yoksullukla mücadele görüntüsü altında yoksulluk artışını bir araç olarak kullanan, yoksullukla son derece barışık bir siyasi yapı.

CHP’nin öngördüğü sistemle yoksulluk yardımlarının iktidar tarafından dağıtılan bir “sadaka” olmaktan çıkması, asgari geçime yetecek temel ücretin bir vatandaşlık hakkı halini alması, mevcut uygulamalara göre daha ileri ve daha iyi bir sistem olur. Ancak bu sorunun özüne ilişkin bir değişiklik değil. Sosyal yardım sisteminde yapılacak bu değişiklik, yoksulluğu ortadan kaldırmaz veya azaltmaz. Bu sistem, siyasi iktidarın mevcut yoksulluğu nasıl yöneteceğine dair farklı bir çözüm getiriyor.  

Vizyonda esas soru hangisi?

Esas soru, kurduğunuz ekonomik sistemin yoksulluğu azaltan bir sistem mi yoksa artıran ve derinleştiren bir sistem mi olduğu sorusudur. Sistemin yarattığı yoksulluğun açtığı yaranın acısını azaltmak için kullandığınız sosyal yardımların, sadaka mantığıyla mı, aile sigortası aracılığıyla mı dağıtılacağı sorusu, ikincil bir soru. İkincil soruya göreli olarak daha iyi bir yanıt verilmesi, birincil ve temel sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. Kaldı ki sosyal yardımların nasıl ve ne kadar dağıtılacağı sorusunun kendi yanıtını bile belirleyecek olan şey temel ekonomik sistemin kendisidir.

İşte asıl can alıcı nokta olan bu sorunun, yani ekonomik sistemin nasıl olacağı sorusunun yanıtını, başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak olmak üzere Selin Sayek Böke ve misafir konuşmacılar Hakan Kara ve Refet Gürkaynak’ın konuşmalarında buluyoruz.

Ekonomik ve sosyal alanda yaşadığımız derin problemlerin kaynağı ve çözümünden CHP’nin ne anladığının, CHP’nin vizyonunun ne olduğunun en iyi tarifini aslında CHP Sözcüsü Faiz Öztrak, sloganlaşmış tek bir cümle ile ifade etti: “Bize kral değil, kural lazım.”

CHP’ye göre ekonomik ve sosyal alanda yaşadığımız ağır sorunların sebebi, tek adam rejimi, tek adamın kurallara uymayan keyfi yönetimi, ekonomik kurumların başına getirilen liyakatsiz kadrolar, bu kadroların kurallara göre değil, tek adamın talimatlarına göre iş yapması imiş. Yani CHP’nin vizyonuna göre tek adam rejimi yerine parlamenter sisteme geçilir de ekonomi yönetimine “liyakat sahibi” teknokratlar atanırsa, siyasiler bu teknokratların işine müdahale etmezse, teknokratlar da işlerini neoliberal kurallara uyarak yaparsa bütün mesele çözülecekmiş.

CHP’nin Erdoğan yönetiminin ekonomik politikalarının temelini oluşturan neoliberal ekonomi sistemine bir itirazı yok, sadece onun uygulama biçimine itirazı var. Kotarmaya soyunduğu, hedefine koyduğu şey, mevcut neoliberal sistemin rehabilite edilmesinden, sağının-solunun, aksayan yerlerinin “düzeltilmesi”nden ibaret.

Oysa yaşadığımız tüm sorunların kaynağı neoliberal kapitalist sistem. Yoksulluğu üreten de yoksulluğun böylesine yaygınlaşmasına, derinleşmesine yol açan da, ekonominin sık sık tıkanma noktasına gelerek krize girmesine yol açan da neoliberal sistemin kendisi. Neoliberal kapitalist sistemin kendisine dokunmadan, hatta önündeki pürüzleri kaldırarak bu sorunlardan kurtulmak mümkün değil. Eğer iktidar olursa CHP’nin sosyal destek planlarını nasıl işleteceğini, bu soruna ne kadar kaynak ayırabileceğini de neoliberal sistemin o anki sınırları belirleyecek. 

Kimin kuralı?

CHP’nin “İkinci Yüzyıl” vizyonunu anlatan sözcüler, 2001 krizinin ardından gelen katı IMF programı çerçevesinde “Kemal Derviş reformları” ile kurumları ve kuralları inşa edilerek sağlamlaştırılan neoliberal düzenin temel direklerine dokunmak bir yana sıkı sıkıya bağlı kalacaklarını ilan ettiler. O kadar ki CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bütçe idaresinde mali kural sistemine geçme vaadinde bulundu. Mali kural, neoliberal sistemin en uç uygulamalarından birisi. Fiilen anlamı katı bir kemer sıkma politikasının sürekli uygulanması olan bu sistemin ilk vurduğu alan işçi ve emekçiler oluyor. Çünkü iş sermayenin çıkarlarına geldiğinde kemer sıkma çalışmıyor ama konu işçi ve emekçilerin haklarının ve sosyal refahın artırılması olunca kemer sıkma en katı haliyle devreye giriyor. Bu sert neoliberal maliye politikası, IMF’nin en katı kemer sıkma programlarını dayattığı ülkelerin hepsinde dahi uygulanmıyor. 

Öztrak’ın “Bize kural lazım” sözü ile kastettiği neoliberal kapitalist sistemde enerjiden telekoma, eğitimden sağlığa temel kamu hizmetlerini yürüten kamu kurumları özelleştirilir. Çoğu tekel durumundaki bu piyasaların düzeni çıkartılan yasalarla üst kurullara bırakılır. Bu üst kurulların görevi, piyasada neoliberal düzeni korumaktır. Bunun için hem mevzuatı düzenler hem de buna göre denetim yapıp cezalar vererek piyasada neoliberal düzenin korumacılığını yaparlar. Bu kurullar aynı zamanda bağımsızdır ve siyasi iktidarın müdahalelerinden uzak tutulmaya çalışılır. Üst kurulları, piyasada neoliberal sistemin tesisi ve korumasını yaparken her türlü dış müdahaleye karşı korumak ve böylece neoliberal düzeni sağlama almaktır amaç. Türkiye’de çoğu 2001 krizi sonrasında dev özelleştirmelere paralel olarak kurulan bir dizi üst kurul bu kurgunun bir parçasıdır. Enerji, telekomünikasyon, tütün ve alkol, şeker, sermaye piyasası, radyo-televizyon gibi alanlardaki düzenleyici ve denetleyici kurullar bunun örnekleridir.

CHP vizyonunun, “bize kural lazım” derken kastettiği bu üst kurulların varoluş nedeni olan neoliberal piyasa kurallarıdır. CHP bu kurulların neoliberal piyasa kurallarını en katı şekilde işletebilmeleri için siyasi müdahalelerden korunarak, ellerinin daha da güçlendirileceğini vadediyor.

Sermaye dostu kamuculuk!

Telekom, sağlık, karayolları, şeker, enerji gibi alanlardaki özelleştirme skandallarına ve burada özelleştirmelerden sonra kurulan neoliberal piyasa düzeninin nasıl emekçi halkın zararına işlediği böylesine açığa çıkmışken bile CHP bugün ortaya koyduğu “vizyon”da sık sık “kamu yararı”ndan, “kamuculuk”tan söz ediyor ama kamulaştırmayı ağzına almıyor.

Dahası kamuculuktan, sermayeye daha fazla hizmeti anlıyor. CHP’nin bu vizyonu Genel Sekreter Böke’nin konuşmasında piyasa kurallarının sermayeyle birlikte belirleneceğini, sermayenin kamunun “demokratik ortağı” olacağı şeklindeki sözlerinde ifadesini buluyor. Piyasa düzenini belirlemede sermayeyi “demokratik ortak” olarak gören Böke’nin aklına üretim sisteminin asıl unsuru işçi sınıfı, ürün pazarının ana hedefi emekçi halkın söz ve karar hakkı gelmiyor.

Piyasa sistemini tasarlarken sermaye sınıfını “demokratik ortak” gören, kamunun sermayenin önünü açan destekçisi olacağı sözünü veren CHP’nin vizyonunda emekçilerin ekonomik, sosyal, hukuki, siyasal haklarına dair yüzeysel bir-iki cümlenin dışında bir şey yok! Zaten Altılı Masa’nın daha önce açıkladığı anayasa taslağında da işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarının geliştirilmesi ve korunmasına dönük bir yenilik yoktu. CHP’nin baş aktör olduğu Altılı Masa’nın anayasasında da hak grevi yasağı, kamu çalışanlarının grev yasağı ve göstermelik toplu sözleşme düzeni aynen korunmuştu.

Tüm piyasaların açık neoliberal kurallarının olması, piyasa işleyişinde keyfi müdahalelerle sürpriz değişiklikler yapılmaması, piyasada neoliberal kuralların uygulanmasını sağlamak, bunun için piyasa denetimi yapmak ve neoliberal piyasa sistemini her türlü müdahaleye karşı korumak ve sürdürmekle görevli üst kurullar bu sistemin temel taşı. CHP’nin “ikinci yüzyıl vizyonu” bu temel taşı koruma vaadiyle geliyor.

Sıcak paranın güvencesi olan bir merkez bankası

Bu çerçevenin ikinci temel taşı da merkez bankası bağımsızlığı şeklinde ifadesini bulan finans piyasası düzeni. Neoliberal ekonomi sistemi, merkez bankasının bağımsızlığından, ülke içi ve ülke dışındaki küresel fonların kârlarının güvence altına alınmasını anlıyor. Bunun için merkez bankaları, sıcak para fonlarının kâr etmelerini sağlayacak bir para politikası izlemekle ve bu kârları rahatça yurtdışına çıkarmalarını güvence altına alacak piyasa düzeni kurmakla görevlendirilir. Bu düzende merkez bankalarından beklenen şey enflasyonla mücadele görüntüsü altında, sermayenin kârlarını artırmak ve bunu güvence altına almaktır. Neoliberal sistemin merkez bankası, finans sermayesinin rahatça at koşturacağı bir para ve sermaye piyasası düzeni yaratmayı temel görev olarak üstlenir.

Vizyon toplantısında konuşan tüm CHP sözcüleri neoliberal sistemin bu temel taşına da ısrarlı bir sadakat göstereceklerini ilan ettiler. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun uluslararası fonlardan büyük miktarlarda yatırım getireceğini vadetmesi ve sanki bu fonlardan böyle söz almış gibi konuşması da bunun en somut göstergesi.

Sıcak paracı Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu, iktidara gelirlerse üç yıl içinde dışarıdan 100 milyar dolar yatırım getireceğini, buna ek olarak varlık fonlarından 75 milyar dolar, emeklilik fonları benzeri fonlardan da 150 milyar dolar getirmenin sözünü verdi. Bu söz aslında küresel sermayeye verilmiş bir güvence. Onlara Türkiye’ye rahatlıkla gelebilecekleri ve kâr edebilecekleri, paralarını istedikleri gibi geri çıkartacakları bir piyasa düzeninin garantisini veriyor.

Kılıçdaroğlu dış borçlarda patlama yaratan Erdoğan düzenini aynen sürdüreceğini de ilan etmiş oluyor. Kılıçdaroğlu sanki fonlardan söz almış gibi vaatlerde bulunuyor. Ama günümüz küresel piyasa koşullarında söyledikleri büyük ölçüde hayal satmak anlamına geliyor. Çünkü başta ABD ve Avrupa Birliği merkez bankaları olmak üzere dünyada bir parasal sıkılaştırma ve faiz artışı süreci yaşanıyor. Bu koşullar altında küresel fonlar sadece Erdoğan gitti yerine Kılıçdaroğlu geldi diye koşa koşa Türkiye’ye gelmez. Kılıçdaroğlu ve diğer CHP sözcüleri, bu fonları ne kadar “temiz fonlar” diye etiketleyerek şirinleştirmeye çalışsalar da küresel fonların hiçbirisi en yüksek kârı garantiye almadan gelmez. O fonlara verilen kâr garantisi de işçi sınıfı ve emekçi halk için daha fazla sömürü ve yoksulluk demektir.

Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun “hayali” gerçekleşir ve Türkiye’ye üç yıl içinde 300 milyar dolardan fazla yabancı sermaye girerse, bu ekonomiyi sıcak para, dış borç, ithalat ve cari açığa daha fazla bağımlı hale getirerek, bugünkü derin krizin yolunu döşeyen AKP politikalarının bir tekrarı olur. Başlangıçta ülke varlıklarının yabancılar tarafından talan edilmesine paralel olarak içerde ve dışarda borçlanmanın hızla artmasıyla hormonlu bir büyüme ve yalancı bir refah havası yaratılır. Arkasından ekonomik istikrarsızlık, sıklaşan ekonomik durgunluk ve krizler, emekçi kitleler için artan sömürü, güvencesizlik ve yoksullaşma gelir.

2002 model AKP olma vizyonu

2002 sonrasında AKP’nin Ali Babacan’ın kaptanlığı altında sadakatle uyguladığı Kemal Derviş imzalı IMF programı, 2007’den itibaren bu sonucu doğurmaya başlamıştı. 2001 krizinin bütün yükü işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmış ama 5 yıl geçmeden kurulan neoliberal sistem tekrar kaçınılmaz sonucu, yeni krizleri üretmeye yönelmişti.

2008-09 küresel ekonomik krizi bir anlamda Erdoğan-Babacan ekibinin imdadına yetişti. Küresel kriz patlak verince başta ABD ve AB merkez bankaları olmak üzere dünya devleri piyasaya olağanüstü para pompalamaya başladılar. Finans piyasaları beleş paraya boğulurken, daha yüksek kâr arayan bu fonlar Türkiye gibi ülkelere akmaya başladı. Erdoğan-Babacan ekibi küresel fonlara kapıları ardına kadar açarak kendi krizlerinin su yüzüne çıkmasını önlemeye çalıştılar. Ama o şiddetli yabancı fon girişi içeride ekonomiyi iyice tahrip ederek bugünkü krizin mayası oldu.

CHP “ikinci yüzyıl vizyonu” diye ortaya koyduğu çerçeve ile “2002-2007 model bir AKP” olacağını söylüyor. CHP’den aylar önce TÜSİAD’ın ortaya koyduğu vizyon da böyle bir şeydi. Yeni vizyonu ile işçi ve emekçi halka daha iyi sosyal yardımdan başka bir şey vadetmeyen CHP, TÜSİAD’a ve uluslararası sermayeye istedikleri “kurallı” neoliberal düzeni kendilerinin kuracağının sözünü veriyor. CHP’nin vizyon toplantısında da TÜSİAD’ın vizyon toplantısında da genel vizyonu anlatan konuşmacının aynı kişi, yani Daron Acemoğlu olması bir tesadüf değil.

Ekonomide ve piyasalarda koşulları sermayenin isteklerine göre düzenlemek, ekonomik düzeni onların hakimiyetine bırakmak, buna karşın işçi sınıfının gücünü artıracak hiçbir şey yapmamak, işçi sınıfı ve emekçileri sermayenin insafına savunmasız olarak bırakmaktan başka bir sonuç doğurmaz. CHP’nin yeni vizyonunun getireceği düzen, işçi ve emekçi kitleleri neoliberal çarklar karşısında savunmasız bırakarak daha da yoksullaştırdıktan sonra, sosyal yardımlarla acılarını hafifletmekten ibaret olacak. Farklı olan tek şey, AKP’nin sadaka kimlikli sosyal yardım sisteminin yerine CHP’nin aile sigortasına dayalı sosyal yardım sisteminin gelmesi olacak.

Kılıçdaroğlu’nun, bugünkü krizin mayasının atıldığı dönemde Kemal Derviş-IMF programını sadakatle uygulamaktan başka bir şey yapmayan Ali Babacan’ı “ekonomideki başarıları dünyaca biliniyor” diye övmesi, vizyonunun neoliberal düzeni restore etmekten ve 2002-2007 arası AKP gibi bir parti olmaktan ibaret olduğunun bir diğer itirafıdır.

Kılıçdaroğlu’nun yeni vizonunu ortaya koyarken sağ kolu olan Faik Öztrak, 2001 krizi sonrasında IMF’nin neoliberal reçetesi tahkim edilirken Kemal Derviş’in de sağ koluydu. O dönemde hazine müsteşarı olarak yeni IMF düzeninin inşaasında birinci derecede rol aldı.

Vizyon toplantısında en önemli konuşmacılardan birisi olan Hakan Kara da Merkez Bankası Başekonomisti olarak, o düzenin yerleştirilmesi ve geliştirilmesinde fikir üreten önemli aktörlerden birisi olarak rol aldı. Hakan Kara, AKP iktidarında 2003’ten 2013’e kadar olan bütün sürecinde bu rolü oynamaya devam etti.

İşçi sınıfı kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda

CHP’nin yeni vizyonu, Erdoğan yönetiminin yolsuzluklara kapı açmak ve daha fazla rant yaratmak ve seçimlere bağlı siyasi hesaplarla dar görüşlü, kısa ömürlü, istikrarsız uygulamalarıyla yıpranan ve kırılgan hale gelen mevcut neoliberal sistemi tedavi ederek güçlendirmeyi amaçlıyor.  Bu vizyon, seçimler sonrasında kaçınılmaz olarak gündeme gelecek olan “krizin faturası kimin sırtına yıkılacak” sorusunda CHP’nin safını da belirliyor.

Bu vizyonla CHP’nin yapacakları, krizin faturasını yine işçi sınıfı ve geniş emekçi kitlelerinin sırtına yıkmaktan başka bir şey olmayacak. Kılıçdaroğlu ekibinin tek umudu küresel fonların hızla Türkiye’ye akmasını sağlayarak ortaya çıkacak hasarı biraz zamana yayma şansı yakalamak. Ancak küresel piyasa koşulları CHP’ye bu şansı vermeye pek müsait değil.

Bu da seçim sonrasında Erdoğan iktidarını sürdürse de Altılı Masa ve CHP iktidara gelse de işçi sınıfının yeni bir neoliberal saldırı ile karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Bu koşullar altında işçi sınıfı ve emekçi halkın kendi göbeğini kendisinin kesmesinden başka çaresi yok. İşçi sınıfının, emekçi halkın birleşmekten, dayanışmadan, örgütlenmeden ve saldırıyı geri püskürtmek için mücadele etmekten, kendi gücüne dayanmaktan başka bir yolu yok.